AFETLERDE KULLANILAN HUKUKİ ARAÇLAR HAKKINDA GÜNDEME DAİR DEĞERLENDİRME
Eyüp ATAK
12 Mart 2023
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri(CBK), “düzenleyici idari işlemler”dir. Kanuna dayanmalarına gerek olmayıp ancak kanunlarla çelişmemek kaydıyla çıkarılabilirler. Kanunlarla daha önce düzenlemiş konular hakkında CBK çıkarılamaz. Ayrıca Anayasa bu idari işlemleri yargısal denetime tabii tutmuştur. Bu idari işlemin yetki unsuru bakımından olağan dönem CBK’leri ile olağanüstü hal kapsamında çıkarılan CBK’lar arasında bir fark bulunmayıp; bu yetki yürütme organının başı yani Cumhurbaşkanına aittir. Anayasa bu konuları açıkça düzenlemiştir.
Anayasa da CBK. çıkarmak için sebep öngörülmemiş olmakla birlikte konu açısından sınırlamalar bulunmaktadır. Anayasanın 104’üncü maddesi on yedinci fıkrasında: “Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.” hükümlerine yer verilmiştir. “…İkinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenemez.“ hükümleri yer almakta olup mezkur fıkrada sayılmayan “ekonomik, sosyal ve kültürel hakların” CBK ile düzenlenebileceği anlaşılıyor.
Anayasanın 13’üncü maddesinde: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” hükümleriyle temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını münhasıran yasa koyucuya bırakıyor. Bu nedenle temel hak ve özgürleri kısıtlama niteliğinde CBK’leri çıkarılamayacağı anlaşılmaktadır. Her ne kadar CBK ile ekonomik, sosyal ve kültürel haklar için düzenleme yapılabilse de kısıtlama boyutuna ulaşamaz.
Anayasanın 104’üncü maddesinin on dokuzuncu fıkrasında: “Kararnameler ve yönetmelikler, yayımdan sonraki bir tarih belirlenmemişse, Resmî Gazetede yayımlandıkları gün yürürlüğe girer.” ve 148’inci maddesinin birinci fıkrasında: “Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler ve bireysel başvuruları karara bağlar.” hükümlerine yer verilmiştir. Bu hükümler çerçevesinde şekil ya da usul açısından CBK’lerin yazılı olarak Resmi Gazetede yürürlüğe girdiği ve yargısal denetime tabi olduğu izahtan varestedir.
Olağanüstü Hal CBK’lerinde yetki olağan dönem CBK’lerinde olduğu gibi aynıdır. Yukarıda Anayasanın 104’üncü maddesinin on yedinci fıkrasında olağan CBK’lerinin konusu açısından kısıtlama getirildiğini bahsetmiştik. OHAL CBK’lerinde ise kararnamelerin konusunun genişlediğini görmekteyiz. Çünkü olağanüstü hal dönemlerinde kanunlarla düzenlenmesi gereken konularda ivedilikle tedbir alınması için CBK’leri ile düzenleme yapılabilmektedir. Hatta bu dönemlerde temel hak ve özgürlüklere ilişkin sınırlama getirilebilmektedir.
Olağanüstü halin ilanı için Anayasanın 119’uncu maddesinin birinci fıkrasında: “Cumhurbaşkanı; savaş, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi, seferberlik, ayaklanma, vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışma, ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması, anayasal düzeni veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerinin ortaya çıkması, şiddet olayları nedeniyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması, tabiî afet veya tehlikeli salgın hastalık ya da ağır ekonomik bunalımın ortaya çıkması hallerinde yurdun tamamında veya bir bölgesinde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir.” hükümleri vardır. İlgili madde sebep unsurunu saymakla birlikte konu bakımından sınırlama getirmemektedir.
Anayasanın genel hükümler kısmında “Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması” başlığını taşıyan Anayasanın 15’inci maddesi olağanüstü hal dönemlerinde temel hak ve özgürlüklerin sınırlama getirilebilmesini öngörmektedir. İlgili maddenin birinci fıkrası: “Savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.” hükmü vardır.
Olağanüstü hâl CBK’lerinin konu unsuru, Anayasanın 119’uncu maddesi açıkça belirtmese de Anayasanın 15’inci maddesinin birinci fıkrasında: “…. durumun gerektirdiği ölçüde…” ve ikinci fıkrasında “savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.” hükümleri ile sınırlandığını olduğunu görüyoruz.
Sınırların birincisi ölçülülük ilkesi; ikincisi ise çekirdek haklardır. Masumiyet karinesi, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamayacağını yani işkence yapılamayacağını fiziksel ya da psikolojik şiddet uygulanamayacağını belirtmektedir. Hatta sadece olağanüstü hal dönemlerinde değil savaş ve seferberlik hallerinde dahi bunların yapılmasını yasaklamaktadır.
Anayasamızın 119’uncu maddesi on beşinci fıkrasında: “Olağanüstü hallerde vatandaşlar için getirilecek para, mal ve çalışma yükümlülükleri ile 15’inci maddedeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya geçici olarak durdurulacağı, hangi hükümlerin uygulanacağı ve işlemlerin nasıl yürütüleceği kanunla düzenlenir.” hükmü vardır. Ve bu amaçla oluşturulmuş “Olağanüstü Hal Kanunumuz” var.
Anayasanın 119’uncu maddesinin altıncı fıkrasında: “Olağanüstü hallerde Cumhurbaşkanı, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, 104 üncü maddenin 17 inci fıkrasının ikinci cümlesinde belirtilen sınırlamalara tabi olmaksızın Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.” Konu açısından yetkilerinin çok daha geniş olduğu ve bu yetkinin 15’inci maddeye uygun olarak kullanılması ile son derece hukuki bir durum olduğu açıkça ortadadır. OHAL CBK’leri şekil ya da usul açısından olağan CBK’leri gibi norm koymaktadır. Maddenin ilgili fıkrasının devamında: “Resmi Gazetede yayınlanmasıyla yürürlüğe girdiğine ve aynı gün TBMM onayına sunulduğunu” hükmetmiştir.
2017 Anayasa değişikliğinden önce Anayasanın 91’inci maddesinin son fıkrasında “Yayımlandıkları gün Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmayan kararnameler bu tarihte, Türkiye Büyük Millet Meclisince reddedilen kararnameler bu kararın Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. ” denilmekteydi. Fakat değişiklikten sonra 91’inci madde mülga edildi. Son durumda eğer aynı gün sunulmazsa ne olacağına dair hüküm bulunmamaktadır.
TBMM onayına sunulduktan sonraki süreç Anayasanın 119’uncu maddesinin son fıkrasında: “Savaş ve mücbir sebeplerle Türkiye Büyük Millet Meclisinin toplanamaması hâli hariç olmak üzere; olağanüstü hal sırasında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri üç ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülür ve karara bağlanır. Aksi halde olağanüstü hallerde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi kendiliğinden yürürlükten kalkar.” şeklinde hükmetmiştir. Buradaki üç ay sunulma anından itibaren başlayacağı genel olarak doktrinde kabul edilmiştir.
Özet olarak Olağanüstü Hal Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin meclis onayına aynı gün sunulmamasına karşı bir müeyyide öngörülmemiştir. Meclis onayına sunulduktan sonra üç ay içinde meclis onay verebilir ya da onay vermeyebilir. Meclis üç ay içerisinde gündemine hiç almazsa yine ortadan kalkacaktır. Onay işlemi bir yasama işlemi olup ilgili CBK metni onay sonrası kanunlaşıp Resmi Gazete de tekrar yayınlanır.
Olağanüstü hal rejiminin gerekçeleri yukarıda bahsettiğimiz gibi anayasa da yazmakta olup ülke için çok ciddi gerekçelerdir. İvedilikle alınması gerekli tedbirler ve durumlar söz konusudur. Olağanüstü dönemler olağanüstü tedbirler gerektirir. Bu dönemlerde alınacak tedbirler için kanun taslağı hazırlayıp TBMM genel kuruluna gündem olarak sunup, komisyondan geçip, TBMM’de belli bir tarihte milletvekillerine duyuru yaparak o gündemle toplanılmasını; ardından kabul edenler ya da etmeyenler şeklinde oylamaların yapılması ve madde metinlerinin gerekçelerinin tartışılması gibi aşamaların tüketilmesi olağanüstü hal dönemlerinde imkansızdır. Olağanüstü tedbirlerin alınması ve ivedi karar alma mekanizmasının sağlanması amacıyla tüm demokratik hukuk sistemlerinde öngörülmüştür.
İstisnai bir dönemdir. Anayasaya göre bu dönemin ilanı gerekir. Hukuk kuralları ile düzenlenmiştir. Sınırsız ve keyfi yetkiler verilmemiştir. Yürütme organının yasama organına göre daha hızlı karar alma mekanizmaları olduğu için hızlı tedbir alınması amaçlanmıştır. Anayasanın 119’uncu maddesinde süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edilebilir. Eğer gerekli görülürse olağanüstü halin süresi uzatılabilir ya da kısaltılabilir ya da kaldırılabilir. Cumhurbaşkanının talebiyle TBMM dört ayı geçmemek üzere uzatabilir. Uzatma kararı TBMM tarafından verilmektedir.
Olağanüstü hal döneminden alınan tedbirler TBMM onayıyla kanunlaştırılırsa kanun metni haline gelir ve sürekli hale dönüşür. Anayasa Mahkemesinin görev yetkilerini düzenleyen anayasanın 148’inci maddesinin üçüncü cümlesinde: “olağanüstü hallerde ve savaş hallerinde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.” şeklinde hükmederek Olağanüstü hal CBK’leri hakkında yargısal denetim yolu kapatılmıştır. Ancak TBMM onayıyla kanunlaştırılan CBK’lar kanun metni haline geldiği için somut ya da soyut norm denetimi ile Anayasa mahkemesi önüne götürülebilir.
Olağanüstü hal CBK’leri yukarıda bahsettiğimiz gibi ölçülü olmalı ve çekirdek haklara dokunmamalıdır. İdare, bir sebep oluştuğu zaman olağanüstü hal kapsamında alınan tedbirleri olağan dönemde temel hak ve özgürlüklere sirayet eden tedbirlere dönüştürürken Anayasanın 13’üncü maddesini göz önüne almalıdır. Tedbirin kamu düzenini sağlaması için gerekli, zorunlu, amacı gerçekleştirmeye elverişli ve orantılı olması gereklidir. 2016’da ilan edilen ve 2018’de sona eren olağanüstü hal döneminde olağanüstü halin amacı anayasal düzeni sağlamaktı. Ancak böyle bir dönemde olağanüstü hal CBK’si ile kış lastiği uygulaması, evlilik programları ile ilgili verilen yasaklama kararı gibi CBK’lerinin olağanüstü hal ilanının amacını gerçekleştirmeye elverişli olmadığnı düşündürmektedir.
Olağanüstü hal ilan edilmiş bölgenin coğrafi sınırları içerisinde kalmalıdır. Anayasa mahkemesi 1990’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde ilan edilen olağanüstü hal tedbirleri kapsamında olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesinin de verilen tüm ülkede belli kitap ve yayınların toplatılması kararını olağanüstü hal ilan edilen bölgenin coğrafi sınırları aştığı için iptal etmişti. Ancak bugün itibariyle de sadece olağanüstü hal bölgesindeki yükseköğrenim yurtları değil ülke geneli yükseköğrenim yurtları boşaltıldı. Kararın hem elverişli olmadığını hem de yer ve konu yönünden yetkisizlik kanaati uyanmaktadır.
Olağanüstü hal kanunu olağan dönemlerde uygulanmayıp olağanüstü hal ilan edilmesi ve usulleriyle olağanüstü hallerde uygulanacak hükümleri belirlemektedir. Olağanüstü hal belli bir bölge de ilan edildi ise o bölgede uygulanabilir. Ülke çapında uygulanması mümkün değildir.
Olağanüstü Hal Kanunun 1’inci maddesinde amacı belirtilmiştir: “Tabii afet, tehlikeli salgın veya ağır ekonomik bunalım, anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması durumlarında olağanüstü hal ilan edilmesi ve usulleriyle olağanüstü hallerde uygulanacak hükümleri belirlemektir.”
Olağanüstü Hal Kanunun birinci bölümünde tabii afet ve tehlikeli salgın hastalıklarda yükümlülükler ve alınacak tedbirler bölümünde birtakım yükümlülükler getiriliyor:
5’inci madde: “tabii afet ve tehlikeli salgın hastalıklar sebepleriyle olağanüstü hal ilan edilmesi durumunda felakete uğrayanların kurtarılması meydana gelen hasar ve zararın telafisi için ihtiyaç duyulan ve hemen sağlanamayan para ve her türlü taşınır ve taşınmaz mallar ve yapılması gereken işler; para mal ve çalışma yükümlülüğü yoluyla sağlanır.”
6’ncı maddede ise “tabii afet ve tehlikeli salgın hastalıklar sebebiyle olağanüstü hal ilan edilmesi durumunda gerekli harcamalar öncelikle kamu kaynakları ile yardımlardan sağlanır.”
7’inci maddede: “tabii afet ve tehlikeli salgın hastalıklar sebebiyle olağanüstü̈ hal ilan edilen bölge içindeki kamu kurum ve kuruluşlarıyla tüzel ve gerçek kişiler, kendilerinden istenecek veya yükümlülük konulacak arazi, arsa, bina, tesis, araç̧, gereç̧, yiyecek, ilaç ve tıbbi malzeme ile giyecek ve diğer maddeleri vermek zorundadırlar. Bu amaçla; öncelikle o bölgedeki genel ve katma bütçeli dairelere, kamu iktisadi devlet teşekkülleri ve kuruluşları ile bunlara bağlı müesseselere ve mahalli idarelere başvurulur. İhtiyaçların bu kaynaklardan zamanında ve yeterince karşılanmaması halinde, imkân ve kaynakları da dikkate alınarak, bölgedeki özel kuruluşlara ve gerçek kişilere ait olanlara yükümlülük konulur. Yiyecek, giyecek, araç, gereç, ilaç ve tıbbi malzemeler gibi zaruri maddeler bölge sınırları içinde sağlanamadığı takdirde, bu Kanun hükümleri uygulanmak suretiyle en yakın bölgelerden yükümlülük yolu ile sağlanır.“ Örneğin şahsa ait araziye sahra hastanesinin kurulması. İnşaat firmasına ait vincin kullanılması. Burada bağış durumu söz konusu değildir. Yükümlülük vardır. Bunlara el konulamaz ve bedeli ödenir.
8’inci maddede: “çalışma yükümlülüğü tabii afet ve tehlikeli salgın hastalıklar sebepleriyle olağanüstü̈ hal ilan edilen bölgelerde bulunan 18 - 60 yaşları arasındaki bütün vatandaşlar, olağanüstü̈ hal sebebiyle kendilerine verilecek işleri yapmakla yükümlüdürler.” Elbette bedeli ödenmek kaydıyla yoksa zorla çalıştırma yasağının ihlali ve kölelik olur. Bu çalışma uzmanlık alanlarına vesaireye göre de olabilir. Örneğin yemek taşıma, lojistik, sağlık personeli ise sağlık hizmetleri alanında, park ve bahçelerde görevli ise arama kurtarma da gibi ise görevlendirilebilir.
9’uncu maddede: alınacak tedbirlerden bahsedilir. Bu tedbirlerden bazıları sadece ve sadece olağanüstü hal ilanında mümkün olabileceğini görürsünüz. A bendinde belli yerlere yerleşim yasağı ya da belli yerlerden çıkışı yasaklamak. B bendinde resmi ve özel her derecedeki öğretim ve eğitim kurumlarında öğretime ara vermekten bahsedilir. Örneğin yıkılma tehlikesine ya da hırsızlık olaylarına karşı enkaz bölgesine girişlerin yasaklanması. İlgili kanunun devamında bunun gibi olağanüstü hal dönemine ait pek çok düzenleme mevcuttur.
Peki hemen olağanüstü hal ilanı gerekir mi ya da hemen olağanüstü hal ilan edilemezse ne yapılabilir?
Anayasanın 126’ncı maddesi: “Türkiye, merkezi idare kuruluşu bakımından, coğrafya durumuna, ekonomik şartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre, illere; iller de diğer kademeli bölümlere ayırılır. İllerin idaresi yetki genişliği esasına dayanır. Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alan merkezi idare teşkilatı kurulabilir. Bu teşkilatın görev ve yetkileri kanunla düzenlenir.” şeklinde hükmeder. Bu maddeye dayanarak 5442 sayılı İller İdaresi Kanunumuz çıkarılmıştır. Burada yetki genişliği ve merkezi idare düzenlenmiştir. Madde “iller” dediğinden yetki genişliğinden “iller” yararlanır. “Yetki genişliği” taşra da valinin merkezi idarenin alanına giren konularda merkezi idareye danışmadan ama merkezi idarenin görev alanına giren konularda il düzeyinde karar alabilmesi anlamına gelir.
İl İdaresi Kanunun 11’inci maddesinin d bendinde: “Valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri; aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla, İçişleri Bakanlığından ve gerekirse Kara Kuvvetleri Komutanlığının sınır birlikleri dahil olmak üzere en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından mümkün olan en hızlı vasıtalar ile müracaat ederek yardım isterler. Bu durumlarda ihtiyaç duyulan kuvvetlerin İçişleri Bakanlığından veya askeri birliklerden veya her iki makamdan talep edilmesi hususu, yardım talebinde bulunan vali tarafından takdir edilir. Valinin yaptığı yardım istemi geciktirilmeksizin yerine getirilir. Acil durumlarda bu istek sonradan yazılı şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak yapılabilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Emniyet teşkilatı mensupları ve jandarma, içişleri bakanlığına bağlı olduklarından valilerin emrindeki üniformalı kuvvetler en azından bunlardır. İlgili maddeye göre vali eğer ihtiyaç duyarsa diğer illerden İçişleri Bakanlığına başvurarak jandarma ve emniyet mensubu yada bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla isteyebilir. Hatta gerekirse Kara Kuvvetleri Komutanlığının sınır birlikleri dahil olmak üzere en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından mümkün olan en hızlı vasıtalar ile müracaat ederek yardım isterler. Burada “yardım ister” denilmiştir. Çünkü il düzeyinde değildir. İl düzeyinde olsa dahi ve her ne kadar valiler yetki genişliğinden yararlandığından bir yere kadar MSB’yi de temsil ediyor olsa bile; TSK personelinin, Milli Savunma Bakanlığına bağlı olması sebebiyle emir ve talimat veremez. Çünkü TSK’nın ayrı bir statüsü söz konusudur. Bu durumlarda ihtiyaç duyulan kuvvetlerin İçişleri Bakanlığından veya askeri birliklerden veya her iki makamdan talep edilmesi hususu yardım talebinde bulunan vali tarafından takdir edilir. Telefonla sözlü yapabilir yazılı daha sonra gönderebilir.
Maddenin devamında ne kadar isteyeceği ne isteyeceği vali tarafından takdir edileceği belirtilmiştir. Her ne kadar yardım ister denilse de bu yardımın reddedilme gibi bir durumu söz konusu değildir. Yardım talebine ivedilikle icabet edilir. Savaş hali olması da gerekmez. Aynı şekilde ivedilikle icap edileceği TSK iç hizmetleri kanununda yer alır. Çünkü bu yaşananlarda toplumun güvenliğe ilişkindir. Can ve mal güvenliği söz konusudur.
Olağanüstü hâl ilanı gerektirmeyen ve şuan da uygulanan bir kanunumuz daha var. Kanunumuzun adı “Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun” dur. Bir doğal afet meydana gelir ve genel yaşamı etkilerse bu kanundan yararlanılır. Burada olağan dönemde bir afet söz konusu olmuş ve bu afet genel hayata etki ediyor olmalıdır. Tekil olaylar için değil kamusal yaşama etkili olan bir afet olması gereklidir. Kanunda olağanüstü hal ilanı gerekli olsa bile ilan edileceği ana kadar geçen süre içinde alınabilecek tedbirlerden bahsedilir. Kanunun mülki idari amirlerine yetki veren maddeleri vardır:
6’ncı maddesinde şu şekilde hükümler getirilmiştir: “Afetlerin meydana gelmesinden sonra vali ve kaymakamlar (Askerler ve hakim sınıfından bulunanlar hariç olmak üzere) 18-65 yaş arasındaki bütün erkeklere görev vermeye bedeli ücreti veya kirası sonradan ödenmek üzere canlı cansız resmi ve özel her türlü taşıt araçlarına ve gerekli makine alet ve edavatına el koymaya ve hiçbir kayda ve merasime tabi olmaksızın tedavi kurtarma yedirme, giydirme ve barındırma gibi işlerle bu gibi işlerin gerektirdiği acil satın almaları ve kiralamayı yapmaya devlete ait bina ve müştemilatı ile bahçe ve arsa gibi araziyi geçici olarak işgale yetkilidir. Bu yetkinin kullanma süresi afetin sonra ermesinden itibaren 15 gündür. Bu süre gerektiğinde imar ve iskan bakanlığınca uzatılabilir. Kendilerinden yardım istenilen afet bölgesi civarındaki vali ve kaymakamlar yukarıdaki fıkralarda yazılı yetkilerini kullanarak bütün imkan ve vasıtalarla yardıma mecburdurlar.” Burada mülki idare amirlerinin afetin meydana gelmesinden hemen sonra devlet memuru olup olmadığına bakılmaksızın herkesi görevlendirebileceği; afetin etkisini ortadan kaldırmak için canlı cansız tüm araç ve gereçleri ücreti karşılığında el koyma dahil hizmet ve koordinasyon için ihtiyaç duyulan tüm yetkiler mülki idare amirlerine verilmiştir.
Olağanüstü hal ilanına gerek olmaksızın genel yaşama etkili bir afet durumunda kolluk kuvvetlerinden mülki idare amirlerinin yardım isteyebileceğini ve üstlerinden emir beklemeksizin icap edileceğini belirten kanunun 7’nci maddesi vardır: “Afet bölgelerinde veya civarında bulunan ordu, jandarma, kıta, birlik ve müessese, kumandanları, hazarda, kendilerinden vali veya kaymakamlar tarafından istenilecek yardımları üstlerinden emir beklemeksizin yapmaya mecburdurlar.” Bu hükümle açıkça mülki idare amirlerinin yardım isteyebileceği ve ivedilikle icap edileceği ifade edilmiştir.
Son olarak “Afet ve Acil Durum müdahale hizmetleri yönetmeliği”miz vardır. Yönetmeliğin İl ve ilçe afet müdahale planları ile İl Afet ve Acil Durum Koordinasyon Kurulu başlık kısımda 8’inci maddenin ilk fıkrasında: “İl afet müdahale planı; valinin başkanlığında, İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü koordinasyonunda, bakanlıklar ile kurum ve kuruluşların taşra teşkilatları ve mahalli idarelerin katılımıyla, afet ve acil durumlara ilişkin ve TAMP’a uygun olarak hazırlanır. İl afet müdahale planında, müdahale çalışmalarında görev alacak çalışma grupları ve koordinasyon birimlerinin görev ve sorumlulukları tanımlanır.”, son fıkrasında “İl Afet ve Acil Durum Koordinasyon Kurulu, valinin başkanlığında il afet ve acil durum müdürü, belediye başkanı, il özel idaresi genel sekreteri, garnizon komutanı, çalışma gruplarından sorumlu il yöneticileri, mülki idari amirliğince belirlenecek bir muhtar ile sivil toplum kuruluşu temsilcisi ve ihtiyaç duyulan diğer il yöneticilerinden oluşur. İl Afet ve Acil Durum Koordinasyon Kurulu, normal zamanlarda yılda en az iki kez toplanır, afet ve acil durum hallerinde ise çağrı ve talimat beklemeksizin İl AFAD Merkezinde toplanır.” ilgili fıkralardan anlaşılan açıkça valiliklerin il düzeyinde afet yönetiminde ve koordinasyonunda asli yetkili oldukları açıkça hükmedilmiştir.
İl idaresi kanunun 11’inci maddesinin d bendi ve Umumi hayata müessir afetler dolayısıyla alınacak tedbirlerle yardımlara dair kanun 7’nci maddesini birlikte ele aldığımızda:
6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli deprem felaketinin ilk günlerinde jandarma ve emniyet mensubunun yetersizliği ya da Türk Silahlı Kuvvetlerinin sahaya geç indiği ya da az miktarda olduğu kanısı var ise kanımca sebebinin kolluk kuvvetleri, TSK veya merkez teşkilatın olmadığıdır. Çünkü afetin meydana geldiği ilk anda sahadaki en üst mülki idare amiri valilik olup afete dair ne gereklilik var ise alınması beklenilen kararları ilk elden vermeye yetkili makamdır. Zaten Türk Silahlı Kuvvetlerine, diğer illerdeki emniyet mensupları ve jandarma için afet illerindeki valiliklerden yardım talebi gelmedi, geç geldi ya da geldi ama az sayıda ise burada ilgili kolluk kuvvetlerinin sorumluluğu olamaz. İldeki en üst mülki idare amiri olarak kendisi karar almayıp ya da alamayıp merkez teşkilatının daha erken aşamada böyle bir karar almasını sağlamadıysa bu durumdan yine kolluk kuvvetlerinin ve merkez teşkilatın sorumluluğu söz konusu olamaz. Elbette bu aşamadaki sorumluluk çözüldükten sonra diğer kademelerdeki sorumluluk da ele alınabilir.
Türk halkında devletin varlığı denildiğinde bu imajı ilk tesis edecek olan emniyet, jandarma ve TSK’dır. Bu kurumlar ve mensupları fiilen hizmette bulunmasalar bile bölgedeki manevi varlığı halkın en büyük psikolojik destektir. Böyle bir dönemde kamuoyunda en erken zaman ve fazla sayıda aranmaları doğaldır. Ancak yaşanılanın dünya tarihinin en yıkıcı kara depremlerinden biri olduğu, etkilenen bölgenin pek çok dünya ülkesinin yüzölçümünden daha büyük olduğu, bölgenin bir kısmının terör odaklarının bitişiğinde olması ve deprem gününü fırsat olarak görüp terör saldırılarının da gerçekleştirildiğini de unutmamak gerekir. Bütün bunların içerisinde kanunlarda ilgili kuvvetlerin aksiyonu; “yardım talebine” bağlanmıştır. Bu konu için “Emniyet-Asayiş Yardımlaşma(EMASYA) Protokolü” hakkında da elbette pek çok tartışma yapılabilir. Fakat askerin kendiliğinden inmesi ya da sahaya indikten sonra yetkisinin olup olmadığına bakmadan önce; sahadaki varlığı zemine oturtulmalıdır. Çünkü somut olayda afetin ilk anında valiliklerce mevcut yetkilerin kullanıp kullanılmadığı kamuoyunda tartışılmaktadır.
Sonuç olarak olağan ya da olağanüstü dönemlerde, devletin her türlü gelişmeye hemen reaksiyon verebilmesi; yönetimin ve koordinasyonun gecikmesiz ve sorunsuz sağlanabilmesi için yetki genişliği ilkesince saydığımız ve sayamadığımız sayıda yetkiler valiliklere verilmiştir. Bu ilke ile en azından merkez teşkilatın durumu sevk ve idare için tam anlamıyla ele alasıya kadar valiliklerce sürecin en iyi şekilde yönetilmesi ele alındıktan sonra da yönlendirilmesi gerekir. Bu durum ilk andaki müdahale, koordinasyonsuzluk ve yardımların verimli yönetilemediği iddiaları içinde düşünülebilir.