CİHAT YAYCI : YUNANİSTAN’IN YAPTIĞI, KARASULARI İHLALİ YA DA TACİZ İLE TARİF EDİLEBİLECEK BİR ŞEY DEĞİLDİR!

Sosyal Medyada Paylaş!

YUNANİSTAN’IN YAPTIĞI, KARASULARI İHLALİ YA DA TACİZ İLE TARİF EDİLEBİLECEK BİR ŞEY DEĞİLDİR!

BU, AÇIKÇA TÜRKİYE CUMHURİYETİ EGEMENLİK ALANLARINA SİLAHLI SALDIRIDIR!

Yunanistan Sahil Güvenlik Komutanlığı botları, 10 Eylül 2022 Cumartesi günü öğle saatlerinde Bozcaada açıklarında ve uluslararası sular içerisinde “Anatolian” isimli, sahibi Türk ortaklı Leon Gemicilik, işletmecisi bir Türk firması Evrim Lojistik olan Ro-Ro gemisine saldırı düzenledi.  

Gemi, Somali’de Türk bayraklı iken yukarıda belirtilen firmalar tarafından satın alınmış ve bir takım malum ekonomik gerekçelerle bayrağı orada Komor Adaları’na çevrilmişti.  Gemide bulunan 18 personelden 6’sı Mısır, 4’ü Somali, 5’i Azerbaycan uyruklu ve 3’ü ise Türk vatandaşı idi.

Geminin kaderine bakın ki, gemi daha önce Filistin’e yardım götürürken saldırıya uğrayan eski adıyla Mavi Marmara gemisiydi. 2010’daki saldırıdan sonra geminin ismi önce Erdoğan Bey olarak değiştirilmişti, ardından ise Anatolian.

İsrail komandolarının saldırısına uğrayan Mavi Marmara gemisi, saldırıdan sonra uzun süre sahipsiz kaldıktan sonra Erdoğan Bey adıyla Ro-Ro olarak çalıştırılmaya başlanmıştı. Daha sonra Mavi Deniz Taşımacılığı şirketinin iflası ve borçları nedeniyle Somali’nin Mogadişu Limanı’nda terk edilen gemi, İstanbul Anadolu İcra Müdürlüğü tarafından, şirketten alacaklıların talebi üzerine satışa çıkarılmıştı. Gemi, açık artırmada 4 milyon 853 bin liraya satılmıştı Somali’de bulunan bu gemi, müteakiben survey işlemleri tamamlanıp İnebolu’da tersaneye girmek üzere seferdeydi.

Gemide bulunan armatör temsilcisi Cengiz Oluç ile konuştum.

Gemide bulunan armatör temsilcisi Cengiz Oluç ile konuştum. Her saat başı mevki atarak geldiklerini, olayın olduğu 13.34 öncesi son mevkiiyi saat 13.00’de i jurnale kaydettiklerini, o andaki mevkilerinin hem Türk anakarasına hem de Bozcaada’ya 10-11 mil civarında olduğunu ve 040 rotasına (yani kuzeydoğu) 7-8 mil ortalama süratle ilerlediklerini söyledi. Olayın olduğu 13.34 saatine bakılırsa, geminin 4-4,5 mil arasında Türk karasularına doğru hareket ettiği ve muhtemelen olayın başlangıç saatinde Türk karasularında bulunduğu anlaşılmaktadır. Zira Cengiz Oluç konuya ilişkin hem bana hem de basına yaptığı şu açıklamada “Midilli Adası'nı zaten çok geçmiştik. Geminin sancak tarafında Türk ana karasını karşımızda da Bozcaada'yı görüyorduk. Tahminime göre biz, Bozcaada'nın 6-7 mil güneyindeydik. Bunu görünce ben telsizden Kumkale trafik istasyonuna çağrı yaptım. Yunan Sahil Güvenlik botunun bizi durdurma istediğini söyledim. Bana 'Türk karasularında görünüyorsunuz, ben (Türk) sahil güvenliğe haber veriyorum şimdi irtibatta kalın' dedi.”   diyerek geminin Türk karasuları içerisinde bulunduğunu ifade etti.

Gemi uluslararası sularda değil karasularımızda saldırıya uğruyor!

Diğer dikkat çekici husus ise, iki Yunan Sahil Güvenlik gemisinin ANATOLIAN’ı durdurmak için 30 dakika boyunca gemi pervanelerini halat atmaktan gemiye ateş açmaya (30’dan fazla ateş edildiği söylenmektedir), hatta hedef gözeterek köprü üstüne ateş etmeye varan bir dizi saldırganlık ile gemiyi taciz etmesidir. Yunan Sahil Güvenliğinin yaklaşık 30 dk müdahalede bulunduğu kayıt altına alınmıştır. ANATOLIAN gemisi pruvasına, yani önüne, Yunan Sahil Güvenlik gemilerinden birisinin geçip durmasına rağmen hız kesmemiş, rota değiştirmemiştir. Yani, son mevkiinin kaydedildiği (Türk karasularından 10-11mil ötede) konumdan 1 saatten fazla 040 rotasına 7-8 mil süratle seyrine devam etmiştir. Başka bir deyişle, saldırının sona erdiği yaklaşık saat olan 14.00’de gemi çok net 7-8 mil yol almış ve belirtilen rotasına göre net bir şekilde 6 mil olan Türk karasuları içerisindedir.

Yine Cengiz Oluç ile konuşmamızda kendisi “Saldırı bittiği, Yunan Sahil Güvenlik gemilerinin ayrıldığı anda Bozcaada gemi demirleme mevkiine yaklaşık 2 mil mesafede idik ve gemiler gözle çok açık ve yakın görülebiliyordu. Yine son mevkiimizi kontrol için Kumkale Trafik Kontrol İstasyonunu (Çanakkale Boğazı giriş trafiğini kontrol eden) telsizle aradım ve mevkiimizi sordum, onlar da Türk karasuları içerisinde olduğumuzu söylediler” diyerek saldırının bittiği noktanın Türk karasuları içerisinde olduğunu teyit etmektedir.

Çanakkale Boğazı yaklaşma sularını ve trafiğini çok hassas sistemlerle kontrol eden Kumkale Trafik İstasyonu’nun ve Gemi Kaptanının beyanlarına itibar edilmesi gerektiğini düşünürüm. Dolaysıyla Yunan Sahil Güvenlik gemisinin tümüyle uluslararası hukuka aykırı olarak gerçekleştirdiği bu saldırının karasularımız içinde yapılmış olduğu kuvvetle muhtemeldir. Kaldı ki, saldırının yapıldığı mevkii gemilerde bulunan uydu merkezli AIS (Otomatik Takip Sistemi - OTS) kayıtları, gemide tutulan gemi ve mevkii jurnalleri ile rahatlıkla tespit edilecektir.

Yunan kolluk kuvvetleri Türk vatanının içine girerek silahlı saldırı gerçekleştirmiştir!! 

Ancak, ilgili ve sorumlu bazı kurumların açıklaması sanki bu saldırının uluslararası sularda başlayıp bittiği şeklindedir. Ve Yunanistan’ın karasularımızda, işleteni Türk, sahibi Türk ortaklı, Türk personeli bulunan gemiye yaptığı saldırıyı taciz ateşi şeklinde tanımlamaları da olayı basite indirgeme, küçültme ve vahametini azaltma isteği gibi görünmektedir. Bu olayı uluslararası sularda olmuş gibi göstererek sorumluluktan ve görevlerini ihmal etmiş olmak suçlamasından kaçmak isteyerek, bu kısmını örtbas etmek isteyenler varsa, büyük ve vahim milli bir yanlış içerisindedirler. Zira olay son derece vahimdir, şahsi makam ve ikbal korkusunun ötesindedir. Çok ciddi bir milli güvenlik ve onur meselesidir. Öncelikle ilgililerin ve makam sahiplerinin her türlü şahsi makam ve rütbe endişesinden sıyırılarak bu olayı tüm gerçekliğiyle ve doğru mevkilerle ortaya koyması gerekir.

Çok şükür ölen ya da yaralanan olmamıştır. Ama milli onurumuz yara almıştır.

Yunan’ın yaptığı sadece Türk bağlantılı gemiye ateş açmak değildir!

Yunan kolluk kuvvetleri, karasularımızın içerisine girerek, yani Türk egemenlik alanlarının, Türk vatanının içine girerek silahlı saldırı gerçekleştirmiştir!

Yunanistan’ın yaptığı; karasuları ihlali ya da taciz ile tarif edilebilecek bir şey değildir! Bu açıkça Türkiye Cumhuriyeti egemenlik alanlarına silahlı saldırıdır! Özü budur.

BU OLAY İLK DEĞİLDİR

Maalesef bu elim olay ilk değildir; İşte bazı örnekler;

Ø  3 Ocak 2007 tarihinde Adalar Denizi Kardak Kayalıkları 3 mil açıklarında avlanan Türk balıkçılarına Yunan askeri unsurları tarafından ateş edildi.

Ø  3 Temmuz 2017 tarihinde Yunan Sahil Güvenlik Botlarından Adalar Denizi’nde Rodos açıklarında seyir halindeki Türk bayraklı “ACT” isimli kuru yük gemisine ateş açıldı.

Ø  22 Ağustos 2018 tarihinde Aydın’dan açılan balıkçılar Sisam’a 6 mil Eşek Adası’na 4 mil uzaklıkta ağlarını attıkları sıralarda Türk balıkçılarına Yunan Sahil Güvenliği tarafından ateş açıldı.

Ø  2 Nisan 2020 tarihinde Yunan Sahil Güvenlik botları Adalar Denizi’nde Kelemez, Bulamaç ve Eşek Adası ile Bodrum ve Didim arasında kalan bölgede Türk bayraklı Akıntürk-2 isimli gemiye ateş açtı ve durdurmaya çalıştı.

Ø  22 Ağustos 2021 tarihinde Yunan Sahil Güvenlik Botu Kuşadası açıklarında avlanan Türk balıkçı teknesine ateş açtı.

Ø  3 Şubat 2022 Çanakkale'de Gökçeada ile Semadirek Adası arasındaki uluslararası sularda olta ile balık avlayan Türk teknesine Yunan Sahil Güvenliği müdahale etti. Uluslararası sular olmasına rağmen "Yunan denizindesin, tekneyi batırırız" diyerek tehdit etti. Dakikalarca süren Yunan tacizine aldırış etmeyen Türk balıkçının kahramanca mücadelesi ise anbean kameralara yansıdı.

Ø  26 Temmuz 2022 tarihinde Adalar Denizi EGAYDAAK statüsündeki Bulamaç Adası açıklarında Açık Deniz Yat Yarışına katılan bir Türk yelkenli teknesine Yunan Sahil Güvenlik Botları müdahalede bulundu.

Biz mi ne yaptık? Bildiğim kadarı ile yalnızca kınama ve protesto!!

ULUSLARARASI HUKUK NE DİYOR?

Diğer yandan, velev ki bu saldırı karasularımız dışında uluslararası sularda, yani açık denizde oldu ise dahi; bu da çok açık uluslararası hukukun açıkça ihlalidir. Zira konuya ilişkin hukuki durum özetle şudur; Açık deniz, hiçbir devletin egemenliğine tabi olmayan deniz alanıdır. Açık denizde kamu düzeninin korunması amacıyla bayrak devletinin yetkili olduğu temel kural olarak belirlenmiştir. Bu kural mutlak bir kural olmakla birlikte, insanlığa karşı suç kabul edilen “deniz haydutluğu, köle ticareti ve uyuşturucu madde kaçakçılığı” konularında bütün devletlere cezai yargı yetkisi tanınmıştır.

Cezai yargı yetkisinin söz konusu olduğu bu kural ve istisnası hem gemiler hem de gemide bulunan kişiler bakımından geçerlidir. Hukuki yargı yetkisinde ise temel kural; açık denizde bulunan bir ticaret gemisi üzerine bayrak devletinin yetkisi olacağıdır.

Uluslararası deniz hukuku sözleşmelerine göre, bayrak devleti dışında üçüncü bir devlet mahkeme kararı dayanak gösterilerek, açık denizde seyreden yabancı bir gemi üzerinde ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz, cebri icra ve ceza hukukunun arama, yakalama, müsadere gibi yetkileri kullanamaz. Bu yetkiler ancak bayrak devleti tarafından kullanılabilecektir.

Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde, açık denizde bir geminin durdurulup arama yetkisinin kullanılabilmesi, belirli istisnalar dışında geminin bayrak devletinin yetkisindedir.  Bayrak devleti veya uluslararası istisnalar dışında başka devletlere ait görevli gemiler tarafından gerçekleştirilen durdurma ve arama eylemleri uluslararası hukuka aykırılık teşkil edecektir.

Bayrak devleti dışında, herhangi bir ülkeye ait görevliler tarafından bir geminin aranabilmesi belirli istisnai durumlarda mümkün kılınmıştır. Söz konusu istisnai durumlar, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin “Ziyaret Hakkı” başlıklı 110. maddesinde açıkça belirtilmiş olup, bu istisnai haller dışında bayrak devleti dışında herhangi bir devlet gemisi, bir başka gemiyi durduramayacak ve arayamayacaktır.

BMDHS’nin 110. maddesinin belirttiği istisnai durumlar aşağıda sıralanmıştır:

·         Bayrak devletinin açıkça izin vermesi;

·         Geminin deniz haydutluğu yaptığına ilişkin somut durumun varlığı;

·         Geminin köle ticaretine karıştığına ilişkin somut durumun varlığı;

·         Savaş gemisinin bayrağını taşıdığı devletin Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 109. madde uyarınca yargılama yetkisine sahip olduğu bir durumda, geminin izinsiz yayına hizmet etmesi hali;

·         Geminin tabiiyetsiz olduğu veya

·         Yabancı bir bayrak çekmiş olmasına veya bayrağını göstermekten kaçınmasına rağmen, geminin gerçekte savaş gemisiyle aynı tabiiyette olduğu hallerdir.

 

Sayılan bu istisnai durumlar haricinde, açık denizde seyrüsefer halinde bulunan bir ticaret gemisi, bayrak devletine ait bir herhangi bir yetkili kuvvet tarafından durdurulamayacaktır. Yani ANATOLİAN isimli geminin durdurulabilmesi için açıkça bu eylemlerden birini yaptığına dair somut delil olması ve Yunan hükümetinin de bunu sunması gerekir.

 

Olayın uluslararası sularda başlayıp bittiği farz edilse dahi söz konusu durumda uluslararası hukuk bağlamında çok önemli bir husus vardır; Bu gemi uluslararası sularda bir devletin ulusal yetki alanında- karasuları ya da münhasır ekonomik bölgesi- içerisinde faaliyet göstermekle mükellef olan sahil güvenlik kuvveti tarafından durdurulmaya çalışılmış ve ateş açılmıştır. Vakanın gerçekleştiği alan ne Yunanistan karasularıdır ne de Yunanistan’ın münhasır ekonomik bölgesidir. Dolayısıyla, Yunanistan Sahil Güvenlik botları burada tüm dünyada geçerli olan hukuku, yetki aşımı yaparak çiğnemiştir. Bu çok önemlidir. Ama görünen odur ki olay bundan da daha vahimdir, zira veriler ve ifadeler olayın Türk karasularında olduğuna işaret etmektedir.

 

Deniz Hukuku’nda bir devletin sorumluluk taşıdığı gemiler dörde ayrılır.

Konunun hukuki boyutunu bilmeyenler tarafından yapılan birtakım tartışmalarda geminin Türk bayraklı olmadığı, Komor Adaları bayraklı olduğu için bizi ilgilendirmediğine ilişkin yorumlar yapılmaktadır. Bu sebepledir ki; tüm bu çok boyutlu gelişmeler ışığında ayrıca şu bilgileri ifade etmekte de yarar vardır.  Olayın bizim karasularımızda gerçekleşme durumunu bir kenara bırakıyorum.

Deniz Hukuku’nda bir devletin sorumluluk taşıdığı gemiler dörde ayrılır.

1-      Bayrağı o devlete ait olması,

2-      Donatanın o devletin firması olması ya da vatandaşı olması,

3-      Personel/Mürettebat o devletin vatandaşı olması.

4-      Yükünün o devlete ya da o devletin vatandaşı ya da firmasına ait olması

 

Yani 1. Madde o devlet bayraklı olmayı, 2, 3 ve 4. Maddeler o devlet bağlantılı olmayı ifade eder.

 

Bu kriterlerden biri sağlanıyorsa demek olur ki; ilgili devlet o gemiyi korumakla ve kollamakla sorumludur. Bu çok nettir. Yani Türkiye Cumhuriyeti’ni ilgilendiren 2 tip gemi durumu vardır; Türk Bayraklı ve Türk Bağlantılı Gemiler!! 

Mevzubahis gemi Komor Adaları bayraklı olması rağmen Türk işletenine, donatanına sahiptir. İşletmeci ve firması Türk’tür. İkinci olarak da gemide Türk personel bulunmaktadır. Söz konusu videoda görebilirsiniz ki, gemi içerisinde Atatürk’ün resmi vardır. Geminin adı da Anatolian yani Anadolulu’dur.

İçimizdeki bazı hainler, batı emperyalizminin uşakları, bu geminin bizi ilgilendirmediğini söyleyecek kadar pişkince yorumlar yapmakta. Yunanistan’ı haklı bulacak raddede ifadede bulunmaktadırlar. İbretle takip ediyorum.

Bu nedenle Türkiye’nin hesap sorma, koruma ve misilleme hakkı mevcuttur. En önemli ve anlaşılması gereken husus ise şudur; bu gemi uluslararası sularda bir devletin ulusal yetki alanında- karasuları ya da münhasır ekonomik bölgesi- içerisinde faaliyet göstermekle mükellef olan sahil güvenlik kuvveti tarafından durdurulmaya çalışılmış ve üzerine ateş açılmıştır. Vakanın gerçekleştiği alan ne Yunanistan karasularıdır ne de Yunanistan’ın münhasır ekonomik bölgesidir. Dolayısıyla, Yunanistan Sahil Güvenlik botları, olay uluslararası sularda dahi olsa, burada tüm dünyada geçerli olan uluslararası hukuku, yetki aşımı yaparak çiğnemiştir. Bu çok önemlidir.

Yunanistan 1856’da yasaklanan deniz korsanlığını hortlatan serseri bir devlettir!

Diğer yandan, Yunanistan’ın bu saldırısını deniz haydutluğu olarak tanımlayanlar da vardır, bu da büyük bir yanlıştır. Zira; Yunanistan’ın bu yaptığı deniz haydutluğu değil, 1856 Paris Beyannamesi’yle yasaklanan deniz korsanlığıdır çünkü bu saldırı devlet eliyle, devlet gemisi tarafından yapılmıştır. Deniz haydutluğu (piracy) ve deniz korsanlığı (privateering) arasındaki fark önemlidir ve bilmeden konuşmamak gerekir. Yunanistan 1856’da yasaklanan deniz korsanlığını hortlatan serseri bir devlettir!

Türkiye, uluslararası sularda bile değil, Türk karasularında bir Türk gemisine ateş edip Türkiye’yi taciz etmeye, kışkırtmaya çalışan bir Yunanistan’la karşı karşıyadır. Geldiğimiz noktada açıktır ki; Türkiye, Yunanistan eliyle, Batı desteğiyle savaşa, çatışmaya çekilmek istenmektedir. Oyun büyük, komplo büyük. Türkiye’nin bunu görmesi ve gerekli tedbirleri mutlaka alması gerekir. Ülkemizin odaklanması gereken nokta nettir ve o da şudur; Yunanistan meşru bir ülke gibi değil, Somali’de adam öldüren deniz korsanlarından farksız davranmaktadır. En başta sorgulanması gereken mesele ise uluslararası sularda bir sahil güvenlik unsuru tarafından müdahale edilmesidir. Sahil güvenlik unsurları ülkenin kendi hükümran alanlarında yetki sahibidir. Bu bir deniz kuvveti unsuru değildir. Örneğin; Bir devletin polisi gidip başka bir devletin alanında operasyon yapabilir mi?

Laf ile büyük devlet olunmaz, eylemlerle ile olunur!

Yunanistan adım adım Türkiye’yi NATO’da saldırgan devlet durumuna düşürme ve Megali İdea amacına koşarken Türkiye’nin yanlış siyaset ve strateji uygulama imkânı kalmamıştır.

Son bir kaç yıldır açıklamalarım ve söylemlerimle bu durumun daha da şiddetleneceğini ve Yunan saldırganlığı ve arkasına aldığı Batı desteğiyle katlanan şımarıklığının büyüyeceğini net bir şekilde ifade ettim ve etmeye de devam ediyorum.

Özellikle Yunanistan'ın turizm faaliyetlerinin etkilenmemesi için Adalar Denizi’nde askeri faaliyette bulunmamayı öngören 15 HAZİRAN- 15 EYLÜL arasında uygulanan ve tamamen Türkiye’nin aleyhindeki Moratoryumun kaldırılması gerektiğini vurguluyorum

Sürekli durumun çok ciddi olduğunu vurgulayarak; “15 Eylül’den, Moratoryumdan ve turizm mevsimi bittikten sonra Yunanistan’ın karasularını artırma ihtimali adım adım geliyor, artıracaklar” ifadeleriyle Yunanistan’ın daha da saldırganlaşacağını ve Yunanistan'ın açıkça Moratoryum'u kendi lehine kullandığı ve iyi niyetten uzak şekilde istismar ettiğini vurgulamış, 15 Eylül tarihine dikkat çekmiştim. Görüldüğü üzere 15 Eylül’e 5 kala Yunanistan saldırganlığını artırmış egemenliğimizi, denizciliğimizi ve masum denizcilerimizi hedef almıştır. Bu saldırı protestolarla geçiştirilecek ya da görmezden gelinecek, küçümsenecek ve hasıraltı edilecek bir vaka değildir!

Ne demek protesto ediyoruz? “Misilleme hakkımızı saklı tutuyoruz, bir daha asla müsaade etmeyiz ve bunun karşılığını mutlaka vereceğiz” dendi mi?

Laf ile büyük devlet olunmayacağını, büyük devlet olmanın ancak net söylemler ve eylemlerle ile olunacağını vurgulamak isterim.

Türkiye “misliyle karşılık ve misilleme hakkını“ saklı tuttuğunu açıklamalıdır!

Türkiye her güçlü devlet gibi uluslararası hukuktan kaynaklanan “misliyle karşılık ve misilleme hakkını” saklı tuttuğunu ivedilikle uluslararası kamuoyuna duyurmalı ve ilk fırsatta gereğini yapmalıdır. Bu noktada misliyle mukabele derken askeri bir müdahaleden bahsetmediğimi ya da adaları bombalayalım demediğimi ek olarak vurgulamak isterim. O bizim bir ticaret gemimizi durdurdu ise biz de aynı şekilde onun iki ticaret gemisini durdurmalıyız. Önüne ateş ettiyse iki ticaret gemilerinin önlerine ateş etmeliyiz. Aynı şekilde misliyle mukabele budur. Bu farkı unutmayalım.

Saldırının geniş bir perspektiften değerlendirilmesi de oldukça elzemdir çünkü bu askeri, politik, ekonomik ve tarihsel boyutları olan bir Türk düşmanlığının dışa vurumudur!

-Türkiye geç kalmadan, derhal BM Güvenlik Konseyi ve NATO zirvesini acilen toplantıya çağırmalıdır.

-Devamı aşikar olan sıkıntılardan çeşitli ülkeleri kırma endişesi ile pasif davranarak kurtulamayız.

-Türkiye büyük bir ülkedir, gereğini yapmalı, hakkını aramalıdır!