Arktik Bölgesi Strateji ve Küresel Mukavemet Dairesi

Sosyal Medyada Paylaş!

Arktik Bölgesi Strateji ve Küresel Mukavemet Dairesi

Yazan; TÜRK DEGS Araştırmacısı Soner Atakan Ertürk

27 Eylül 2022 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı bünyesinde “Arktik Bölgesi Strateji ve Küresel Mukavemet Dairesi” adlı yeni bir birim oluşturulmuştur. Iris A. Ferguson öncülüğünde faaliyetlerini yürütecek olan dairenin çalışma alanları yeni iklim şartlarına uyum sağlama, sürdürülebilir enerji ve yeni şartların doğurduğu etkilerin azaltılması olarak duyurulmuştur. Tecrübeli bir isim olarak Ferguson geçmişte Hava Kuvvetleri Operasyonlardan Sorumlu Genelkurmay Başkan Yardımcısı olarak görev yapmış, ayrıca Arktik ve İklim Güvenliği konularında Hava Kuvvetleri içerisinde başdanışmanlık yapmıştır. Bu süreçte Hava Kuvvetleri’nin “Arktik Stratejisi” yazımında ve bu stratejinin uygulanılmasında önemli rol oynayan Ferguson, Daire kurulduktan sonra James A. Garamone’a bir mülakat vermiştir. Mülakatın incelenmesi Daire’nin ABD’nin Arktik politikaları özelinde nereye düştüğünü anlayabilmek açısından önemlidir.

Arktik bölgesinin geçirdiği doğal değişim ve dönüşüm bölgede yer alan aktörlerin siyasetlerini de değişmeye zorlamaktadır. Dolayısıyla Arktik bölgesindeki savunma stratejileri ve iklim değişikliği konuları birbirleriyle güçlü bir ilişkiye sahiptirler. Askeri açıdan bu durumun sebebini açıklamak gerekirse bölgenin geleneksel yapısının, haritasının ve dolayısıyla o güne kadar oluşturulmuş olan bölgesel alt ve üst yapının iklim değişikliği etkisiyle değişiyor olması yeni savunma stratejileri geliştirmeyi ve bu stratejileri uygulamaya koymaya imkan veren alt ve üst yapının yeniden inşasını zorunlu kılmaktadır. Bölgeye yerleştirilmiş olan radar sistemleri, internet bağlantı kabloları, inşa edilmiş olan tesislerin temelleri gibi pek çok ürün eriyen buzun etkisiyle bozulma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bununla birlikte yeni yollar, geçitler gibi savunma ve saldırı yöntemlerinin doğal sebepler tarafından çok hızlı biçimde değişmeye zorlanması, Arktik bölgesi özelinde, iklim değişikliği ve savunma stratejileri arasında güçlü bir ilişki bulunmasına sebep olmaktadır. Bu nedenle Arktik bölgesinde görev yapan üst düzey bürokratların ve askeri unsurların küresel ısınmanın etkileri üzerine çalışmalar yürütmüş insanlar olması doğaldır. Görüldüğü üzere, Ferguson da bu noktada bir istisna değildir.

Ferguson, yapmış olduğu açıklamalarda “Operasyonlarımız ve altyapımız üzerinde dramatik etkisi olan birçok jeofiziki değişiklik görmekteyiz. … Bölgedeki birçok askeri altyapı, erimekte olan permafrost (Donmuş toprak) temeller üzerine inşa edilmiştir, bunun etkilerini azaltabilmek için çalışıyoruz” sözlerine yer vermiştir. Bir üst paragrafta sebepleri açıklanmış olan konu hakkındaki çalışmaların, açılmış olan daire tarafından koordine edilecek bir biçimde yürütüleceği Ferguson’un bu sözlerinden anlaşılmaktadır. Bunlara radar alanlarını ekleme potansiyeli olan kıyı erozyonunu da ilave eden Bakan Yardımcısı, doğal koşulların mevcut durumuna ve bu halin genel stratejiye etkilerine dair analizlerin ve geleceğe dair yeni politikaları değişen çevre koşullarına uygun hale getirmenin daire için ana gündem maddelerinden biri olacağının sinyallerini vermiştir.

Vermiş olduğu demeçte Arktik bölgesinin önemli bir güç yansıtma sahası olduğunu hatırlatan Ferguson’un ifadelerinin arasında, ABD açısından, Arktik’in savunmasının anavatan savunması olduğuna dikkat çekilmiştir. Ayrıca yaptığı açıklamalarda, bölgede yer alan farklı aktörlerin davranışlarını ABD’nin nasıl algılıyor olduğunu da atlamamıştır. Özellikle Çin ve Rusya’nın faaliyetleri üzerinde duran Ferguson, bu ülkelerin faaliyetlerinden bahsetmiş ve Arktik siyaseti çerçevesinde konuyu ele almıştır. Rusya’nın inşa yahut restore ettiği havaalanları da açıklamalara konu olmuş, Rusya tarafından oluşturulan savunma mimarisinin yenilendiği de dile getirilmiştir. Bölgenin en hakim ve yüz ölçümü olarak en büyük ülkesi olan Rusya’nın bölgedeki hareketliliğini inceliyor ve takip ediyor olduklarını belirten Ferguson, konuya ilişkin olarak bölgede faaliyet yürüten ülkelerin eylemlerini takip edecek kurumlardan bir tanesi olduklarını da böylece ilan etmiştir. Bu çalışmaları ele alan her kurum gibi ABD ve Rusya’nın birbirlerine, tahmin edilenden daha yakın olduğu da açıklamalar sırasında zikredilmiştir. ABD ve Rusya arasındaki mesafe Bering Boğazı’nda 55 deniz miline kadar düşmektedir, bu ayrıntıyı paylaşan Ferguson Rusya’nın savunma birimlerini bu sınırı aşabilmeye muktedir olan Kalibr sınıfı füzeler ile donatıyor olduğunu da dile getirmiştir. Bunun da ötesinde kendisini “Yakın Arktik devleti” olarak tanımlayan Çin konusu da Ferguson, ve nihayetinde daire, tarafından ele alınmıştır. Çin’in kendisine Arktik bölgesi içerisinde yer bulma çabalarının incelenmesi, bu çabalara karşı politika üretiminin dairenin gündem maddelerinden biri haline gelmesi, yapılan açıklamalar değerlendirildiğinde, sürpriz olmayacaktır.

Arktik bölgesi geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Buna ek olarak bölgenin bir kesişim noktasında yer alıyor olması sebebiyle ABD ordusunun toplamda üç adet “Müşterek Muharip Komutanlığı” tarafından görev sahası olarak belirlenmiştir; ABD Kuzey Komutanlığı, ABD Avrupa Komutanlığı ve ABD Hint-Pasifik Komutanlığı. Bölgede bir kesişim gösteren bu görev sahalarının Arktik bölgesi özelindeki politikaları, Arktik Bölgesi Strateji ve Küresel Mukavemet Dairesi eliyle koordine edileceği gibi askeri olmayan eylemlerin gerçekleştirilmesini de yine Ferguson’un başında olacağı daire üstlenecektir. Eğitimden alt üst yapı yatırımlarının belirlenmesine kadar geniş bir sorumluluk alanı olacak olan dairenin ABD’nin Arktik bölgesine dair geliştirdiği politikalara büyük katkı sunmasını beklemek yanlış değildir. Fakat her ne kadar sorumlulukları arasında askeri olmayan hizmetler yer alsa da bölgeye yönelik geliştirilen savunma politikaları ve askeri yaklaşımlar dairenin temel meselesi olmayı sürdürecektir.

Arktik bölgesinde ABD’nin askeri varlığı yalnızca Arktik bölgesi için değil, Hint-Pasifik bölgesi için de önem sahibidir. Alaska’nın kuzey kesimlerinden Hint-Pasifik görev sahasına ulaşmak, ikmal çalışmaları yürütmek ABD açısından son derece karlı ve önemlidir. Bu amaç uğruna kurulmuş olan 11. Hava İndirme Tümeni ABD’nin askeri kapasitesi ve bunu yansıtabilme gücü düşünüldüğünde ne anlama geldiği açıktır. Uluslararası aktörlerin askeri kapasiteleri kadar bunları hedefleri uğruna kullanabilme kabiliyetleri de önem taşımaktadır. Örnek vermek gerekirse, Türkiye askeri kapasite açısından bölgesindeki diğer aktörlerin üzerinde yer almaktadır fakat bu kapasitesini yansıtabilme kabiliyeti İran yahut Yunanistan gibi aktörlere nazaran düşüktür. İran çevre ülkelerinde bulunan yasal ve gayrı yasal örgütlerle kurmuş olduğu örtülü ilişkileri aracılığıyla, Yunanistan ise üyesi olduğu uluslararası örgütlerdeki konumu itibarıyla zaman zaman kapasitesinin üzerinde bir güç yansıtabilmektedir. Türkiye ise zaman zaman sahip olduğu kapasitesinin altında sonuçlar almaktadır. Arktik bölgesinde ABD açısından bu güç yansıtması meselesi ABD’nin bölgede konuşlanabilmesi olarak anlaşılmalıdır.

ABD askeri kapasite açısından dünyanın en kudretli devletlerindendir, belki de en üstün devletidir denilebilir. Buna rağmen Vietnam’da, Afganistan’da, Orta Doğu’da yenilerek çekilmeye zorlanmıştır. Bunun sebebi sahip olunan kapasitenin savaşın yaşandığı coğrafyaya yansıtılamamış olmasıdır. Arktik bölgesinde bunun önüne geçebilmek amacıyla bölgeyi “anavatan” kavramı üzerinden, Türkiye’nin “Mavi Vatan” kavramına yakın bir anlayışla ele alan ABD, hem bölgedeki yerleşimini arttırmakta hem de var olanın korunmasına çok dikkat etmektedir. Hem kendi toprakları hem de müttefiklerin toprakları üzerinde askeri yerleşimini büyüten ve güçlendiren ABD’nin tüm savunma çalışmalarını koordineli şekilde yürütebilmesini sağlayacak olan “Arktik Bölgesi Strateji ve Küresel Mukavemet Dairesi” bu bağlamda ABD için kritik bir adımdır. Kuş uçumu mesafe olarak ABD ve Hint Pasifik arasındaki en yakın alan olan ve dolayısıyla yakıt takviyesi için en uygun bölge olan Arktik bölgesi ABD’nin dünyanın farklı coğrafyalarında da güç kapasitesini yansıtabilmesi için bir sıçrama tahtası olmaya, bir enstrüman olmaya adaydır. Bu noktada 11. Hava İndirme Tümeni ve bağlı olduğu kurumların bahsedilen dairenin önerileri ve tavsiyeleriyle beraber faaliyet göstereceği söylenilebilir. Fakat ABD’nin Arktik bölgesindeki savunma güçleri ve Arktik bölgesini savunma anlayışı yalnızca bu tümenle sınırlı değildir. Çünkü askeri anlamda ABD’nin anavatan savunmasının başlangıç noktası olması gereken alanlardan bir tanesidir Arktik. Savunma Bakanlığının yayınlamış olduğu son strateji belgesi Arktik bölgesi için “Anavatan’a ulaşmanın yolu” demiştir. Ferguson’a göre bu stratejinin öncelikleri anavatanı korumak, ulusal çıkarların korunmasını sağlamak ve diğer ulusların da karşılaştıkları herkes için ortak sorunlara karşı ortak çalışmaları yapabilmektir. Bununla beraber elbette asıl hedef bölgedeki barışın ve istikrarın, her ne kadar Ferguson bu şekilde ifade etmemiş olsa da, “Kurallara dayalı uluslararası düzenin” korunmasını sağlamaktır denilebilir. Bugüne kadar ABD’nin çeşitli kuruluşları tarafından yayınlanmış belgelerde kurallara dayalı uluslararası düzene, Arktik bölgesindeki ABD çıkarlarına ve Arktik bölgesi üzerinden aslında doğrudan ABD anakarasına en büyük tehdidi yaratan uluslararası aktör Rusya olarak ele alınmaktadır.

Bering Boğazı üzerinden, ABD ve Rusya arasındaki mesafe yalnızca 90 kilometreye kadar düşmektedir. Sınırlarının yalnızca 90 kilometre ötesinde, denizaltıları ve akla gelebilecek tüm savunma enstrümanlarıyla, varlığını her gün daha fazla güçlendirerek konuşlanan ve Arktik bölgesinin yüzde ellisinden fazlasına tek başına sahip olan Rusya’nın, ABD için yarattığı doğrudan tehdidin en önemli ayaklarından bir tanesi Arktik bölgesidir. Çin ile geliştirdiği taktiksel ilişkiler sebebiyle Arktik bölgesinde ABD’ye en büyük rakip ve tehdit olan Rusya ile ABD’nin böylesine yakın olması ABD’yi bölgede bir savunma mimarisi inşa etmeye zorlamaktadır. Bu mimarinin son halkaları olarak İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya hızlandırılmış usulde kabulünü ele almak mümkündür.

1948 yılında dönemin Amerikan başkanı Harry Truman’ın ifade ettiği üzere İskandinav ülkeleri SSCB ve ABD için stratejik bir öneme sahiptiler, hala da öyleler. Kuzey Amerika ve Batı Rusya’nın ortasında bulunan; Moskova ve Londra arasındaki en kısa mesafe olan; Baltık ve Barents denizlerini kontrol edebilecek şekilde hakim bir konumda yer alan İskandinavya’nın herhangi bir kutba yakınlaşması öteki kutbu veya kutupları çok zorlayacak şekilde kutuplardan bir tanesine imkanlar verecektir. Truman 1948 yılında İskandinavya’nın Sovyet hakimiyetine terk edilmesi halinde Sovyetlere gelişmiş havaalanları, denizaltı limanları, füze fırlatma rampaları inşa edebileceği bir saha bırakacağını öngörmüş ve dile getirmiştir. Sovyetlerin bu sayede Kuzey Atlantik’i atış sahası içerisinde alabileceğini bunun da müttefiklerin hem deniz hem de hava operasyonlarını tehdit edebileceğini belirtmiştir. Bu bağlamda düşünüldüğünde Truman’dan miras kalan anlayışı sürdüren ve mevcut tehdidi bertaraf etmek için tehdidin hayat bulmasını beklemek istemeyen ABD’nin 2010’lu yılların başlarından itibaren ilişkilerini güçlendirdiği ve hatta Baltık denizi üzerinde bulunan Gotland adasında ortak tatbikatlar yürüttüğü İsveç’in; NATO’nun NATO dışı en önemli partnerlerinden olan ve F-35 programı çerçevesinde önemli imkanlar kazanmış olan Finlandiya’nın NATO’ya kabulünün yalnızca Rusya Ukrayna çatışmaları üzerinden ele alınması son derece hatalıdır denilebilir. Rusya’nın NATO topraklarına, ve hatta doğrudan ABD topraklarına, yaratması muhtemel olan tehdidin en alt düzeye indirilebilmesi için, ABD açısından, Rusya’nın bizatihi kendisinin ve mevcut/muhtemel ortaklarının karşısında Arktik bölgesinde de durulması lazımdır. İsveç ve Finlandiya, Avrupa ve Baltık bölgelerindeki öneminin yanı sıra, Arktik Konseyi’nin daimi üyeleri olmaları ve İskandinavya’yı oluşturan bileşenlerden olmaları sebebiyle Arktik bölgesi açısından öneme sahiptir. ABD’nin konuyu bu şekilde ele aldığı anlayabilmek için Daire’nin başkanı Ferguson’un açıklamalarına bakarken genel ABD stratejisini de ele almak gerekmektedir. ABD’nin 7 Ekim 22 tarihinde yayınlamış olduğu “Arktik Bölgesi için Ulusal Strateji” adlı belgede Rusya’nın Ukrayna’daki savaşının sonucunda İsveç ve Finlandiya gibi Arktik bölgesinde yer alan ortaklarla olan birliği güçlendirildiğini, bu savaşın NATO’nun kaynaklarını genişletme çabalarını teşvik ettiğini belirtmiştir. Yani ABD’li yetkililer Rusya’nın Ukrayna’da giriştiği “Özel Askeri Operasyon”u NATO açısından bir fırsat olarak görmüş, bu fırsatı NATO’nun etki alanını genişletmek için kullanabileceğine kanaat getirmiş ve Arktik bölgesine dair geliştirdikleri ulusal stratejide Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya kabulünün ABD’nin Arktik bölgesindeki çıkarlarının korunması açısından önemli olduğunu belirtmişlerdir. Buna paralel olarak, bahsedilen stratejideki koyulan hedeflerin gerçekleştirilebilmesi amacıyla görev yapacak olan “Arktik Bölgesi Strateji ve Küresel Mukavemet Dairesi” Rusya’nın eylemlerini artan bir düzeyde izliyor olduklarını belirtmiş, bunu ifade ederken Çin’in bölgedeki kendisini konumlandırış şekline ve varlığına dair yorumlar yapmaktan da geri durmamıştır. Çin’in kendisini “Yakın Arktik Devleti” olarak tanımladığını hatırlatan Ferguson bu konu hakkında “Hiçbir şekilde yakın değiller” demiş, ayrıca konuyu takip ediyor olduklarını belirtip bölgedeki çıkarlarının korunuyor olduğundan emin olmak istediklerini söylemiştir. Ulusal Strateji’de de bu durum benzer şekilde ifade edilmiştir. Yani denilebilir ki ABD Savunma Bakanlığı “Arktik Bölgesi Strateji ve Küresel Mukavemet Dairesi” eliyle Arktik bölgesine yönelik olarak geliştirmiş olduğu politikalarını genel stratejiye uygun bir biçimde koordine edecek ve hayata geçmesi için gerekli çalışmaları yürütecektir.

 

Sonuç olarak Arktik bölgesi ABD açısından küresel güç mücadelesinin cephelerinden bir tanesi olarak ortaya çıkmış ve bu cephede operasyon yürütebilme kabiliyetlerinin geliştirilmesi ABD’nin stratejik hedeflerinden bir tanesi olmuştur. Bölgenin şartlarının ABD kurumlarına dayattığı gerçeklikler politika yapma biçimini değiştirmiş, bu değişen duruma uyum sağlayabilmek ABD için bir zorunluluk haline gelmiştir. Bölgesel uyumun arttırılabilmesini sağlayacak kurumların ve dairelerin bu anlamda ABD için daha önemli hale geldiğini söylemek mümkündür. Arktik Bölgesi Strateji ve Küresel Mukavemet Dairesi bu konjonktürde doğmuştur. Arktik bölgesinin yer altı kaynaklarından küresel güç rekabetindeki diğer cephelere ikmal hattı olmasına kadar pek çok meselenin ortak şekilde değerlendirilmesi, bütün bir politika inşasını gerektirmektedir ve “Daire” ABD’nin ihtiyacı olan bu hizmeti sunacaktır.

Küresel olarak büyük bir önem arz eden bölge için “yakın” ve uzak tüm devletler belirli politikalar oluşturmaktalar, oluşturmalılar. Türkiye de bir istisna değildir, çıkarları ve sorumlulukları çerçevesinde bir kurumun Arktik bölgesi özelinde genel Türk stratejisine uygun bir politika kurgulaması Türkiye açısından da bir zorunluluktur.

Gelenekleri ve devlet yapısı dolayısıyla Türkiye’nin bu politikaları inşa edecek kurumunun bünyesinde bulunacağı teşkilat Savunma Bakanlığı değil, Dışişleri Bakanlığı olmalıdır. İkili Siyasi İşler Genel Müdürlüğü adı altında Dışişleri Bakanlığı Bakan Yardımcılığı’na bağlı, sosyal hayatla birlikte diğer kurumlarla ve özellikle akademiyle ilişkileri güçlü bir birim Türkiye’nin kendine has ihtiyaçları ve politika geliştirme biçimine uygun şekilde ihtiyaçlarına cevap verebilecektir. İkili Siyasi İşler Genel Müdürlüğü’nün kutupları kapsayacak şekilde oluşturulması ve iki birime ayrılması Türkiye için verimli sonuçlar üretecek bir sistemi oraya çıkartabilir. Antarktika ve Arktik olarak sahaları paylaştırmış tek bir birim olarak Kutuplar ile ilgili politikaların koordinasyonunun, bağımsız çabalara olan öngörülebilir ve en önemlisi itimat edilebilir desteğin sağlanmasını planlayabilecek bir kurum çok önemlidir. Türkiye’nin Arktik bölgesi özelinde uzmanlaşmış, bağımsız çabalarla devlet kurumlarının bazı kararları almasını sağlamış pek çok akademisyeni ve bilim insanı vardır. Bu insanların düşüncelerini iletmek için mesai harcamak zorunda kalmayacakları, ilettikleri düşüncelerinin muhatapları tarafından anlaşılabileceğinden emin oldukları bir kurum, mevcut çabalarla ortaya koyulabilen eserin ciddi biçimde büyümesini sağlayabilir. Genç bir araştırmacı ve önemli bir bilim insanı olan Ebru Caymaz, Kutup Araştırmaları Enstitüsü’nden Kutup Bilimleri Çalıştayı’na kadar pek çok organizasyonda öncü rolü oynayan Burcu Özsoy’a, Barbaros Büyüksağnak’a, bölgenin deniz hukuku açısından tartışmalarına katkı veren Cihat Yaycı’ya kadar pek çok kişiden ve kuruluştan beslenerek büyümesi muhtemel olan bu kurumun doğru şekilde kurulup işletilmesi Türkiye için çok önemli kapıları aralayabilecek bir potansiyele sahiptir.