Tarihi olarak Fransız halkı siyasi birliktelik üzerine kurulmuştur. Vatandaş (citoyen) olmak için bir etnik gruba referans göstermek gerekmez. Fransız anlayışının özelliği, bir taraftan kendisini sosyal sözleşme/toplum sözleşmesi (contrat sociale) anlayışından, bir taraftan da Aydınlanma felsefesi ve İnsan Hakları Beyannamesi’nden beslenmesidir.
Göç olgusu Fransa için eski bir kavramdır. Eski rejim (Ancien Régime – 1789 devrimi öncesi) döneminden beri yabancı sanatçılar, tüccarlar, askerler gelip yeteneklerine göre ülkede iş buluyorlardı.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren göç olgusu daha çok nitelik değiştirdi; ancak daha az kalifiye insan gücü gelmeye başladı. 1800’lerin başında Avrupa’da en kalabalık nüfusa sahip ülke olan Fransa, 1911 de 11. sıraya geriledi. Sanayileşmenin iş gücü ihtiyacını gerekli kıldığı dönemde iç göç tüm ihtiyaçları karşılamaya yeterli gelmiyordu ve bazı bölgelerde (region) mevsimlik işçi ihtiyacını karşılamak için göçler teşvik ediliyordu.
Avrupa’nın önde gelen sanayileşmiş ülkeleri arasında olan Fransa, bu önemli göç dalgalarını görerek, farklı ülkelerden yabancı işgücü ihtiyacını karşılamaya başladı. Bu göç dalgalarıyla, imparatorluk ve sömürgecilik tarihi ve coğrafyası açısından çok kültürlü bir ülke olan Fransa; her sene 20 bin civarında yasal yollarla gelen kişilerle de birlikte, Avrupa’nın en eski, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yabancı sayıları bakımından da en önemli göçmen ülkesi haline geldi.
Fransa, cumhuriyetçi Jakoben geleneğin meyvesi olan asimilasyoncu geleneğiyle anılmaktadır. 19. yy sonunda geniş bir imparatorluk üzerinde hakimiyet kurmuş olan Fransa, askeri, siyasi, kültürel hegemonyası pozitif yaklaşımla dönemin hakim söylemi (maître-mot) uygarlaştırma göreviyle (mission civilisatrice) açıklanıyordu -Fransızlar göçmenleri medeniyetsiz olarak görüyor ve onları medenileştirmeyi kendilerine görev biliyorlardı.-
Yabancılar ve göçmenler 1968 den beri, birçok noktada ayrımcılık kurbanı olmaya devam etmektedir. Bazı yoksul semtlere (Seine-Saint Denis, Kuzey Marsilya) yerleştirilerek ayrımcılık hissi doğrulmaktadır. Yabancıların yarısında fazlası Hassas Kentsel Bölgeler’de (ZUS, Zones Urbaines Sensible) bulunmaktadır, toplamda 751 bölge. Bu bölgeler yaklaşık olarak ülke nüfusunun % 7’sini barındırmaktadır. İşsizlik oranının bu bölgelerde %43 (ZUS alanı dışındaki oranların yaklaşık iki katı) olması ,bu bölgelerde çalışanların da çoğunluğunun (%53) işçi olması bölgelerdeki ayrımcılığı gösteren en önemli faktörler arasındadır.
TARİHSEL BİR OLGU OLARAK GETTOLAŞMA
Yakın tarihte gettolaşma, altmışlı ve yetmişli yıllarda misafir işçilerin Avrupa’ya gelmesiyle oluşmaya başladı. Başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleri işgücü göçüne ilişkin anlaşmalara imza atarken, bu göçün geçici olduğunu düşünüyor ve ihtiyaç karşılandıktan sonra misafir işçilerin kendi ülkelerine döneceklerini umuyordu. Nitekim altmışlı yıllarda da gelişmeler beklentilere uygun olarak gerçekleşti, fakat yetmişli yıllara geçince bir yandan giderek artan aile birleşimi diğer yandan da yabancı iş gücüne duyulan yapısal ihtiyaç, planları ve beklentileri değiştirdi.
Avrupa ülkeleri altmışlı ve yetmişli yıllarda misafir işçileri pansiyon, baraka ve kamplara yerleştirdiler. Onların toplumla bütünleşmesi ve şehrin mahallelerinde oturması adeta yasaktı. Aile birleşimi başlayınca, ev kiralamak ve mahallelere taşınmak mecbur hale geldi. Bu süreçte göçmenler, hala tasarruf yapmayı düşündükleri için fazla masraf yapmamaya ve şehrin en ucuz konutlarının olduğu eski mahallelere yerleşmeye yöneldiler. Ucuz konutlara yerleşme, devam eden zincirleme göç ile birleşince, ilk gettoların temelleri de atılmış oldu. Ne var ki şimdi hükümet politikası değişmişti ve göçmenlerin topluma katılımından ve entegrasyonundan söz edilmeye başlanmıştı.
Gettolara karşı ilk savaş açan ülke Hollanda oldu ve seksenli yılların başında Rotterdam büyükşehir belediyesi gettolarda yaşamaya karşı alternatifler sundu. Karışık ya da beyaz mahallelere taşınmaları halinde, göçmenlere kira ve taşınma yardımları verildi. Fakat bu kolay olmadı. Çünkü Hollandalı sakinler mahallelerini “beyaz” tutmak istiyorlardı. Beyaz mahallelere ilk taşınan göçmenlerin bu mekânlara gelmemesi için gösteriler yapıldı ve buna rağmen taşınanlar ise dışlandı.
Sonraki yıllarda göçmenlerin yaşadığı gettolara ilişkin araştırmalar ve tartışmalar, bu mekânların yeni kuşakların dil öğrenme, eğitim ve iş bulma imkânlarını sınırladığı gerçeğini ortaya koydu. Karşılaştırmalı araştırmalarda beyaz mahallelerde yaşayan göçmenlerin daha başarılı oldukları, gettolarda yaşayanların ise kendilerini toplumdan yalıttıkları ve dışladıkları ifade edildi. Bir yandan yerleşik toplumun dışlaması, diğer yandan gettoların sıkı mahalle düzeniyle kendi kendini dışlaması “çifte dışlanma” ve “paralel toplum” oluşumlarından bahsedilmesine yol açtı. Ancak 2000’li yıllara kadar gettolarla ilgili özel bir plan ve proje geliştirilmedi.
AŞIRI SAĞIN YÜKSELMESİYLE GETTOLARA KARŞI TUTUM DEĞİŞİYOR
İşsizlik, ayrımcılık, İslamofobinin yükselmesi ve getto isyanları gibi giderek artan sorunlar Avrupa ülkelerinin genelinde olduğu gibi Fransa’da da aşırı sağ partileri yükselişe soktu. Bu yükseliş 2000’lerden sonra giderek hızlandı ve bu partilerin temelde savunduğu milli kimliğe dönüştü. Milli kimliğe dönüş teması genelde iki savı ortaya koymaktaydı: (a) milli siyaset ve ekonomi, yani AB’den çıkış (b) milli kültür ve milli nüfus, yani göçmenlere yönelik çokkültürlülük politikalarının tasfiyesi, var olan göçmenlerin geri gönderilmesi. Ne var ki bu çözümlerin uygulanması kolay değildi. Bir yandan göçmenler hukuksal haklar elde etmişler ve siyasette bir faktör haline gelmişlerdi, diğer taraftan da ülke yasaları bir halkın rızasına uygun olmayan bir şekilde ülkeden kovulmasına müsait değildi. Zamanla getto meselesi başka partilerin de gündemine getirdi. Sadece aşırı partiler değil merkez sağ-liberal ve merkez sol-sosyal demokrat partiler de gettolar konusunda bir görüş birliğine vardılar. Gettolar tasfiye edilmeliydi, bu konuda kesin bir yargı oluşmuştu ama “nasıl” sorusuna hala farklı cevaplar veriliyordu. Bu da gettolar karşısında kararlı bir siyaseti imkânsız kılıyordu.
Gettolaşma konusunun sık sık tartışıldığı ülkelerin başında Almanya, Fransa, Hollanda, Danimarka ve İsveç gelmektedir. Fransa, Paris banliyölerinde patlak veren Kuzey Afrikalı gençlerin isyanlarıyla tanınmaktadır. Paris'te Afrika kökenli gence polisin "cinsel saldırı" ve "ırkçı" müdahalesi sonrası başlayan sokak eylemleri günlerce Avrupa ve dünya kamuoyunu meşgul etmiş ve Fransız hükümetini endişeye sokmuştu. Aşırı sağcı lider Marine Le Pen, yaşananların “ülkeyi yıllardır yöneten merkez sağ ve merkez sol siyasilerin gevşekliğinin sonucu” olduğunu savunmuştu. O günden bugüne Fransa’da banliyöler ve gettolar önemli bir siyasi polemik konusu olmuş ve olmaya da devam etmektedir.
TÜRK DEGS Gönüllü Araştırmacısı Sena Büçge
Costa-Lascoux, Jacqueline. De l’assimilation à l’intégration. s. 238-245
Saidi, Hédi (ed.). Les étranger en France et l’héritage colonial, Processus historique et identitaire., Harmattan. Paris. 2007. s. 25
http://www.insee.fr/fr/themes/document.asp?ref_id=ip1524
Sous Dri. Dictionnaire l’imigration en France. Laacher, Smaïn. Larousse. Rodesa Villatuerta. 2012. sy. 56.
http://www.insee.fr/fr/methodes/default.asp?page=definitions/zone-urbaine-sensible.htm
http://www.observationsociete.fr/la-situation-des-zones-urbaines-sensibles
https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/getto-ve-devlet-arasinda-gocmenler/1089528
Dinas, E., Georgiadou, V., Konstantinidis, I. ve Rori, l. (2013 ) “From dusk to dawn: Local party organization and party success of right-wing extremism”