ERTUĞRUL (Emekli Deniz Albay Mümin Kır)

Sosyal Medyada Paylaş!

 

ERTUĞRUL

Rumî 1304 (1889) senesi şubat ayının ilk gecesiydi. O gece Yıldız Sarayı’nda Çit Köşkü’nün salonunda oturmuş üç kişi tatlı tatlı konuşmaktaydı.

Konuşanlardan biri Sultan Abdülhamid’di. Karşısındakiler de kendisinin süt kardeşi ve Esvapçıbaşısı[1] İsmet bey ile, Feraseti Şerife[2]vekili Seyid Hacı Mahmud Esad Efendiydi. Esad efendi, Türkistan’dan gelen hacıların makam-ı hilafete bağlılıklarını destekleyecek sözler söylerken, Sultan Abdülhamid birdenbire onun sözünü kesmişti:

-          Bakınız efendi! Aklıma ne geldi, demişti.

Esad efendi ile İsmet Bey kulaklarını bütün dikkatleriyle Sultan Abdülhamid’e çevirmişlerdi.

Sultan Abdülhamid sigarasından derin bir nefes ve kahvesinden de uzun bir yudum çektikten sonra, sözüne devam etmişti: …

Ertesi gün, Sultan Abdülhamid saraydaki dairesine çıkar çıkmaz ilk iş olarak:

-          Çabuk sadrazamı çağırın, diye emir vermişti.

        Sadrazam Kâmil Paşa sabahleyin erkenden verilen emre hayret ederek büyük bir telaş ile saraya gelmişti.

Sultan Abdülhamid akşamki mülâkatı anlattıktan sonra:

- Paşa! Gece bu meseleyi kurdukça kurdum. Bir türlü uyuyamadım. Derken aklıma şöyle bir şey geldi. Acaba Japonya ya bir gemi gönderemez miyiz demişti.

Ve böylece 14 Temmuz 1889 tarihinde başlayacak ve hiç bitmeyecek son seferin sonsuzluğa doğru ilk rotaları çizilmeye başlanmıştı.

Nasıl mı?

JAPONYA VE OSMANLININ SİYASİ DURUMU VE İLİŞKİLERİN KURULMASI:

Orta Çağ’dan itibaren gerek Çin’in gerekse Japonya’nın Avrupa ile ilişkileri kesilmiştir. Bu iki devlet Batı’ya kapılarını kapatmıştır. Bu durum özellikle 17’nci yüzyıldan itibaren ortaya çıkmış olup bunun nedeni Avrupa devletlerinin Çin’de ve Japonya’ da Hıristiyanlığı yaymak için yaptıkları propaganda ve çalışmalardır. Hıristiyan papazların Çin ve Japon halkı arasında yaptıkları din propagandası, din konusunda en az Avrupa kadar fanatik olan Çin’de özellikle büyük tepkiyle karşılandı. Hristiyan misyonerlere karşı duyulan tepki sonucu, Çin ve Japonya 17’nci yüzyıl sonlarında kapılarını Batı’ ya kapayıp, Avrupa ile her alandaki ilişkilerini asgari seviyeye indirmeye çalışmışlardır. Örneğin Japonya tüm limanlarını Batılılara kapatmıştır.

Tokugowa[3] şogunlarının getirdiği barış, ülkede ulusal bir kültürün gelişmesi yolunda etki yaptıysa da Japonya’nın bütün yabancılara kesinlikle kapalı olması ülkenin genel gelişimi üzerinde kısıtlayıcı bir etki yaratmıştır. O sıralar Batı kültürü çiçek açma mevsimini sürdürmekte ve Avrupalı tüccarların Japonya ya adım atmalarının engellenmesi, ülkeyi gelişme imkanından yoksun bırakmıştır. Sonunda ülke mali zorluklar içine düşerek, paranın değeri düşürülmüş, hoşnutsuzluklar ülkeyi kaplamıştır.

Yeni dönemin başlangıcını belirleyen ilk olay ilk Çin- İngiliz savaşında, Çinlilerin ağır yenilgisiyle başlamıştır. Bu sırada Çin piyasasını ele geçirme çabasında olan ABD de, Japonya’dan Çin’e geçiş alanı ve balina avında kullanabilmesi için bir liman verilmesini istemiştir. Bu maksatla yola çıkan komodor M.C. Perry komutasındaki dört ABD savaş gemisi Japonya’nın Uraga şehrine gelmiş ve iyi donatılmış bir bölük askerle karaya çıkarak ABD Başkanı Fillmore’nun ticaret yapma hakkı isteyen mektubunu sunmuştur. Perry 1854 yılında geri döndüğünde Japonlar boyun eğmiş ve 31 Mart 1854 tarihinde Kanagawa Antlaşması imzalanmıştır. ABD’yi diğer ülkeler Fransa ve İngiltere takip etmiştir.

Çin batıya açıldıktan sonra her gün biraz daha sömürü bataklığının içine gömülürken, eğer kendilerini toparlamaz ve batı tekniği seviyesine ulaşmazlarsa Avrupa ve Batı sömürüsü altında ezileceklerini anlayan Japonlar, İmparator Nutsihito’nun 1868 de kabul ettiği Meji Restarasyonu (Aydın Hükümeti) ile birlikte bir dizi reformlar ve köklü değişiklikler yapmışlar, ülkenin ve toplumun çehresini değiştirmişlerdir. Bu ekonomi ve sanayi alanlardaki kalkınmaya ayak uyduran kara ve deniz kuvvetleri de herhangi bir Avrupa devletinin ordusuyla başa çıkacak hale gelmiştir. Sahip olduğu Batı teknolojisini Uzakdoğu çıkarları için kullanan Japonya, bunun sonucunda da 1894-1895 Japon-Çin savaşı ve 1904-1905 Rus-Japon savaşlarını kazanarak Uzakdoğu’da bir emperyalist devlet olarak yerini almıştır.

Japonya ve Osmanlı Devleti arasındaki ilişkiler Japonya’nın yabancılara verdiği kapitülasyonları kaldırmak istemesi ve Osmanlı Devleti’nin “Panislamizm” siyaseti gütmeğe başlaması ile açılmıştır. Ancak burada altı çizilmesi gereken en önemli husus şudur ki, hem Türkolog T.Takashashi hem de Doçent K.Komatsu’nun iddia ettiği gibi, padişah hiçbir zaman Panislamist olmamış ancak Panislamizm’i Batı’ya karşı korkutucu bir unsur olarak kullanmıştır. Daha da anlaşılabilir bir dille söylenecek olursa veya Ankara Üniversitesi Dil ve Edebiyat-Coğrafya Fakültesi Profesörlerinden, Prof.Dr. Merthan Dündar’ın ifadesiyle “II. Abdülhamid Panislamizm’in kurucusu ve uygulayıcısı değil, sadece Müslümanlarla yakın ilişki kurma ve sorunlarına eğilme görevini yapmaya çalışan bir halifedir”. Sultan Abdülhamid’in yapılacak pek çok şeydeki kıstası Japonya olmuştur. Bu dönemde (1876-1908) Osmanlı Devleti doğu alemiyle sıkı ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Diğer taraftan Rusya’nın asırlardan beri iki tarafında müşterek düşmanı olması nedeniyle Padişah Japonya ile kurulacak sıkı ittifaklara oldukça sıcak bakmaktaydı. Ayrıca Mithat Paşa’da Rus siyasi baskısını hafifletmek maksadıyla, İngiliz politikacılardan Türk-Japon ilişkilerinin kurulmasına yönelik tavsiyeler almaktaydı. Böylece diplomatik münasebet bakımından Türk-Japon ilişkilerinin başlaması kaçınılmaz hale gelmiştir. Osmanlı Devleti ve Japonya’nın dönemin hegemon gücü ile ilişkileri de benzerlik taşımaktadır. Özellikle serbest ticaret anlayışını tüm dünyaya yayan İngiltere; Osmanlı Devleti ile 1838 Balta Limanı Anlaşmasını ve Afyon Savaşında yendiği Çin’le 1842 Nanking antlaşmasını yapmıştır. Ayrıca ABD’nin Japonya ile 1854 yılında yaptığı Kanagawa Antlaşmasından sonra, İngiltere de benzer bir antlaşma yaparak Japonya’yı tarihsel süreçte kurguladığı dünya sistemine entegre etmiştir. Bu antlaşmaların; mekânsal, siyasal, sosyal veya ekonomik olarak kendi içinde farklılıkları olsa da tümü hegemonik sistem mantığı ile kurgulanmıştır.

 

NEDEN JAPONYA, NEDEN ERTUĞRUL

Eşit olmayan antlaşmaları yeniden yapılandırmak, Avrupa ve Amerika’yı ziyaret etmek üzere, İwakura misyonundan ayrılarak 1871 de İstanbul’a gelen Fukuchi Genichiro Türk topraklarını ziyaret eden ilk Japon olarak bilinmektedir. Bu yıldan itibaren muhtelif Japon heyetleri İstanbul’u ziyaret etmişler ve 1875 yılında Dışişleri Bakanı Terashima Munenori Osmanlı Devleti ile diplomatik ilişki kurulması için çalışmalara ve müzakerelere başlaması talimatını Londra’daki Japon büyükelçisi Ueno’ya vermiştir. İlişkileri başlatmak üzere ilk resmi heyet 1881 yılında Osmanlı topraklarına gelmiştir. Japonya da Osmanlı devleti ile, büyük güçlerin Osmanlı devleti ile imzalamış olduğu imtiyazlı anlaşmalar gibi ticari ve siyasi anlaşmalar imzalamak istemektedir. Devam eden süreç içinde 1877 yılında da İmparator Meji’nin amcası (bazı yayınlarda yeğeni olduğu belirtilir) Prens Komatsu Akihito eşi ile birlikte Osmanlı İmparatorluğunu ziyaret eder. Osmanlı Padişahı tarafından kabul edilen Komatsu, İmparator Meji’nin iyi niyet mesajını iletmiştir. Ertesi yıl Sultan II. Abdülhamid’e Japon İmparatoru tarafından Japonya’nın en yüksek dereceli nişanı “Büyük Krizantem Nişanı” hediye edilir.

Sultan, Rumî 1304 (1889) senesi şubat ayının ilk gecesinin sabahı erkenden sarayına çağırttığı Sadrazam Kâmil Paşa’ya arzusunu kuvvetlendiren nedenleri şöyle izah etmektedir: “Japonlar geldiler bizi ziyaret ettiler. İmparatorlarının kıymetli hediyelerini getirdiler. Şimdi onlara bir iade-i ziyaret lazım değil mi? Tabiidir ki bizde İmparatorun hediyelerine mukabele etmeliyiz. Bazı şeyler göndermeliyiz. Oraya gönderecek münasip bir gemimiz var mı, yok mu? Vakıa bunu bilmiyorum”. Artık Ertuğrul’un son seyrine çıkma şartları oluşmaya başlamıştır.

Sultan’ın talimatını alan Kâmil Paşa saraydan Babıâli’ye gelir gelmez derhal Bahriye nezaretine “Bahriye Nezareti Celilesine” diye başlayan ve konuyu açıklayan bir tezkere göndermiştir. Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa, Kâmil Paşa’nın bu tezkeresini okuyunca gözlerine inanamamıştır.  Neticede hangi geminin tefrik edileceği ilgili paşalar arasında müzakereler başlamıştır. O tarihte Hint ve Japon denizlerinde seyir yapabilecek gemiler:

Mesudiye 9000 ton

Hamidiye 6700 ton

Aziziye 6400 ton

Osmaniye 6400 ton

Orhaniye 6400 ton

Fırkateyn sınıfına dahil olan bu gemiler ağır ve aynı zamanda eski sistem makinaları sahip olmaları nedeniyle manevra kabiliyetleri kısıtlıydı. Bunlardan başka Korvet sınıfına dahil yedi gemi vardı ancak onların büyük denizlere dayanacağı çok şüpheliydi. Ancak bunların dışında iki gemi daha vardı: Biri Asar-ı Tevfik diğeri de Ertuğrul’du. Günlerce düşündükten sonra, şu kararı vermişlerdi. Asar-ı Tevfik Fırkateyninin teknesi sağlamdır. 5600 ton olması nedeniyle büyük denizlere dayanıklıdır. Ancak makinesi kuvvetsiz ve sürati de 11 mili aşmamaktadır. Dolayısıyla manevra kabiliyeti de azdır. Ertuğrul’a gelince, bu fırkateyn daha düşük tonajlıdır. Hatta makinesi adi kondenserli olduğu için sürati de 1 mil düşüktür. Ancak arması mükemmel olup, uygun rüzgarlardan yararlandığı taktirde sürati oldukça artabilir ve kömürden de tasarruf edilebilirdi. Ertuğrul çevik ve manevra kabiliyeti de yüksek bir gemiydi.

 

               

Ertuğrul, 19 Ekim 1863 tarihinde Tersane-i Amire’de Padişah Sultan Abdülaziz’in katılımıyla denize indirilmiştir. Makine ve kazanları 1864’te İngiltere’de monte edilmiş, 1865 yılında İstanbul’a dönmüştür. Fırkateyn 79 metre boyunda, 15,5 metre genişliğinde, 2344 ton deplasmanında ve sürati 10 mildir. Bence trajikomiktir ama bu mütalaalara, bir fikir daha eklenmiştir ve : “Ertuğrul’a Osmanlı saltanat hanedanının ceddi olan bir zâtın ismi verilmiştir. Bu ismi taşıyan bir geminin Japonya ya kadar gitmesi ayrıca bir şeref teşkil edecektir” denmiştir.

Bütün bu anlatılanlar, yazılanlar, çizilenlerle birlikte, Ertuğrul’un bu göreve tefrik edilişi ve Japonya seferine gönderilmesi ile ilgili olarak erişebildiğim kaynakların çoğunda saraya kadar ulaşan tartışmaların yaşandığı ve Süleyman Nutku (1853-1924) tarafından yazılan eserlerden alıntılandığı kadarıyla bahriye nazırı Hasan Hüsnü Paşa’nın bu konuda çok inatçı olduğu anlatılmaktadır. Sadrazam Kâmil Paşa’nın 2 Şubat 1304 (14 Şubat 1889) tarihli resmi yazısında, geminin adının ve hangi mevsimde yola çıkarılmasının uygun olacağının ve bu konudaki tüm ayrıntıların açıklanması istenmiş, Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa da 13 Şubat 1304 (25 Şubat 1889) tarihinde “Ertuğrul Fırkateyni’nin bu işe uygun olduğu, gerekli onarımının yapılarak donanımında tamamlandığı ve mevsim konusuna gelince mart ayı sonunda yola çıkabileceği vs.” şeklinde cevaplamıştır. Oysaki 1855 yılında Deniz Kuvvetlerine katılmış olan Albay Harty, gerek donanmaya ve gerekse bahriye fabrikalarına çok olumlu katkılarda bulunmuş bir subay olmasına rağmen, birkaç kez havuza girip çıkan bu eski geminin kazanının hiçbir zaman değiştirilmemiş olduğunu, kazan yerinden oynatılmadığı için kazan altı da gözden geçirilmemiş ve onarım da görmemiş diyerek, makinadan haraplık nedeniyle o koca tekneyi 8-9 milden çok sürükleyemeyeceğini ve hava ne kadar elverişli olursa olsun yelkenle, bu büyük seferi hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğini söylemişti. Bir şekilde saraya kadar ulaşan bu rapora rağmen, Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa Ertuğrul’un bu seferi gerçekleştirmeye gücü olduğuna karar vererek kararını Sadaret yoluyla arz etmiş, hareket (harekât) emrini almıştı. Zira, teknik heyet tarafından “Fırkateynin Japonya sularına kadar gidip dönmesi ve Osmanlı Saltanatının büyüklüğünün delili olan büyük şanını yükseltmek için Osmanlı’nın zafer alametli sancağının Uzak Doğu sularında tam bir başarıyla dalgalanmasına vasıta olabilecek bir duruma sahip olduğunun büyük bir şükran ve memnuniyetle görüldüğü” raporu verilmiştir. Bu rapora istinaden Doğu’da Osmanlı Devleti’nin sancağını göstermek üzere hazırlanan Ertuğrul Fırkateyni seyir planı Süveyş, Aden, Bombay, Kolombo, Singapur, Saygon ve Honkong gibi limanları öncelikli olmak üzere Kızıldeniz, Hint Okyanusu ve Japonya sularını kapsayacak şekilde hazırlanmıştır. Albay Harty de yandan çarklı Adalar vapuruna Baş çarkçı olarak tayin edilmiştir. Bahriye nazırı Hasan Hüsnü Paşa da gemiye olan güvenini, damadı Albay Osman beyi komutan atayarak göstermiştir!

  Artık Ertuğrul Fırkateyninin güvertesinde ve her yerinde artık şu ses yankılanıyordu: Alesta personel manevra yerlerine.

JAPONYA SEYRİ BAŞLIYOR- BİSMİLLAH VİRA

Albay Osman Bey, saraydan Japon imparatoruna sunulacak nişan ile maun mühürlü bir sandık içinde bulunan armağanları, Japonya ya kadar maaş, tahsisat kömür ve su parası ile birlikte masraf olarak harcanmak üzere hesaplanan 25 altın lirayı teslim alarak, 21 Şubat 1888 tarihli tezkere ile “Bahriye Mektebi öğrencilerinin denizde teorik bilgilerini kullanmayı öğrenmek için”, Kızıldeniz, Hint Okyanusu ve Japon sularına intikal etmek üzere artık yola çıkmıştır. Ertuğrul görkemli bir törenle 14 Temmuz 1889 Pazar günü İstanbul’dan uğurlanmış, Marmaris limanına uğramış, oradan Port Said’e bir günlük liman ziyareti yapmış ve Süveyş Kanalı’na doğru ileri harekete geçmiştir. Ancak kanalda uğranılan iki talihsiz kaza sonucu -ki bunlardan biri kuma oturma diğeri de dümen ve

bodoslamasının kırılmasıdır- geminin havuzlanması gerektiğinden, Süveyş ten ancak 23 Eylül 1889 tarihinde hareket edebilmiştir. 7-10 Ekim 1889 arasında Aden de kalan Ertuğrul, müteakiben Bombay ve Kolombo  limanlarında kaldıktan sonra 15 Kasım 1889 da Singapur’a demirlemiştir. Limanda bulunulan sırada alınan bir telle Albay Osman Bey’in Livalığa (Tümamiral) terfi ettirildiği öğrenilmiştir. Uğradığı limanlarda Ertuğrul, özellikle müslüman halkın büyük bir coşku ve sevgisiyle karşılaşmış, gösteriler limanlar boyunca devam etmiştir. Ancak Kolombo- Singapur arasındaki seyirde Bengal Körfezi ve Malaka Boğazını geçiş hiç kolay olmamış, 1500 millik bu mesafe güçlükle geçilmiştir. Dört ay Singapur da kalarak uygun hava koşullarını bekleyen ve bir anlamda yaralarını saran Ertuğrul, 16 Mart 1890 tarihinde Singapur’dan ayrılmış, Saygon, Hong Kong, Foçu, Nagasaki ve Kobe limanlarını ziyaretle, 7 Haziran 1890 tarihinde Yokohoma’ya ulaşmıştır. Ertuğrul Fırkateninin 14 14 Temmuz 1889 tarihinde başlayan ve 6 ay olarak planlanan seyri 11 ay sürmüştür.

JAPONYADA

Ertuğrul, Yokohoma yaklaşma sularında, Japon, İngiliz ve Fransız donanmalarına ait gemiler tarafından karşılanarak liman girişi yapmıştır. Osman paşa burada İmparatorluk sarayı yetkililerince karşılanmış ve yapılan program gereği 13 Haziran 1890 tarihinde İmparator tarafından kabulü kararlaştırılmıştır. Aynı akşam beraberinde gemi süvarisi Kaymakam (Yarbay) Ali Mehmet Bey ve diğer yetkililer olmak üzere trenle Tokyo ya gelen Osman Paşa görkemli bir törenle karşılanmış ve saray arabalarıyla imparatorluk sarayına gidilmiştir. Kabul töreninde Fransızca tercümesi daha önceden İmparatora takdim edilmiş olan bir söylev, padişahın iki mektubu ve beratıyla birlikte murassa [4] imtiyaz nişanını imparatora sunmuştur. İmparatorun iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesinden duyduğu memnuniyeti belirtmesinden sonra heyet huzurdan çıkarak, başka bir odada imparatoriçe tarafından da kabul edilmiştir. Bundan sonra kabul törenleri, geçit resimleri, ziyaretler ve ziyafetlerle Osmanpaşa ve gemi personeli bir gün bile boş bırakılmamıştır.  Ayrıca Ertuğrul personeli burada kaldığı sürece Japon ve İngilizlerin katıldığı denizcilik yarışlarına da katılmıştır. Ancak tüm bunlara rağmen o tarihlerde Uzakdoğu da hüküm süren kolera salgını maalesef personelimizi de etkilemiş ve 15 erimiz bu hastalık sonucunda kaybedilmiştir. Ertuğrul ise bu süreçte, koruma bölgesi olan Nagora ya götürülmüş ve burada 17 gün karantinaya alınmıştır.

DÖNMEK Mİ? DÖNMEMEK Mİ?

Her türlü olumsuzluğa rağmen, Japonya’daki görevini icra eden Ertuğrul Fırkateyni ne Bahriye Nezareti tarafından 14 Haziran 1890 tarihli yazıyla Japonya nın Uraga, Hyogo ve Nagaski ve Çin’in Şangay limanlarında birer ay bekleme ve uygun hava koşulları kollanarak İstanbul’a avdet[5]emri verilmiştir. Osman Paşa, Japon yetkililerin 14 Eylül günü yaptıkları ısrarlı ikazlara rağmen, verilen emre uyarak 15 Eylül 1890 tarihinde Yokohoma’dan ileri harekete geçmiştir. Şimdi Ertuğrul Japonya’yı oluşturan yüzlerce adanın güney doğu kısmındaki  Komanando denizinde ilerliyordu. Havada hafif bir sıkıntıdan başka dikkati çeken herhangi bir şey yoktu. Kii yarımadasının güney noktasındaki Mozaki Burnu istikametinde yol verilmişti. Ve artık Ertuğrul büyüklü küçüklü adaların arasından çıkmış, açık denize girimiştir. Yokohoma dan hareket edildiğinden beri 14 saat geçmiş ve barometre birdenbire düşmüştü. Dalgalar büyümeye başlıyordu. Çok oynak bir gemi olan Ertuğrul, yavaş yavaş yalpalara başlamıştı. Saatler geçtikçe dalgalar büyümüş ve dalgaların yükseklikleri de artmıştı. Hareketin ikici günü öğlen saatleri rüzgâr da şiddetini arttırmaya başlamış ve öğleden sonra tayfuna dönmüştür.

 

 

Kushimoto köyündeki Oshima burnuna mesafe 10 mildi. Kashinozaki feneri gözüküyordu... Ancak rüzgâr şiddetini arttırmıştı. Korkunç bir gürültü işitildi ve arkasından çığlıklar... Yokohoma dan Kobe ye ilerlerken 16 Eylül 1890 günü Ertuğrul Fırkateyni kayalıklara çarpararak maalesef batmıştı.

 

SONRASI

Japon yetkilileri, mahalli halk, Alman Wolf ve Japon Buci Maru gemileri tarafından yapılan arama kurtarma çalışmaları sonucunda 74 kişi [6] sağ olarak kurtarılmış ve 531 kişi Japon sularında şehit olmuştur. Kayıplar arasında Kafile komutanı Osman Paşa (Tümamiral) ile birlikte, Hasan Âli Yücel’in dedesi ve Can Yücel’in büyük dedesi gemi süvarisi kaymakam (yarbay) Ali beyde bulunmaktadır.

Japonya daki yangın ve veya büyük felaketlerde yardım toplama geleneği gereğince Tokyo, Osaka ve Kobe’deki bazı gazeteler sosyal yardım faaliyetlerine girişmiş ve faciada şehit olanların aileleri için yardım kampanyası başlatılmıştır. Bu Japonya da yabancılar için başlatılan ilk yardım kampanyasıdır. Ayrıca Donanma Cemiyeti de yardım toplama faaliyetinde bulunmuştur.

Ertuğrul Fırkateyni’nden eşya ve aletlerin çıkarılması konusunda Japonya Osmanlı Devletinden aldığı izinle çalışmalara başlamıştır. Enkazdan çıkartılan malzemeler Masajeri şirketi  gemisi ile İstanbul’a transfer edilmiştir. Hatta Ertuğrul’dan çıkarılan toplar, Osmaniye Fırkateynine takılmıştır.

Yaralı olarak kurtarılan gemi personelinin İstanbul’a getirilmeleri Japonya’nın yakın ilgisi sonucunda Hiei ve Kongo isimli savaş gemileri ile İstanbul’a getirilmiştir.  Tarihin garip bir cilvesi olarak, gazilerimizi getiren Kongo’nun o zamanki komutanı kaymakam (yarbay) Togo, daha sonra Coşima deniz savaşının efsane kahramanı Amiral Togo olacaktır.

Ertuğrul Fırkateyni şehitleri anısına üç anıt dikilmiştir. Birincisi taştan bir kitabe olarak Oşima halkı tarafından yapılmıştır. Anıt ikinci defa Türk-Nippon Ticaret Derneği yardımıyla düzenlenmiştir. Üçüncü kez 1937 yılında Sayın Hüsrev Gerede’nin Tokyo Elçiliği sırasında restore edilmiştir.

Ertuğrul faciası İngiliz, Fransız, Alman denizcilik tarihlerinde de yerini almıştır. Bunun nedeni Ertuğrul’un battığı gün, battığı yerin civarında bu devletlere ait dört geminin daha aynı acı felakete uğramış olmasıdır.

ALINACAK DERSLER:

Olaydan sonra Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa başkanlığında ve amirallerden oluşan bir inceleme komisyonu kurulmuştur. Komisyon olayı inceden inceye(!) tetkik etmiş ve facianın nedenlerini bulmayı başarmışlardı!.. Fakat inceleme bitince, evrak Yıldız Sarayına kaldırılmış, Sultan Abdülhamid’in hal’inden sonra Babıâli’ye getirilmiş fakat sonraları bu evrak da diğer evrakla beraber Babıâli yangınında yanmıştır. Bahriye nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa da herkesin olduğu ve olacağı gibi 23 yıl bahriye nazırlığı yaparak tarihteki yerini almıştır.

Sahi alınacak dersler demiştik değil mi? Kusura bakmayın bir an için uzaklara gittim ve daldım. Şu anda ağlıyorum, o yüzden güldürmeyin beni. Ne alınacak ne de verilecek bir ders yok. Zira Allah sizi korkak yarattıysa, yaşamınız şahsi ikbal ve ihtiras üzerine kuruluysa ve zayıf bir kişiliğe sahipseniz sizin alabileceğiniz herhangi bir ders mevcut değildir.

 

Velakin böyle değil de tam tersi ise yaşamın kendisi ve siz kendiniz için zaten bir derssiniz, o halde sizin zaten derse ihtiyacınız yoktur.

Bugün 16 Eylül. Tam 132 yıl önce bugün başkalarının verdiği kararlarla Japon denizinde şehit olan şehitlerimizi ve gazilerimizi en güzel dileklerimizle yâd etmek ve onlarla birlikte o gün o sularda şehitlerimizle aynı kaderi paylaşıp maviliklerin sonsuzluk ve derinliklerinde yaşayan tüm denizcileri anmak isterseniz lütfen buyurun, bugün işte o gündür.

 

Saygılarımla.

Mümin KIR

16 Eylül 2022

 

KAYNAKÇA:

Dündar, Merthan, Muhayyel Tarihe İtiraz, Ertuğrul Faciası, Yamada Torajiro ve Abdülhalim Noda Shotora Üzerine, (Ankara Üniversitesi).

Mütercimler, Erol, Ertuğrul Facaisı, 21. Yüzyıla Doğru Türk- Japon İlişkileri, Anahtar Kitaplar, (1993).

Çoker, Fahri, Bahriyemizin Yakın Tarihinden Kesitler, Dz.K.K.lığı, Kültür Yayınları Tarih Eserleri Dizisi, No:1, ANKARA, Haziran 1993, s.72-97, s.193-199.

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Ertuğrul Fırkateyninin Japonya Seyrinin 125.yıl Dönümü Anısına, (Mart 2015).

Şakir, Ziya, 151 No’lu Şehit, Ertuğrul Faciasında Bir Aşk Hikayesi, Akıl Fikir yayınları, İstanbul, (Ekim, 2014).



[1] Osmanlı padişahlarının cumalık elbiselerini , büyük üniformalarını , takacağı nişanları ve kılıcı saklayan , padişahın bu tür esvabı giyeceği zaman padişaha yardım eden saray vazifelisi.

 

[2] Kabe-î şerifeyi süpürenin hizmeti

 

[3]  Tokugowa şogunluğu- Japonya tarihinde 1603-1868 yıllarını kapsayan dönemdir. Bu dönem 24 Mart 1603 tarihinde Edo'da Tokugawa Ieyasu tarafından Tokugawa Şogunluğu'nun kurulmasıyla başlar ve 3 Mayıs 1868'de Meiji Restorasyonu'nun başlamasıyla sona ermektedir.

[4] murassa-çok değerli taşlarla süslü

[5] Avdet- Ayrılmış bulunulan yere geri gelme, eski yere dönüş.

[6] Bu konuda çeşitli kaynaklarda farklılıklar olduğundan Dz.K.K.lığı yayınları esas alınmıştır.