HUSI SALDIRISI KORFEZ'DEKI DENKLEMLERI DEGISTIRIYOR

Sosyal Medyada Paylaş!

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Ortadoğu ve Körfez bölgesindeki siyasal ve askeri olaylardan etkilenmemiş, bölgesel ölçeğinin yanında küresel ölçekte bir finans ve turizm ülkesidir. BAE çevresel olaylardan etkilenmemiş ve ülke sınırları içerisine güvenliğini tehdit edecek herhangi bir riski 2022 yılına kadar sokmamış bir devlettir. BAE; 1979 İran İslam Devrimi, 1980-1988 Irak-İran savaşı, 1990 Kuveyt işgali, 2003 ABD’nin Irak’ı işgali ve Arap Baharı süreçlerinin siyasal ve askeri etkilerini minimize etmiştir ve bu durum neticesinde bölgedeki diğer ülkelerden ayrılmaktadır. BAE’nin bu güvenlikçi yaklaşımı küresel finans ve turizm merkezlerinden birisi olmasının da önünü açmıştır.

17 Ocak 2022 tarihinde İran destekli Husiler, BAE Ulusal Petrol Şirketi (ADNOC) yakınlarında ‘’Musaffa’’ sanayi bölgesindeki petrol tankerlerini ve Abu Dabi havaalanı yakınlarındaki inşaat alanını hedef aldı. Husiler saldırıyı 20 kamikaze drone ve 10 adet balistik füze ile gerçekleştirdi. Saldırı sonucunda Pakistan ve Hindistan uyruklu 3 kişi öldü, 6 kişi de yaralandı.

Saldırının gerçekleşmesinden önce bölgedeki bir takım gelişmeler dikkat çekicidir. Bu gelişmelere değindikten sonra olayın nedenlerine ve olası etkilerine değinmek büyük resmi görmemiz açısından oldukça önemlidir. Saldırı gerçekleşmeden önce İran katı yakıt motoru denemesini yaparak balistik ve seyir füzelerinin menzilini 5000 km ye kadar çıkarmıştır. Bu gelişme İran’ı tehdit olarak gören İsrail ve Avrupa ülkelerini ciddi derecede rahatsız etmiştir. Bu gelişme İran’ın geleneksel düşmanlarını rahatsız ettiği gibi bölgesel anlamda ittifak kurduğu milis gruplarının da psikolojik olarak üstünlük kurmasına neden oldu. Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen gibi bölgelerde vekalet unsurları ile savaş veren İran’ın duyurduğu bu gelişme bölgedeki vekalet unsurlarını avantajlı duruma getirdi.

BAE, Yemen’deki Arap Koalisyonuna olan desteğini 2021 yılında tamamen kesmiş fakat bölgenin güneyindeki Güney Geçiş Konseyini desteklemeye devam etmiştir. Ülkenin güneyinin stratejik öneme sahip olması, önemli limanlara ve geçiş yollarına hakim durumda olması BAE’nin Suudi Arabistan’dan bağımsız politika izlemesine neden olmuştur. Güney Yemen’de son derece stratejik öneme haiz Sokotra adası, BAE destekli gruplar tarafından işgal edilmiş ve bu durum bölgedeki diğer siyasal aktörler tarafından eleştirilmişti. Sokotra adasındaki sahra hastanesine malzeme götüren BAE gemisine Husilerin el koyması saldırı öncesinde dikkatleri çeken bir diğer gelişmedir.

Saldırının gerçekleşmesinden 1 gün önce İran’daki bazı şehirlerde büyük patlama sesleri duyulmuştur, resmi açıklamalar ışığında duyulan bu seslerin bölgedeki hava olayları neticesinde gerçekleştiği açıklamaları yapılmıştı. Açıklama kamuoyunu tatmin etmemiş ve bölgede askeri bir tatbikatın da olmayışı olay hakkındaki soru işaretlerini arttırmıştır. BAE destekli yayın kuruluşlarında saldırının BAE topraklarında gerçekleştirilen saldırı ile ilişkilendirilmesi kafaları karıştırmıştır. Kesin olmayan bilgilere göre bölgedeki askeri üsler ve füze sistemlerinin hedef alındığı düşünülmektedir.

BAE toprakları tarihte ilk kez bir terör örgütü tarafından hedef alınmıştır. Bu saldırının asıl nedeni ise Şebve ve Marib şehirlerinde BAE destekli ‘’AMALİKA’’ paralı asker grubunun Husileri mağlup etmesidir. Bu iki şehir Husiler için oldukça stratejik bir öneme sahiptir. Şebve şehri petrol rezervleri açısından zengin bir liman şehridir. Marib şehri ise Yemen’in tek doğalgaz üretim merkezi konumundadır. Görüldüğü üzere Husileri maddi anlamda besleyen kritik bu iki şehrin kontrolünün BAE destekli AMALİKA paralı askerlerinin eline geçmesi Husileri daha da saldırgan hale getirmiştir.

Saldırının gerçekleştiği gün yaşanan üç farklı olay kafalardaki soru işaretini arttırmaktadır. Husilerin sözcüsü konumunda olan Muhammed Abdusselam olayın yaşandığı gün İran’da bulunuyordu, bir hafta önce Umman ziyareti gerçekleştiren İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan ve İran Cumhurbaşkanı Reisi ile bir görüşme gerçekleştirdi. Diğer gelişme ise İran, Rusya ve Çin Basra Körfezinde ortak askeri tatbikat gerçekleştirmesiydi. Olayın yaşandığı gün Güney Kore lideri Moon Jae-in 3.5 milyar dolar değerinde orta irtifa hava savunma sistemi satışını öngören anlaşmayı imzalamak için BAE ye gelmişti. Bölgesel güvenliği etkileyecek yoğun diplomatik ve askeri hareketliliğin saldırının gerçekleştiği gün yaşanması da oldukça manidar olmuştur.

Husiler bu beklenmedik mağlubiyetin ve ekonomik girdabın bir benzerini BAE ye yaşatmak istemiştir. Körfez’in en önemli ekonomik gücünü oluşturan ve küresel şirketlerin ofislerine ev sahipliği yapan BAE’ye yönelik bu girişim ve sonrasında Husilerin, küresel şirketlerin BAE’yi terk etmeye davet eden açıklamalarda bulunması dikkate değer niteliktedir. Saldırının ana amacı BAE’nin küresel anlamda imajına zarar vererek BAE’nin bir yatırım ve finans merkezi rolünün kaybolmasını sağlamaktır. BAE’nin küresel şirketlerin merkezi olmasından ve bir turizm şehri haline gelmesinden rahatsız olan Suudi Arabistan bu krizi fırsata dönüştürmek isteyecektir. Suudi Arabistan’dan kamu ihalesi almak için kürsel şirketlerin merkezinin Riyad’a getirilmesi şart koşulmuş ve böylece BAE’nin tartışılmaz üstünlüğü engellenmeye çalışılmıştır. Şüphesiz Husilerin bu saldırısı BAE’nin imajına, istikrarına ve güvenliğine yapılmıştır, dolayısıyla bu saldırının şimdiden amacına kısmen ulaştığını söylemek mümkündür.

Husilerin en önemli destekçisi konumunda olan İran’ın, ABD ile nükleer görüşmeler gerçekleştirdiği ve Suudi Arabistan ile BAE ile normalleşme adımları attığı bir konjonktür de Husilere geniş çapta bir askeri ve siyasal destekte bulunması mümkün görünmemektedir. Husilerin füze ve kamikaze drone saldırılarından en fazla zarar gören ülkenin Suudi Arabistan olduğu bilinen bir gerçektir. BAE’nin güven ve istikrarını hedef alan ve kısmen de başarılı olan bu saldırının ardından Suudi Arabistan-İran yakınlaşmasının hız kazanması kuvvetle muhtemeldir. Suudi Arabistan, İran ile gireceği diplomatik temaslar neticesinde Husiler ile anlaşabilir ya da ateşkes imzalayarak Yemen sorununu çözme noktasında yapıcı davranabilir. Güvenirliği ve prestiji sarsılan BAE’ye karşı yapılan bu hamle ile bölgesel güvenliğini sağlamış olacak olan Riyad yönetimi küresel şirketlerin merkezi olma misyonunu gerçekleştirme hayaline bir adım daha yaklaşacaktır.

Çin, Japonya, Kore ve Hindistan BAE’nin en önemli petrol ihracatçısı ülkeleridir. Dev sanayi tesisleri için enerjiye ihtiyaç duyan Asya ülkeleri BAE’deki güven ve istikrarlı yapının devamını istemektedir. Ayrıca bu şirketlerin ofislerinin ve yatırımlarının bulunduğu BAE’de güven sağlayıcı ve arttırıcı politikalar güderek inisiyatifi eline alan rasyonel adımlar atması mümkün görünmektedir. ABD’nin Ortadoğu’dan çekilmesinin ardından oluşan güven boşluğunun Asyalı ülkeler tarafından doldurulması kısa vadede pek olası görünmese de ABD’nin izleyeceği politikaların ana ekseninin bu şekilde devam etmesi uzun vadede bu ihtimalin gerçekleşmesini mümkün kılmaktadır.

BAE’nin, Rusya ve Çin ile askeri ve siyasi işbirliklerini arttırması, F-35 satın almaktan vazgeçmesi gibi gelişmeler ABD-BAE ilişkilerinin seyri açısından kritik gelişmeler gibi görünse de iki devlet arasındaki güvenlik odaklı ilişki devam etmektedir. Saldırının hemen ardından BAE’li yetkililerin ABD’li yetkililer ile görüşmeler gerçekleştirmesi ve Biden’in ‘’Husilerin tekrardan terör örgütü listesine alınabileceği’’ açıklamasında bulunması bu durumun kanıtı niteliğindedir.

ABD’de yaşanan başkanlık yarışını Joe Biden’in kazanmasının ardından Ortadoğu’da Trump politikaları terk edilmeye başlanmıştır. Bu etki ilk önce ABD’nin İran ile KOEP anlaşmasına tekrar dönmek istemesi ve Yemen politikalarında yaşanmıştır. Trump döneminde İran’a karşı uygulanan azami baskı politikası terk edilmiş ve meşhur küre pozunun Ortadoğu’da yarattığı etki kaybolmaya başlamıştır. Joe Biden’in Yemen’deki Husi güçlerin terör örgütü listesinden çıkarılması ve Yemen iç savaşının sona ermesi gerektiği yönündeki açıklamaları bölge siyasetini ve ittifaklar denklemini değiştirerek çeşitlendirmiştir.

2019 yılında Husilerin Suudi Arabistan’ın Aramco şirketine yaptığı saldırının menzili 900 km iken BAE’ye gerçekleştirdiği saldırının menzili 1400 km ye ulaşmıştır. Husi güçlerin kapasitesinin ve nokta atışı hedefleri vurabilme yeteneğinin bu kadar gelişmiş olması bölgedeki psikolojik üstünlüğün Husilere geçmesine neden olmuştur. Balistik füzelerin 1400 km ötedeki bir hedefi nokta atışı vurabilmesi normal iken kamikaze dronelerin böylesi bir uzaklığı; haberleşme, koordinasyon ve uydu desteği olmadan vurması pek mümkün görünmemektedir. ABD, Suudi Arabistan ve BAE kamikaze drone saldırılarının Umman üzerinden gerçekleştiğini düşünmektedir. Saldırının hemen arkasından ABD’nin, Umman’ı ‘’Husilerin arka bahçesi’’ olarak tanımlaması bu kapsamda değerlendirilmelidir. Vekalet savaşları unsurlarının bölgesel başarıları İran’ın prestijine de olumlu manada katkı yapmaktadır ve bu durum İran’ın caydırıcılığı ile liderliğine pozitif anlamda yansımaktadır.

Saldırının bir diğer etkisini de İsrail’in bölgesel politikalarda atacağı adımlar oluşturmaktadır. Husiler gibi bir gücün İran desteği ile 1400 km ötedeki hedefleri nokta atışı vuran balistik füzeler geliştirmesi İsrail’i tedirgin etmektedir. Bunun yanında İsrail, Körfez ülkeleri ile girişeceği diplomatik temaslarla bölgedeki hava savunma sistemlerinin entegrasyon ve koordinasyonunu sağlayarak İran tehdidini sınırlarının çok ötesinde engelleyebilir. Ortadoğu ve Körfez ülkelerinin İsrail hava savunma sistemi Demir Kubbe’ye olan ilgisi de bu süreci hızlandırabilir.

Bölgedeki bir çok politikayı ve işleyen sürecin değişmesini mümkün kılan Husi saldırısı Körfez ülkelerinin güvenlikçi politikalarının değişmesine neden olacaktır. Suudi Arabistan ile BAE arasındaki ekonomik ve siyasi rekabet bu gelişmeye paralel olarak hız kazanacaktır. BAE’nin prestijine zarar vermeyi amaçlayan Husi saldırısının kısmen amacına ulaştığını söylemek doğru olacaktır. Bu saldırının amacına tam olarak ulaşmasını engellemek BAE’nin kendi elindedir. BAE dış politikasının önümüzdeki günlerde daha aksiyonel davranması ve yeni politikalar geliştirmesi beklenmektedir.

BARIŞ YÜKSEL