Türk Dünyası, geniş bir coğrafyayı kapsayan, derin tarihî ve kültürel bağlara sahip toplulukların oluşturduğu benzersiz bir jeopolitik alanı temsil etmektedir. Balkanlar’dan Türkistan’a, Sibirya’dan Orta Doğu’ya uzanan bu geniş kuşak, sadece kültürel bir miras değil, aynı zamanda küresel stratejik dengeler açısından da büyük bir öneme sahiptir. Bu stratejik önem, coğrafi konumu, enerji kaynakları, jeopolitik potansiyeli ve artan ekonomik iş birliği gibi birçok faktörden kaynaklanmaktadır.
Türk Dünyası, tarihî ve kültürel derinliğiyle haritalar üzerinde geniş bir yayılım gösteren ancak günümüz küresel siyasî arenasında karmaşık ve çok katmanlı dinamiklere sahip bir jeopolitik aktör olarak belirmektedir. Türklerin kendi tarihlerinin mimarları olarak bu geniş zaman diliminde ve mekânda Türk Dünyası olgusunu inşa ettikleri tezi akademik çevrelerde genel kabul görmektedir. Bununla birlikte, mevcut siyasî gelişmelerin etkisiyle Türk Dünyası, hem entegrasyon ve iş birliği arayışları hem de çözüme kavuşmamış kritik sorunlarla mücadele ettiği bir süreçten geçmektedir. Bağımsız, özerk veya azınlık statüsündeki Türk yurtları ve topluluklarının kendi bölgelerinde öncelikli problemlerle yüzleşmesi, Türk Dünyasının bütüncül ilerlemesini etkileyen temel faktörlerdendir.
Türk Dünyası, Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan kilit bir köprükonumundadır. Tarihî İpek Yolu’nun modern uzantıları, bu coğrafyayı uluslararası ticaretin ve enerji transferinin ana arterlerinden biri haline getirmektedir. Hazar Denizi ve Türkistan’daki zengin doğal gaz ve petrol yatakları, Türkmenistan, Kazakistan ve Azerbaycan gibi ülkeleri küresel enerji piyasasının önemli oyuncuları arasına sokmaktadır. Bu enerji kaynaklarının Avrupa’ya ulaştırılması, Türkiye üzerinden geçen boru hatları (TANAP, Bakü-Tiflis-Ceyhan) sayesinde gerçekleşmektedir. Bu durum, Türk Dünyasını küresel enerji güvenliği açısından vazgeçilmez bir bölge yaparken Batı ile Doğu arasındaki enerji köprüsü işlevini pekiştirmektedir.
“Dilde, Fikirde, İşte Birlik” ilkesini benimseyen Türk Devletleri Teşkilatı (TDT), Türk Dünyasının her noktasına ulaşma gayretiyle tüm bileşenleri bir araya getiren kapsayıcı ve yönlendirici bir çatı kurum niteliği kazanmıştır. TDT, düzenlediği zirvelerde aldığı kararlar aracılığıyla Türk Dünyasını ortak bir paydada buluşturma hedefine sistemli bir şekilde yaklaşmaktadır. TDT’nin “Ortak Türk Alfabesi” meselesinde uzlaşma sağlanmasına yönelik çabaları, Türk Dünyasının entelektüel ve kültürel uyanışını temsil eden önemli bir adımdır. Bu girişim, Türk Dünyasının modernleşme hareketi olan “Ceditçilik” ve 1926’daki I. Bakü Türkiyat Kurultayı’nın ruhuyla örtüşmektedir. Tarihî tecrübeler göstermiştir ki özellikle Çarlık ve Sovyet Rusya dönemlerinde farklı etnik hâkim zümrenin çatısı altında kalan Türk topluluklarının karşılaştığı ana dil ve alfabe sorunları, kimlik erozyonunun temel nedenlerinden biri olmuştur. Rusça’nın kamusal alana hâkim olması ve ana dilde yaşanan deformasyon, Türk Dünyasının ortak iletişim kanallarını ciddi şekilde tehdit etmiştir. Bu bağlamda, “Ortak Türk Alfabesi”nin, büyük Türk Dünyasının ortak geleceğe yürüyüşünde stratejik bir anahtar rolü oynayacağı ifade edilebilir. Türk Akademisi ve Türk Dil Kurumu iş birliğinde 9-11 Eylül 2024 tarihlerinde Bakü’de yapılan 3. toplantıda, 34 harften oluşan ortak “Türk Alfabesi” önerisi üzerinde uzlaşma sağlanması, diplomasi, medya, yayıncılık ve akademik alanlarda ortak bir platformun oluşumuna zemin hazırlayacak, bilgi paylaşımını hızlandıracak ve ortak Türk kimliğini güçlendirecektir. Bu durum, Türk Dünyasının uluslararası arenada tek sesle ve daha etkin bir aktör olarak varlık göstermesine katkı sağlayacaktır.
Türk Dünyasının çok parçalı dağılımı içerisinde, Doğu Türkistanve Kırım’da yaşanan gelişmeler, çözüme kavuşmamış insan hakları ihlalleri ve jeopolitik sorunların kritik tezahürleridir. Çin Halk Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan’daki Uygur Türkleri üzerindeki baskısı, “fiili özerklik” söyleminin ötesinde, kültürel asimilasyon, zorla çalıştırma, inanç özgürlüğünün kısıtlanması ve toplama kamplarında sistematik işkencelerle kendini göstermektedir. Uygur kadınlarına uygulanan zorunlu kürtaj operasyonları, soykırım iddialarını güçlendirmekte ve Çin yönetiminin “millî bölücülük” ve “dinî radikalizm” söylemleriyle politikalarını meşrulaştırma çabaları, bölgedeki hakikatlerin çarpıtıldığını ortaya koymaktadır. Doç. Dr. İlham Tohti’nin müebbet hapse mahkûm edilmesine tepki olarak ortaya çıkan “İlham Tohti İnisiyatifi”, uluslararası akademik toplumun Nobel Barış Ödülü adaylığına verdiği destekle Uygur Türklerinin davasına dikkat çekmektedir.
Kırım ise Rusya-Ukrayna Savaşı’nın doğrudan etkisiyle jeopolitik bir mücadele sahası haline gelmiştir. 2014’teki sözde referandumla Kırım’ın Rusya Federasyonu’na ilhakı, uluslararası hukukun ihlali niteliğindedir. Bu süreç, Kırım Tatar Millî Meclisi tarafından boykot edilmiş ve akabinde Tatar Türk liderlerine yönelik Kırım’a giriş yasakları, tutuklamalar ve kaybolma vakaları gibi ağır insan hakları ihlallerine yol açmıştır. Medya kuruluşlarının kapatılması ve erişim engellemeleri, bilgiye erişimi kısıtlamıştır. Bu doğrultuda özellikle Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Kırım Tatar diasporası, Kırım davasını hem ulusal hem de uluslararası platformlarda gündemde tutmaya yönelik önemli faaliyetler yürütmektedir. Nariman Celal’in esir takasıyla kurtarılması ve Ukrayna’nın Ankara Büyükelçiliği’ne atanması, bu diplomatik çabaların somut bir sonucudur ve Türkiye-Ukrayna ilişkilerini pekiştirmektedir.
Soğuk Savaş sonrası dönemde bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetleri, uluslararası ilişkilerde kendi seslerini daha gür duyurmaya başlamışlardır. Aynı zamanda Rusya, Çin, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri gibi büyük güçlerin kesişim noktasında yer almaları, Türk Dünyasını stratejik rekabetin önemli bir alanı haline getirmektedir. Bu ülkeler, büyük güçler arasında denge politikaları izleyerek kendi bağımsızlıklarını ve egemenliklerini koruma çabasındadır. Özellikle Karabağ savaşında Azerbaycan’ın elde ettiği başarı, bölgedeki güç dengelerini Türk Dünyası lehine değiştirmiş ve Türk devletlerinin bölgesel siyasetteki etkinliğini artırmıştır. Bu zaferin kazanımlarından biri olan “Zengezur Koridoru” projesi, bölgedeki güvenlik, ulaşım ve ticareti yeniden şekillendirme potansiyeli taşımaktadır. Coğrafi bir bariyerin ortadan kalkması anlamına gelen bu projenin “Türk Koridoru” adıyla adlandırılması, sadece sembolik değil, aynı zamanda bölgesel güç projeksiyonu açısından da büyük bir öneme sahiptir; zira hem Azerbaycan’ın hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgesel ve küresel ölçekteki stratejik etkinliğini artıracak avantajlar sunmaktadır.
Türk Dünyası, sadece jeopolitik ve ekonomik değil, aynı zamanda medeniyetler arası bir köprüniteliği taşımaktadır. Türk topluluklarının ortak dil, tarih, kültür ve manevi değerleri, bu coğrafyayı bir arada tutan güçlü bağlar oluşturmaktadır. Ortak kültürel mirasın korunması ve tanıtılması, Türk Dünyasının yumuşak güç unsurlarını da güçlendirmekte olup uluslararası arenada kültürel diplomasiye katkıda bulunmaktadır.
Sonuç olarak, Türk Dünyası, küresel enerji güvenliğinden uluslararası ticarete, jeopolitik dengelerden kültürel diyaloga kadar birçok alanda stratejik bir öneme sahiptir. Bu geniş coğrafyanın artan iş birliği ve entegrasyon çabaları, Türk Dünyasının gelecekteki küresel sistemde daha belirleyici bir rol oynamasına zemin hazırlamaktadır.