Annelik; çocuk sahibi olmayı nitelemenin yanı sıra aynı zamanda bu sahiplikle başlayan toplumsal, fiziksel ve duygusal bütünlüğün de bir ifadesidir. Toplumun devamını sağlamak ve yeni nesillere sosyokültürel değerleri aktarmak hususunda, her birimizin ilk öğretmeni olarak bize sevgi, şefkat, iyilik, doğruluk, merhameti gösteren ve aşılayan annelerimizin rolü, şüphesiz ilk sırada gelmektedir. Bu nedenle milletin/toplumun temel taşını “aile”, ailenin ana unsurunu ise “anne” teşkil etmektedir. Eski Türklerde de aile (oguş), Türk toplumu ve devletinin çekirdeğini oluşturuyordu. Eski Türkçede akrabalık münasebetlerini gösteren kelime sayısının 90’a yakın olması Türklerde aileye ve kan bağına dayalı akrabalığa verilen önemi göstermektedir.
Birlik ve dayanışma içinde yaşayan ailenin reisi baba idi. Ancak Türk ailesinde, babanın yanında annenin de söz hakkı vardı. O, her şeyden önce erkeğin “evdeş”i yani ev arkadaşı idi. Başta ev olmak üzere ailenin bütün maddî varlığı, eşlerin ortak malı idi. Ailenin her türlü faaliyetinde de iş bölümü anlayışı hâkimdi. Eşler arasındaki iş bölümünde kadına büyük ölçüde ev işleri ve daha da önemlisi çocuklarla ilgilenme görevleri düşmekteydi. Çoğu zaman çocukları üzerinde annenin sözü, babadan daha fazla geçerdi ve annelik vazifesi Türk kadını için her türlü sorumluluktan daha önde gelen bir görevdi.
Türk destanlarında ve günlük yaşamda çocuk sahibi olma sürecinde yapılan toylar ve şölenlerden tespit edildiği üzere Türk geleneğinde çocuk sahibi olmak, çok önemli ve kutlu bir olaydı. Eski Türklerde anneye “ana”, “uma” veya “ög” denmekteydi. Günümüzde annesini kaybedenler için kullanılan “öksüz” kelimesi “ög” kelimesinden gelmektedir. Ayrıca hem baba hem anne için “aba” kelimesi de kullanılmaktaydı. Çocuklar annelerine ayrıca “anakı”, yani “anacığım” şeklinde sevgiyle hitap etmekteydiler. Toplumlarda anneliğe atfedilen önem, Türk kültüründe anneye duyulan sevgi, saygı, inanç ve bağlılık en üst seviyede kendisini göstermiştir: “Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar”, “Ana gibi yar, vatan gibi diyar olmaz”, “Beşiği sallayan el dünyaya hükmeder” deyişleri bunun en güzel kanıtıdır.
Anneliğe ait olan neslin/soyun var olmasını ve devamını sağlayan doğurganlık, koruyuculuk/ savunuculuk, rehberlik/eğiticilik, besleyicilik gibi işlevler Türk mitolojisinde de
kendisine yer bulmuştur. Türk mitlerinde, Umay Ana, Od Ana ve Ak Ana gibi varlıkların yanında kurt, geyik, kartal gibi bazı hayvanlara ve ağaç, toprak/yer gibi tabiat varlıklarına “annelik” vasfı yüklenmiş ve bu unsurlar, doğum olayının kaynağı olarak gösterilmiştir. Bazı Türk boylarında anne sütünün cennetten geldiğine inanılmıştır. Er Sogotoh’un, Kübey Hatun’a “…Ben yetim bir çocuk iken, sen beni büyüttün! Ben küçük bir çocuk iken, sen beni adam ettin!…” şeklinde seslenmesi örneğinde görüldüğü gibi erkek çocuğun eğitimi ve kahraman olarak yetişmesi de annenin önemli görevleri arasında sayılmaktadır. Dede Korkut’ta geçen “…Kız anadan görmeyince öğüt almaz…” sözü ise annenin kızın yetişmesinde ne kadar etkin olduğunu göstermektedir.
“Anneler Günü” 1908 yılından itibaren Batı dünyasında ve 1955 yılından bu yana da Türkiye’de Mayıs ayının ikinci pazar günü kutlanmaktadır. Başta Zübeyde Hanım, Nene Hatun, kahraman ve şehit analarımız olmak üzere Türk toplumuna nice alpler ve yiğitler kazandırmış tüm annelerimizi bu özel günde sevgi, saygı ve minnetle anıyor, anneler gününü kutluyoruz.