1774 – 1920 ARASINDA TÜRK BOĞAZLARININ DURUMU

Sosyal Medyada Paylaş!

1774 – 1920 ARASINDA TÜRK BOĞAZLARININ DURUMU

Jeopolitik açıdan dünyanın en önemli geçitlerinden biri Türk topraklarında bulunan ve bir iç deniz niteliğindeki Karadeniz’i Akdeniz’e dolayısıyla Atlas Okyanusuna bağlayan İstanbul ve Çanakkale Boğazlarıdır. Her iki boğaz, 1453’te İstanbul’un fethiyle birlikte tamamen Türklerin kontrolüne girmiştir. Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan bu Boğazlar stratejik açıdan son derece büyük önem arz etmektedir. Siyasî, askerî ve iktisadî önemi nedeniyle yüzyıllardır birçok devletin ilgi odağı haline gelmiş ve devamlı olarak devletlerin hâkimiyet mücadelesine konu olmuştur. (Acar, 2019: 2)

Karadeniz sahillerindeki müstahkem kalelerin (Amasra, Sinop, Trabzon vs.) fethi ve Kırım Hanlığının Osmanlı himayesine girmesiyle Karadeniz, tamamen bir “Türk Gölü” haline gelmiştir. Boğazlardan geçiş hakkı ve Karadeniz’de serbestçe ticaret yapabilme yalnız Osmanlı Devleti’nin bazı devletlere verdiği imtiyazlar sayesinde mümkün hale gelmiştir. Böylece 15. Yüzyıldan 18. Yüzyılın ortalarına kadar Boğazlar üzerinde kesin suretteki Osmanlı hâkimiyeti, herhangi bir tehdide maruz kalmadan varlığını kesintisiz olarak devam etmiştir.

Ancak Rusya’nın zamanla kendi sahasında güçlenmesi, Çar I. Petro’nun Rusya’nın büyük bir devlet olabilmesinin ancak sıcak denizlere inmek suretiyle mümkün olacağını belirtmesi, Rusların tarihi emelleri olan güneye yani Karadeniz’e inme siyasetinin temellerini oluşturmaktadır. I. Petro, Rusların sıcak denizlere ulaşması için ise en kestirme ve uygun yolun Boğazlar üzerinde hâkimiyet kurmak olduğunu açıklamıştır.

Ruslar, 1769-1774 yıllarında Osmanlı Devleti ile yaptıkları savaşta sıcak denizlere inme yolunda önemli adımlar atmıştır. 1700 tarihli İstanbul Antlaşması ile Azak Kalesi ve civarının Rusların eline geçmesi ilk kez “Boğazlar Sorununun” ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Fakat 1711 yılında yapılan Prut Savaşı ve Antlaşması ile Azak kalesinin Osmanlılara geri iade edilmesi Boğazlar Sorununun bir müddet daha ertelenmesine neden olmuştur.

1774 Küçük Kaynarca Anlaşması

21 Temmuz 1774’de Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanmıştır. Bu göre, Ruslar Boğazlardan geçiş hakkı kazanarak Karadeniz’de ticaret yapma hakkını elde etmiştir. Böylece Karadeniz bir Türk Gölü olma vasfını kaybetmeye başlamış ve Boğazlar artık devletlerarası hukukun konusu olmaya başlamıştır.

Osmanlı Devleti'nin gerileme döneminde yani 18. Yüzyılda imzalamış olduğu en ağır antlaşmaların başında gelen 28 maddelik Küçük Kaynarca Anlaşması’nın 11. Maddesi Boğazlar açısından oldukça önemlidir. Buna göre, Rus ticaret gemileri, Karadeniz ile Akdeniz’de hareket serbestisine sahip olacak ve istedikleri zaman Boğazlardan geçebilecekler ve Osmanlı limanlarında kalabileceklerdi.

Ancak bu durumdan Karadeniz’in serbest deniz haline geldiği anlaşılmamalıdır. Yapılan anlaşma boğazların statüsü ile ilgili değil, Rusya’nın daha önce İngiltere, Fransa ve Hollanda’ya verilen ticaret gemilerini geçirme hakkını kazanması durumudur.

1809 Kale-i Sultaniye (Çanakkale) Anlaşması

Osmanlı Devleti ve İngiltere arasında 5 Ocak 1809’da Kale-i Sultaniye (Çanakkale) Anlaşması imzalandı. Buna göre, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından savaş gemilerinin geçmesi, eskiden olduğu gibi, yasak olacaktı. Osmanlı Devleti'nin öteden beri uyguladığı kural, bundan böyle de uygulanacaktı. Buna, barış zamanında bütün devletler ile İngiltere'de uyacaktı. Aynı tarihte kabul edilen dört maddelik gizli ittifaka göre de Fransa Osmanlı Devleti'ne saldıracak olursa İngiliz donanması Karadeniz'e kadar Osmanlı sahillerini koruyacak, silah ve mühimmat verecekti.

Çanakkale Anlaşması ile, Boğazlar ve Karadeniz ile ilgili olarak Osmanlı Devleti’nin mutlak egemenliği ve tek başına düzenleme yetkisi son bulmuştur. Boğazların hukuksal rejimi Osmanlı Devleti'nin tek taraflı işlemleriyle değil, iki taraflı antlaşmalarla düzenlenmeğe başlanmıştır. Böylelikle Osmanlı Devleti ile Rusya arasında konu olan Boğazlar meselesi, İngiltere'nin bu teşebbüsü ile devletler arası bir nitelik almış oldu.

1829 Edirne Anlaşması

20 Ağustos 1829 Edirne'yi ele geçiren Rusya ve Osmanlı Devleti arasında 14 Eylül 1829’da Edirne Anlaşması imzalandı. Savaş sonrası imzalanan bu anlaşmaya göre, Rus ticaret gemilerinin İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından geçişlerine ve taşıdıkları eşyaya hiçbir şekilde müdahale edilmeyeceği belirtilmiştir. Böylece Osmanlı barış halinde bulunan bütün devletlerin ticaret gemilerine Boğazları açmayı taahhüt etti ve Boğazların ticaret gemilerine de kapalı olduğuna dair ulusal kural tarihe karışmış oldu. Bu karar ile Boğazların barış zamanında yabancı devletlerin ticaret gemilerine açıklığı, ilk kez olarak bu antlaşma ile uluslar arası bir yükümlülük haline gelmiş oldu.

1833 Hünkar İskelesi Sözleşmesi

Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa Fransa ve İngiltere’nin desteği ile ayaklanınca Osmanlı Devleti ve Rusya 8 Temmuz 1833’de Hünkar İskelesi Anlaşması imzaladı. Karşılıklı yardımlaşma ve saldırmazlık antlaşması niteliği taşıyan bu anlaşma 6 açık 1 gizli maddeden oluşuyordu. Gizli maddeye göre, herhangi bir savaş durumunda Kavalalı isyanına karşı Osmanlıya destek olan Rus donanmalarına Boğazlar açık olurken diğer devletlere kapanacaktı. Böylece Rusya yıllardır çok büyük kayıpları göz önüne alarak elde etmeye çalıştığı İstanbul Boğazlarını, Hünkar İskelesinde Osmanlı Devleti ile yaptığı artlaşmayla hiçbir kayıp vermeden kontrol altına almış ve kendisine Akdeniz'den gelebilecek tehlikeleri Boğazların kapatılması ile önlemiş oluyordu.

1840 Londra Boğazlar Sözleşmesi

Mısır meselesinin halledilmesinden sonra sıra esas konu olan Boğazlar meselesinin halline gelmişti. Sekiz yıllık vadesi dolan Hünkar İskelesi'nin yenilenemeyeceği gerçeğinden hareketle, taraflar, 13 Temmuz 1841 tarihinde Londra'da Boğazların hukuki statüsünü yeniden belirleyen bir antlaşmaya imza attılar. Londra'da İngiltere, Avusturya, Rusya, Fransa, Prusya ve Osmanlı Devleti tarafından imzalanan "Boğazlar Antlaşması"na göre:

- Osmanlı Devleti, barış içinde bulunduğu sürece, eskiden beri uyguladığı gibi, hiçbir yabancı savaş gemisini Boğazlardan geçirtmemeyi kabul ediyordu. Avusturya, Fransa, İngiltere, Prusya ve Rusya devletleri de bu kurala uyacaklarını taahhüt ediyorlardı.

- Osmanlı Devleti, eskiden olduğu gibi, dost devlet elçilerinin hizmetinde bulunan hafif savaş gemilerine Boğazlardan geçmeleri için izin verebilecekti.

- Padişah, Osmanlı Devleti ile dostluk içinde bulunan bütün devletleri, bu antlaşmaya uymaya çağıracaktı.

- Antlaşma, en geç iki ay içerisinde onaylanacaktı ve antlaşma imzası bulunan devletler, tespit edilen şartların uygulanmasını taahhüt ediyorlardı.

13 Temmuz 1840’da Londra Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar uluslararası himaye dönemine girmiş oldu. Osmanlı Rusya'nın İstanbul ve Boğazlar üzerinde himayesini tanımaktan ise, aynı yerler hakkında Avrupa büyük devletlerinin toplu garantisini kabul etmişti.

1856 Paris Anlaşması

Mısır meselesinin hallinden sonra Osmanlı Devleti'nin müttefikleri ile arası bozulmaya başladı. İngiltere'nin Mısır'a yerleşmek istemesi, Rusların, Fransızlardan alınan eski Yedi Adaları, Ege adaları ve Mora'daki hıristiyan halkı Babıali'ye karşı kışkırtmalarıyla birlikte, Boğazlardan geçiş haklarını kalıcı bir statüye sokmak istemesi, Osmanlı Devleti'nin Fransa'ya yanaşarak bir an önce barış yapmasını gerekli kılmaktaydı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti ile Fransa arasında 25 Haziran 1802'de Paris antlaşması imzalandı. Fransız ticaret gemilerinin Karadeniz'e geçmelerine izin verildi. Bu vesileyle aynı hak İngiliz gemilerine de verilmiş oldu. Bu anlaşma ile Kırım Savaşı son bulurken, Rusya’nın üstünlüğünün önüne geçilmiş oldu. Osmanlı Devleti ise ilk defa Avrupaya dahil edilmiştir.

Sonuç olarak, Boğazlar üzerinde, İstanbul'un fethiyle başlayıp ve Karadeniz çevresinin ele geçirilmesi süreciyle devam eden Osmanlı hakimiyeti, 19. Yüzyıl ortalarına kadar devam etmiştir. Karadeniz'de Osmanlı hakimiyeti Rusların Karadeniz'e çıkmasıyla son bulmuştur. Rusların Karadeniz'den sonra İstanbul ve Boğazlara doğru açılma istekleri diğer batılı devletlerin menfaatlerine ters düşünce, boğazlar uluslararası bir sorun halini almıştır. XVIII. Yüzyıldan sonra zayıflamaya başlayan Osmanlı Devleti, bu sorunu devletlerarası siyasi denge politikasıyla halletmeye çalışmıştır.

Osmanlı döneminde Boğazların tarihi sürecini;

1-Tek taraflı düzenlenme (Osmanlı Devleti'nin mutlak egemenlik) dönemi (1453-1809); İstanbul'un fethedilmesiyle başlayıp, Karadeniz çevresinin Osmanlı topraklarına katılmasıyla devam eden süreçte, Boğazlar tamamen Osmanlı Devletinin tek taraflı olarak hakimiyeti altında olduğu dönemdir.

2-İkili antlaşmalarla düzenlenme dönemi (1809-1841); İngiltere ile yapılan Çanakkale Antlaşması (1809) ile artık Osmanlı Devleti tek başına Boğazlar üzerinde karar alamayacağının anlaşıldığı bir dönemdir.

3-1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar uluslar arası bir sorun haline gelmiş ve bu antlaşma ile Boğazlar çok taraflı antlaşmalarla düzenlenme dönemine girmiştir.

1915 İstanbul Anlaşması

Mart 1915’te imzalanan İstanbul Anlaşması, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’ni paylaşmaya yönelik imzalanan dört gizli anlaşmadan biridir. Çarlık Rusya’sı ile imzalanan İstanbul Anlaşması doğrudan Türk Boğazları ve İstanbul’un statüsü ile ilgilidir.  Çünkü Rusya 18. Yüzyılın sonuna kadar Türk Boğazlarının siyasi durumu ve Karadeniz’in kuzey kıyılarının işgalinden sonra güvenlik ve çıkarları konusunda endişe duymaktadır ve beklediği fırsatı I. Dünya Savaşı’nın başında yakalamıştır. Sonuç olarak bu anlaşmaya göre İngiltere ve Fransa’nın da onayıyla Çanakkale Deniz Savaşları esnasındaki karşılıklı notalarla akdedilen anlaşmayla İstanbul ile Boğazlar Rusya’ya bırakılmıştır.

1918 Mondros Ateşkes Anlaşması

I.Dünya Savaşı sonrasında İttifak Devletleri’nin büyük bir yenilgiye uğraması, bazı cephelererinde başarıya ulaşan Osmanlı Devleti’nin de savaşı beybetmesine sebep olmuştur. Rauf Orbay Bey ve İngiltere Devleti Temsilcisi Amiral Galthrope başkanlığında Mondros’ta yapılan görüşmelerin sonucunda 30 Ekim 1918’de İtilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında Mondros Ateşkes Anlaşması imzalanmış ve Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’ndan resmen yenik ayrılmıştır. Şartları oldukça ağır olan bu anlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu fiilen sona ermiştir. Mütarekenin hükümlerine göre, Boğazlar tüm İtilaf Devletlerine açılacak ve buradaki tüm askeri bölgeler işgal edilecek, böylece İtilaf Devletleri boğazlara ve İstanbul’a hakim olabilecektir. Mondros ile birlikte Boğazlar’ın uluslararası statüsünün devamı noktasında yeni bir döneme girilmiştir. Mondros Mütarekesi aynı zamanda Osmanlıdan sonra kurulacak olan Türkiye’nin çerçevesini oluşturan ilk uluslararası belge olma özelliğini taşımaktadır.

1841’den itibaren süregelen Boğazlar rejiminin geçerliliği ortadan kaldıran ve Boğazlar’ın kapalılığı ilkesine son verilen Mondros Ateşkes Anlaşması 25 maddeden oluşmaktadır.

SEVR'DEN LOZAN'A BOĞAZLAR SORUNU

Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarına bakıldığında çok uluslu imparatorlukların ve savaşı kaybeden monarşilerin yıkıldığı, yerlerine ulusal devletler ile cumhuriyet rejimlerinin kurulduğu görülür. Osmanlı Devleti de savaşı kaybeden devletlerden biri olarak benzer sonuçla karşı karşıya kalmıştır. Bu noktada Osmanlı Devleti’nin sonunu da Sevr Andlaşması hazırlamıştır.

Mondros Mütarekesi’nin imzalanması, Osmanlı Devleti’ne siyasi, askeri ve ekonomik açıdan ciddi sınırlamalar getirilerek işgallerin başlaması ve Paris Barış Konferansı’nda paylaşım planlarının bir kez daha gözden geçirilmesi Sevr’e giden süreçteki önemli gelişmelerdir. 10 Ağustos 1920’de Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan fakat onaylanmadığı için hiçbir zaman yürürlüğe girmeyen 433 maddelik Sevr Anlaşması’nda Boğazlar rejimine ilişkin ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Buna göre, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi’nin barış ve savaş zamanları dahil tüm devletlerin ticari ve savaş gemileriyle sivil ve askeri uçaklarına açık tutulması öngörülmüş, ayrıca Milletler Cemiyeti Meclisi’nin barışın korunmasına yönelik kararlarının uygulanabilmesi için başvurulacak önlemler saklı kalmak üzere, Boğazlar Bölgesi’nde herhangi bir şekilde kuvvet kullanılmasını gerektirecek her türlü faaliyetten kaçınılması yükümlülüğü getirilmiştir (Madde 37). Sevr Anlaşması ile uygulanmak istenen hükümlerin denetimi için geniş yetkilere sahip Boğazlar Komisyonu’nun kurulması öngörülmüştür (Madde 43-46).  Sevr Anlaşması, Çanakkale Boğazı’nın Avrupa sahilini Yunanistan’a bıraktığı için, Yunan ve Osmanlı boğazlar üzerindeki denetim yetkilerini de bu komisyona devretmektedir (Madde 38). Anlaşmanın ilgili hükmüne göre Türkiye ancak Milletler Cemiyeti’ne üye olduktan sonra bu komisyona girebilecekti (Madde 40). Komisyon yetkilerini tamamen bağımsız kullanacak ve kendine özgü bir sancağı ve bütçesi ile teşkilatı olacaktır (Madde 42). Bölgede egemenlik kağıt üzerinde Yunanistan ve Osmanlı’ya ait olmasına rağmen, bölge silahsızlandırılarak askeri amaçlarla yalnızca İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından kullanılabilecektir. Böylece İstanbul’u da içine alan Boğazlar Bölgesi fiilen de bu 3 ülkenin işgal bölgesi haline gelmektedir.

Ancak Meclis-i Mebusan’ın onayından geçerek padişahın önüne gelmesi gereken anlaşma, Meclis-i Mebusan’ın kapatılmasından dolayı onaylanamamıştır. Ancak o dönemde fiilen yürürlüğe girdiği kabul edilen anlaşmanın birçok maddesi uygulanmış ve 20. Yüzyıla yön veren uluslararası siyasi kavgalara ve Orta Doğunun yeniden şekillenmesine yön vermiştir.

Diğer taraftan mücadele veren Ankara’daki Büyük Millet Meclisi ise Sevr Anlaşması’nı sert bir dille kınamış ve anlaşmayı imzalayanları vatan haini ilan etmiştir. Sevr Anlaşması’nın imzalanması süreci ana hatlarıyla bu şekilde seyrederken, Lozan Konferansı’na giden yol çok daha farklıdır. Mustafa Kemal Paşa önderliğinde yürütülen mücadele, hem Osmanlı Devleti’nin yerine yeni bir Türk Devletinin kurulmasına hem de Sevr Antlaşması’nın yerine yeni bir barış anlaşmasının imzalanmasına yol açmıştır.

Yoğun bir şekilde yürütülen diplomasi savaşının sonucunda İsviçre’nin Lozan şehrinde 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Boğazlar Sözleşmesi; Türkiye Cumhuriyeti, Bulgaristan, Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Romanya, Rusya, Yunanistan ve Sırp-Sloven (Yugoslavya) Devleti arasında imzalanmıştır. Sovyetler Birliği, Boğazlar rejiminin Karadeniz ülkeleri tarafından belirlenmesini savunduğundan, konferans esnasında imzaladığı Lozan Sözleşmesi’ni daha sonra onaylamamış ve Boğazlar Komisyonu’nda temsilci de bulundurmamıştır.

Bu devletler arasında varılan anlaşmaya göre düzenlenen yeni Boğazlar statüsüne göre: Boğazlar Türkiye sınırları içinde kalmak üzere, savaş ve barış hallerinde ticaret gemisi ve uçakları ve askeri gemilerin geçişlerin düzenlendiği bir Boğazlar protokolüdür. Sözleşmeye göre, taraflar Boğazlar bölgesinde savaş ve barış zamanlarında, ticaret gemisi ve uçakları ile savaş gemisi ve uçakları için geçiş serbestliği ilkesini kabul etmişler (Madde 1 -2), bu geçiş güvenliğinin sağlanması için Boğazların her iki kıyısı 20 kilometre uzaklıktan geçen çizgiye kadar ve Marmara Denizi’ndeki adalar askersiz hale getirilmiş, bu bölgelerde tahkimat yapmak ve asker bulundurmak yasaklanmıştır. Buna karşılık, bu bölgenin güvenliği Milletler Cemiyeti’nin garantisi altına konulmuştur. Ayrıca, bu statünün yürütülmesinin kontrolü için, bir Türk temsilci başkanlığında, sözleşmede imzası bulunan devletlerin temsilcilerinden oluşan bir “Boğazlar Komisyonu” kurulmuştur. Lozan Antlaşmasının 12. maddesiyle Ege adaları, özellikle de Çanakkale Boğazı’nın güvenliği açısından çok önemli olan Limni ve Semadirek adaları, Boğazlar Rejimine İlişkin Sözleşmenin 4. maddesine göre askerlikten arındırılmakla birlikte Yunanistan’a verilmiştir.

Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde ticaret gemilerinin geçiş düzenlemelerine: Ticaret Gemileri Açısından: Ticaret gemileri bayrak ve yükleri ne olursa olsun, sağlığa ilişkin hükümler saklı olmak üzere Boğazlardan geçiş hakkına sahiptirler. Kılavuz kaptan almak isteğe bağlıdır. Savaş zamanında Türkiye tarafsız ise barış zamanındaki şartlar geçerlidir. Türkiye savaşan ise, tarafsız devletlerin gemileri ve askeri olmayan uçakları Türkiye düşmanı olan ülkelere yardım etmemek koşuluyla serbest geçiş hakkına sahiptirler ancak Türkiye’nin denetleme hakkı vardır. Savaş Gemileri Açısından: Kuvvetlerinin tutarına ilişkin kısıtlamalar saklı olmak üzere savaş gemileri, barış zamanında geçiş hakkına sahiptirler. Ancak savaş zamanında; Türkiye tarafsız ise savaş gemileri barış zamanı hakkına sahiptirler, Türkiye savaşan ise tarafsız devletlerin savaş gemileri düşmana yardım etmemek koşuluyla geçiş hakkına sahiptirler.

Türkiye’nin Yetkilerini Sınırlandıran ve Boğazlar Rejiminin Güvencesiyle İlgili Olan Hükümler: Çanakkale ve İstanbul Boğazları’nın iki kıyısı ve kıyıdan itibaren 15-20 km.’lik alan askersizleştirilecek ve bu bölgede hiçbir askeri donanım veya üs bulunmayacaktı (Madde 4/1,2,3). İstanbul ve çevresinde 12.000’den fazla askeri kuvvet bulunmayacaktı (Madde 8). Ayrıca savaş gemilerinin ve askeri uçakların hükümlere uyup, uymadıklarını denetlemek ve Milletler Cemiyeti’ne rapor vermek üzere Boğazlar Komisyonu’nun kurulması ön görülmüştür (Madde 10, 16). Sözleşmenin 18. Maddesi gereğince Boğazlar için bir güvence mekanizması kurulmuştur. Bu çerçevede Boğazların güvenliğini tehdit eden herhangi bir gelişmede (savaş ya da savaş tehdidi) sözleşmenin tarafları ve her durumda Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Milletler Cemiyeti’nin kararlaştıracağı tüm önlemleri yerine getirecektir.

Anlaşma maddelerinden de anlaşılacağı üzere, İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın her iki yakası da önemli ölçüde küçültülmesine karşın müttefiklerin bu bölgeleri işgali ve denetlemesi yasaklanmış ve geçiş güvenliğinin sağlanması için Boğazların her iki kıyısında 20 km. uzaklıktan geçen çizgiye kadar asker bulundurulmaması kararlaştırılmıştır. Buna karşın Sevr’e göre kurulan Boğazlar Komisyonu’nun yetkileri azaltılarak yönetim Türkiye Başkanlığındaki Milletler Cemiyeti’ne verilmiş, boğazlarda Türkiye’nin güvenliği de Milletler Cemiyeti’nin garantisi altına alınmıştır. Boğazlar bölgesinde, barış ve savaş zamanında, ticaret gemileri, savaş gemileri ve uçaklar için geçiş serbestliği kabul edilirken, barışta, Karadeniz'e kıyısı olmayan devletlerin savaş gemilerine tonaj sınırı konulmuştur. 

Sonuçlarına bakıldığında Lozan’da Boğazlar açısından tam olarak bir Türk hakimiyeti sağlanamamış olsa da Batılı müttefikler açısından Şark meselesinin bir devamı olarak görülmüş ve anlaşmanın kendileri için bir hezimet olduğunu itiraf etmişlerdir.  Türkiye aslında bu anlaşmanın şartlarından memnun değildir ve değiştirilmesi için uygun şartların oluşmasını beklemeye başlamıştır. Çünkü bu anlaşmaya giderken mutlak sulh istemektedir. Ancak Lozan Barış Antlaşması, yeni Türkiye devletinin toprak ve hak bütünlüğünü, İtilaf Devletleri başta olmak üzere bütün milletler alemine tanıttıran ve tasdik ettiren siyasi zaferin belgesi olmakla birlikte Birinci Dünya Savaşı sonunda yapılan anlaşmaların en önemlisi olmuş ve neticede Türkiye’yi bağımsızlığına kavuşturmuştur.

Müzakere yöntemi açısından Sevr ve Lozan Anlaşmaları arasında ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Sevr Antlaşması’nda, Osmanlı ülkesini ilgilendirmesine karşın, Osmanlı temsilcilerinin katılmadığı, görüşlerinin dikkate alınmadığı görüşmeler sonrasında imza aşamasına gelinirken, Lozan Antlaşması’nın imzalanması, Batılı devletler açısından Sevr kadar kolay olmamış, Lozan Antlaşması, Sevr’in tersine uzun bir görüşme maratonu sonrasında ortaya çıkan metin üzerindeki uzlaşma sonrasında imzalanmıştır. 20 Kasım 1922- 24 Temmuz 1923 tarihleri arasında kesintilerle de olsa, iki aşamada cereyan eden Lozan Konferansı’nda, Türk Heyeti hemen her konuda Ankara’nın görüşünü almış ve 1600 civarında karşılıklı telgraf çekilmiştir.

Sonuç olarak Sevr Anlaşması’nın uygulama imkânı bulamaması ve ölü doğmuş bir anlaşma olarak tarihe geçmesinden sonra, yüzlerce yıl boyunca Osmanlı Devleti tarafından kullanılan ancak Birinci Dünya Savaşı sonunda bir süre kesintiye uğrayan ve Kurtuluş Savaşı’ndan sonra da Türkiye Devleti tarafından geri alınarak günümüze kadar tartışmasız devam eden Boğazlar üzerindeki 570 yıldır var olan ‘Türk Egemenliği’ Lozan Anlaşması, ardından da 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile teyit edilmiştir.

MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ

 

Lozan Anlaşması’ndan tam anlamı ile memnun kalmayan Türkiye, ulusal sularında yer alan Boğazların kontrolünün yeniden tam anlamı ile Türklere geçmesi ve şartların değiştirilmesi için müzakereden yana ve barışçıl bir tutum sergileyerek sıkı bir şekilde diploması yürütmüştür. 1933'te Londra Silahsızlanma Konferansı'nda ve 1935'te Milletler Cemiyeti Genel Kurulu'nda Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin değiştirilmesi talep edildikten sonra 11 Nisan 1936'da Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin imzacı ülkelerine birer nota göndererek yeni bir Boğazlar rejimi belirlemek için bir konferans toplanması talep edilmiştir. Bu nota aynı gün Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri’ne ve onun aracılığı ile diğer üyelere de gönderilmiştir. Bu son girişim başta İngiltere olmak üzere Sovyetler Birliği, Fransa ve diğer ülkeler tarafından benimsenmiş ve 22 Haziran 1936’da İsviçre’nin Montrö kentinde yeni bir konferans toplanmasına karar verilmiştir. Yaklaşık 1 ay süren ve yoğun tartışmalı müzakerelere sahne olan konferans sonunda, 20 Temmuz 1936’da 29 Madde, 4 Ek ve 1 Protokolden oluşan Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır. Bulgaristan, Büyük Britanya, Fransa, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği, Yugosylavya, Yunanistan ve Türkiye tarafından imzalanan anlaşma 9 Kasım 1936’da yürürlüğe girmiştir. Böylece 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması'ndan beri tam 162 yıl devam eden “Boğazlar Sorunu”, 1936'da Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile ulusal çıkarlara uygun olarak çözülmüştür.

Sözleşmenin temel amacı, ‘Boğazlar’dan geçişi ve gemilerin ulaşımını Lozan Barış Anlaşması’nın 23. Maddesi ile tespit edilen prensibi, Türkiye’nin Karadeniz’e kıyıdaş devletlerin güvenliği çerçevesinde koruyacak biçimde düzenlemek.’ olarak belirlenmiştir. Aynı zamanda Türk Boğazları'ndan ticaret ve harp gemilerinin geçiş ilkelerini düzenleyen temel belge niteliğindeki Montreux Sözleşmesi, imzalandığı tarihten bu yana önemini ve geçerliliğini koruyan az sayıdaki çok taraflı anlaşmalardan biridir. Bunun ardındaki belirleyici neden, Sözleşmenin ülkemizin yanısıra, Karadeniz'e kıyıdaş devletler ve üçüncü ülkeler için de makul ve uygulanabilir bir çıkar dengesi oluşturmasıdır. Ayrıca, Türkiye’nin bu sözleşmeyi imzalandığı günden bugüne dek titizlikle uyguluyor olması da önemli bir etkendir.

Türk Boğazları dünyada benzeri bulunmayan bir coğrafi yapı, konum ve özellikle sergilemektedir. İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi'nin gemi trafiğine ayırdığımız belirli bir bölümünü kapsayan Türk Boğazları, Montreux Sözleşmesi uyarınca uluslararası seyrüsefere açıktır. Montreux Sözleşmesi, ticaret gemilerinin Boğazlarda "geçiş ve seyrüsefer serbestisinden" yararlanmasını öngörmektedir. Öteyandan, Türk Boğazları ülkemizin içsuları içerisinde yer almakta, hukuki bakımdan içsular rejimine tabi bulunmaktadır. Bu çerçevede, yabancı ticaret gemilerinin Boğazlardan geçişi, "zararsız geçiş"e benzeyen, kendine özgü bir rejime tabidir.

Üç farklı kıtanın birbirine en çok yaklaştığı yerde konum alan boğazlarımız, özellikle Karadeniz’e ulaşım konusunda çok önemli bir rol oynamaktadır. Bulgaristan, Romanya ve Rusya gibi Karadenize sahili olan ülkelerin ekonomileri için de boğazlar, oldukça kritiktir.

Bir coğrafi tanımlama olan Boğazlar Bölgesi bir uluslararası su yolu değil, Çanakkale’den İstanbul Boğazı’na kadar olan kısımdır. Marmara Denizi Boğaz değil bir iç denizdir ve bu bölgede başka ülkelerin askerlerinin bulunması bir işgal durumuyla eğdeğer görülmektedir. Bu yüzden 1936’da imzanalan Montrö Boğazlar Sözleşmesi sadece Boğazlar’dan gemilerin rahat geçmesi için değil, Türkiye’nin  bölgedeki egemenliğini yeniden kurabilmesi çısında oldukça önemlidir.

TÜRKİYE’NİN MONTRÖ KAZANIMLARI

Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nden Türkiye'nin elde ettiği kazanımlar iki noktadadır: Birincisi, sözleşmenin yürürlüğe girmesiyle bir defada ve derhal etkisini gösteren, Boğazlar Sözleşmesi'nin ilgasıdır. Boğazlar üzerindeki Türk egemenliğini kabul etmekle birlikte ağır yükümlülükler içeren Boğazlar Sözleşmesi'nin geri dönülmez biçimde ortadan kalkması Cumhuriyet dış politikasının çok önemli bir kazanımıdır. İkincisi ise, Montrö Sözleşmesi'nin Karadeniz'e kıyıdaş olan ve olmayan devletler arasında askeri bakımdan çok hassas ve adil bir denge kurarak, tüm ilgili tarafların menfaatini koruması ve böylece bölge barış ve istikrarını sağlamasıdır.

metin, gazete içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Montrö Sözleşmesi bir yandan askeri gemiler için Karadeniz'de sahildar olan devletlerin çıkarlarını gözetecek şekilde sayı, tonaj ve süre kısıtlamaları ile bir geçiş rejimi kurarken, diğer ülkeleri sınırlandırmış, bir yandan da Türkiye'nin savaşan taraf olup olmamasına göre farklı kurallar getirerek Türkiye'nin çıkarlarını korumaktadır. 

Söz konusu maddeye göre Karadeniz'e kıyısı olmayan ülkelerin Karadeniz'deki savaş gemilerinin toplam tonajının, 30 bin tondan (zorunlu hallerde 45 bin tondan) fazla olmaması, bu ülkelerden herhangi birinin tonajının toplam tonajın üçte ikisini aşmaması, Karadeniz'e insani bir amaçla gönderilecek deniz kuvvetinin 8 bin tonu geçmemesi, bu kuvvetlerin de Türk Hükümeti'nden izin alarak Karadeniz'e girebilmesi ve bu kuvvetlerin burada bulunmalarının amacı ne olursa olsun Karadeniz'de 21 günden çok kalamamaları kararlaştırılmıştır.

Barış zamanlarında ise Boğazlar’da transit olarak bulunabilecek tüm yabancı deniz kuvvetlerinin en yüksek tonaj toplamı 15 bin tonu geçmeyecek ve söz konusu kuvvetler 9 gemiden çok olmayacaktır (Madde 14).

Barış zamanlarında savaş gemileri Boğazlardan geçebilmek için 8 gün içinde Türk Hükümeti'ne bildirim yapmak zorundadır. Bu bildirimde gemilerin gidecekleri yer, adları, türleri ve sayıları, gidiş dönüşte taşıdıkları yükler bildirilecektir. Boğazlardan geçiş 5 gün içinde olacaktır. Daha fazla Boğazlarda kalmak yasaktır. Geçiş sırasında donanma komutanı, Boğaz girişindeki bir işaret istasyonuna emrindeki kuvvetin açık ve seçik bileşimini bildirecektir (Madde 13, 16).

Karadeniz'e kıyısı bulunmayan devletlerin denizaltıları ve uçak gemileri Boğazlardan geçemeyecektir. (Madde 10/3, 11, 12, 14 ve Ek-II par. B). Karadeniz'e kıyısı bulunan devletler, Karadeniz dışında yaptırdıkları veya satın aldıkları denizaltıları Türkiye'ye zamanında haber verirlerse Boğazlardan geçirebileceklerdir. Denizaltılar Boğazlardan birer birer, gündüz ve su üzerinden geçecektir (Madde 12).

Karadeniz'e kıyısı bulunmayan devletlerin barış zamanında Karadeniz'de bulunduracakları savaş gemilerinin tonajı 45 bin tonu aşmayacak ve bu gemiler 21 günden fazla Karadeniz'de kalmayacaktır (Madde18).

Savaş zamanlarında savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi yasaktır (Madde 19).

Savaş zamanlarında Türkiye savaşan ülke durumundaysa veya bir savaş tehdidiyle karşı karşıyaysa Boğazlardan savaş gemilerinin geçip geçmemesi tamamen Türkiye'nin kararına bağlıdır (Madde 20, 21).

Sivil hava araçları Türkiye'ye 3 gün önce ön bildirim yaparak kendilerine gösterilen hava yollarını kullanacaklardır (Madde 23). Askeri uçakların Boğazlar üzerinden geçişine izin verip vermeme yetkisi Türkiye'ye bırakılmıştır.

Türkiye, Boğazlarda hemen yeniden asker bulundurabilecektir (Protokol, 1,2).

Uluslararası Komisyon'un yetkileri Türkiye'ye geçmiştir ve Sözleşmedeki hükümleri uygulayan ve denetleyen taraf Türkiye'dir (Madde 24).

Türkiye, Boğaz geçişlerinde “sağlık kontrolü”, “fenerler”, şamandıralar” ve “kurtarma hizmeti” için vergi ve harç alacaktır. (Geçiş ücretleri 2.5 Frank kuru üzerinden belirlenmiştir.) (Ek-1)

TÜRKİYE’NİN ALTIN FRANK KAYBI

1936 yılından beri Montrö Sözleşmesi’ni hakkıyla uygulayan Türkiye’nin buna mukabil Boğazlardan geçişte tam kontrolü ve gelir kazanımı konusunda bir takım eksiklikleri söz konusudur. Gelir kazanımı noktasında Türkiye’ye ciddi maddi kayıplar verdiren en önemli eksiklik, sözleşmenin ücretlendirme hükümlerinin tam olarak uygulanamamasından kaynaklanmaktadır.  

Türkiye, Montrö Türk Boğazları Sözleşmesi'ne göre, geçen her gemiden altın frank usulü geçiş ücreti alma hakkına sahiptir. Montrö Sözleşmesi'nin 1'inci maddesinde geçiş ve seyir serbestisini tasdik edilmektedir. 2'nci ve 3'üncü maddelerde ise ticaret gemilerinin geçişleri sırasındaki yükümlülükler belirtilmektedir. Sözleşmenin 1'inci lahikası uyarınca, harç ve vergilerin ‘Altın Frank’ değerinden, sancak farkı gözetmeksizin, tahsil edilmesi gerektiği belirtilmiştir.

Eğer bir ticaret gemisi boğazlara girdiği tarihten itibaren altı aydan fazla bir zaman sonra ikinci bir kez geçerse, sancak farkı gözetilmeksizin, "Altın Frank" ücretini ikinci kez ödemekle yükümlüdür.

Hâlihazırdaki ücret uygulamasına göre, 27 Temmuz 1990 tarihinde yayımlanan "Fenerler ve Tahlisiye Ücretleri Tarifesi" uyarınca, ticari bir amacı gözetmeksizin, "Türk Boğazlarında" transit geçiş hakkını gerçekleştiren gemiler fener ve tahlisiye ücretlerine tabiidirler.

Montrö Sözleşmesi ve 2019 yılında yayımlanan Türk Boğazları Deniz Trafik Düzeni Yönetmeliği uyarınca, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından uğraksız geçiş yapan gemilerin bazı yükümlülükleri bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi de Türk Boğazlarında seyir serbestisinden yararlanmak için, vergileri ve harçları ödemeleridir.

Bu kapsamda, Montrö Sözleşmesi'nin 1'inci lahikası; "Yapılan hizmetin niteliğine göre (sağlık denetimi, fener ve şamandıra, kurtarma hizmetleri), kütüğe yazılı darasız tonajın her bir tonu üzerinden alınacak vergi ve harçlar tutarı Altın – Frank (Frankor) üzerinden tahsil olunacaktır. (Altın Frank'ın Sözleşme tarihindeki karşılığı 100 kuruştur). Boğazlardan geçen ticaret gemileri tahakkuk ettirilecek rüsum (resim) ve tekâlifi (yükümlülük) ister Altın Frank olarak, isterse ödeme tarihindeki kambiyo fiyatından Türk Lirası ile ödeyebileceklerdir" hükümlerini içermektedir. 1 Frank 0,290323 gram saf altına karşılık gelmektedir. 

Merkez Bankası'nca TDI Genel Müdürlüğü ile Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü'ne gönderilen 25 Şubat 1983 tarihli talimat yazısına istinaden de: ‘Boğazlardan transit (uğraksız manasında kullanılmıştır) geçen gemilerden tahsil olunan sıhhi kontrol, fenerler ve tahlisiye rüsumunun hesaplanmasına ilişkin 7 Şubat 983 günlü ve 83/6032 sayılı Gizli Bakanlar Kurulu Kararında belirtilen esaslar çerçevesinde 1 Altın Frank'ın indirimli değeri 0,8063 Dolar olarak bankamızca tespit edilmiştir’ denilmiştir. O tarihten beri hesaplama bu yöntemle yapılmaktadır. Dolayısı ile 1 Altın Frank'ın 0,8063 ABD doları olarak (tersten hesaplandığında; 1 gram altın =2,777725 ABD doları olarak) kabul edildiği anlaşılmaktadır. Bir başka deyişle, 1 Ons Altın = 86,38 ABD doları şeklinde Türkiye tarafından sabitlenmiş olarak gözükmektedir. Halbuki bugünlerde, 1 Ons altının fiyatı 1760 ABD doları civarındadır ve geçtiğimiz yıl içinde 1900 ABD dolarını da aştığı olmuştur. Günümüz fiyatları ile 1 gram altının fiyatı 62 ABD Doları'dır ve sabitlenen fiyatın yaklaşık 22/23 katıdır.

Dolayısı ile içinde 0,290323 gram altın içerdiği göz önüne alınarak, günümüzde 1 Altın Frank'ın 0,8063 ABD doları yerine 16/17 ABD doları şeklinde kabul edilmesi gerekmektedir. Ancak ‘Altın Frank’ usulü geçiş ücreti tam olarak alınmamaktadır.  Sözleşmede belirtilen ücretin tam alınması durumunda Türkiye’nin yılda 3 milyar dolar gelir elde edebilecekken, şuan elde edilen gelir 150 milyon dolar civarındadır. Bu durumda Türkiye Boğazlar’dan geçiş yapan gemilerden olması gerekenden 22 misli daha düşük ücret almakta yani yüzde 94'e varan indirim uygulamaktadır. Bu kapsamda Türkiye, Montrö Sözleşmesi uyarınca belirtilen ücretlendirme sistemine geçebilecekken, Türk Bayraklı gemilere vergi iadesi ve diğer usullerle sübvansiyon uygulayabilecektir. Yükseltilecek ücretlerden bayrağı Türk olmayan, ancak donatanı Türk olan gemilerin de etkilenmesi söz konusu olabilecek ancak bu durum Türk Bayraklı olma yönünde bir motivasyon da doğurabilecektir. 

MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ FESH EDİLİRSE NE OLUR?

1936 yılında imzalanan ve yürürlülük süresi 20 yıl olarak belirlenen Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin bu sürenin bitim tarihi olan 9 Kasım 1956’dan itibaren sona erdirilme sürecinin başlayabilmesi, akit tarafların sözleşmeyi sona erdirme ön bildirimi beyanlarına tabi tutulmuştur  (Madde 28/3). Buna göre anlaşmada yer alan imzacı devletlerin 2 yıl öncesinden bildirmek kaydı ile sözleşmenin fesh edilmesini talep hakkı bulunmaktadır. Ancak imzacı devletler uluslararası istikrarın sağlanması adına şu ana kadar böyle bir talepte bulunmamışlardır. Türkiye’de bölgede oluşturulan güven ve istikrarın devamı adına anlaşmanın yapıldığı günden itibaren günümüze kadar geçen süreçde anlaşmaya sadık kalarak üzerine düşeni yapmaktadır. Küresel güçlerin de hakimiyet arzusu bulunan Boğazlar konusunuda diğer imzacı devletlerden herhangi bir fesih talebi gelmesi halinde, Türkiye 1945’te imzalanan BM bildirgesi ve ardından 1975’te imzalanan Helsinki bildirgesi gereği toprak bütünlüğünü korumak adına İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndaki hükümranlığını içeren duruma geri dönme yetkisine sahiptir. Bu durumda Boğazlarla ilgili her koşulda tüm yetkiler sadece Türkiye’ye ait olacaktır. Yani iddia edildiği gibi Sevr dönemine yeniden dönüşün olacağı, Türkiye sınırlarına dahil olan Boğazlar bölgesinin yabancı askerler tarafından istila edileceği yönünde yapılan tezler gerçeği yansıtmamakla birlikte milli duygulardan uzak bir şekilde yapılmış analizler öteye gitmemektedir. Çünkü herhangi bir fesih yaşanması durumunda bir iç deniz olan bölge ile ilgili uluslararası hukuka göre ‘İç Su Teamülleri’ uygulanacak, bu yetkilerde yine uluslararası hukuka göre kara yetkileri ile bir tutulacaktır. Burada unutulmaması gereken en önemli husus, Boğazlar bölgesinin ‘Uluslarararası Boğaz’ değil Türkiye’ye ait ‘Ulusal Boğaz’ olduğu gerçeğidir.

 

Hayrunnisa Çiçek

 

BAU DEGS Gönüllü Destek Araştırmacısı

 

Bu makale Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi (BAUDEGS) için hazırlanmıştır. 

 

KAYNAKÇA

Yaycı, C., 2013. Montrö Sözleşmesi hükümleri çerçevesinde altın frank uygulamasına ilişkin tartışmaların değerlendirilmesi. Bilge strateji. (8), ss 149-267.

Arıdemir, H., 2016. Karadeniz’e kıyıdaş devletler açısından Montrö Sözleşmesi’nin sağladığı denge rejimi. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Afro-Avrasya özel sayısı.

Okay, A., Çelik, A., 2020. Sevr’den Lozan’a Türk Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyetine mirası. Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi. https://baudegs.com/sevrden-lozana-turk-kurtulus-savasi-ve-turkiye-cumhuriyetine-mirasi/

Montreux Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936).

Dördüncü, M., 2001. 1774 Küçük Kaynarca Antklaşması’ndan 1841 Londra Sözleşmesine kadar boğazlar meselesi. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 3 (1), ss 73-83.

Acar, H., 2019. Boğazlar sorunu üzerine jeopolitik bir değerlendirme: İstanbul’un fethinden Montrö Boğazlar Sözleşmesine. Türkiye Siyaset Bilim Dergisi, 2 (1), ss 107-132.

Berk, H., Türk Boğazlarının özellikleri/Montreux Sözleşmesi. Türkiye Cumhuriyeti, Dışişleri Bakanlığı. https://www.mfa.gov.tr/turk-bocazlari.tr.mfa

Küpeli, T., Bükülmez, B., 2006. Küresel güçlerin Karadeniz Stratejilerinin önündeki engel: Montrö. Güvenlik Stratejileri Dergisi, 3 (5), ss 193-218. 

Doğru, Sami., 2013. Türk Boğazları’nın hukuki statüsü: Sevr ve Lozan’dan Montrö’ye geçiş.  Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 15 (2),  ss 123-169.

Ertan, F., T., 2016. Sevr ve Lozan Antlaşmaları hakkında karşılaştırmalı bir değerlendirme. Ankara Üniversitesi Türk Inkilap Tarihi Atatürk Yolu Dergisi, (58), ss 21-37.

Berber, G., Ş., Lozan Anlaşması Perspektifinden Türk Boğazları meselesine giriş. Kastamonu Eğitim Dergisi, 14 (2), ss 617-628.

Yaycı, C., 2021. Montrö Sözleşmesi ile Kanal İstanbul’u bağdaştırmak doğru bir hukuki yaklaşım olmaz. Independent Türkçe, (Online),  https://www.indyturk.com/node/346251/röportaj/müstafi-tümamiral-cihat-yaycı-montrö-sözleşmesi-ile-kanal-i̇stanbulu

Montrö Boğazlar Sözleşmesi, https://www.turkishnews.com/tr/content/2020/03/10/montro-bogazlar-sozlesmesi/