Karadeniz, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Saros Körfezi ve Adalar Denizi’nde MİLLİ DENİZ KORUNAN ALANLARI İLAN EDİLMESİ”

Sosyal Medyada Paylaş!

İstanbul ve Çanakkale Boğazlarımızı Milli Deniz Korunan Alanı ilan edersek, kazanacaklarımız kaybedeceklerimizden çoktur. Bu konunun ciddi bir şekilde gündeme getirilip, artık masaya yatırılmasının ve çevre, denizcilik, sağlık, gıda, ulaşım ve benzer alanlarda da ileriyi gören kararların alınmasının zamanı gelmiş, çekingenliklerin çağı bütün dünyada sona ermiştir. Bu gelişmeyi ülkemizde sağlamak için, aşırı gelişmiş, nitelikli insan beyin gücünün bürokrasiye kanalize edilmesinde, istihdamında teşvik unsurlarının kullanılması ve mutlaka yerli kaynaklara bağlı kalınması çok ciddi çözümler getirecek, ileri atılımlar sağlayacaktır ülkemize. Buna hükumetin Türk uzay ajansının kurulması kararının içinin doldurulması ve Amiral Doç. Dr. Cihat YAYCI Mavi Vatan Doktrinin hayata geçirilmesinde pekiştirici unsurların, mekanizmaların bulunarak uygulanması da dahildir.

Ve bu ağa AB aday üye ülke olmamız kapsamında herhangi bir Natura 2000 korunan alanı adayı statüsü verilmemeli, Türkiye’nin zayıflamış Avrupa Birliği adaylığı faaliyetleri ve bağımsızlık işine karıştırılmamalıdır. Tamamen kendi ihtiyaçlarımızın imbiğinden süzülmüş, gerçek bilimin süzgecinden geçirilmiş kendi milli kriterlerimize göre, yani daha çok boyutlu, çoklu işlevselliğe sahip, toplumu da değiştirecek potansiyele sahip ulusal ölçekte etkin deniz koruma kriterlerimiz çerçevesinde Türk Boğazlarında ve ekolojik ve sosyoekonomik, milli güvenlik uzantılarında ilan edilmelidir. Denizcilik ve çevre, hatta doğa koruma sadece çevrecilerin, ihtisas sahibi kişilerin, bürokrasinin, akademiyanın, AB süreçlerinin, milletlerarası sözleşmelerin ve kurumların meselesi değildir, topyekûn ulusal katılımı gerektiren konulardır bunlar.  Çevre otoritelerinin, siyasi otoritelerin, güvenlik ve ekonomi bürokrasinin de bu konuyu çok ciddi olarak kavraması ve politikalara dönüştürmesi gerekmektedir.

Dünyada milletlerarası seyrüsefer için kullanılan takriben 116 adet boğaz bulunmaktadır. İstanbul ve Çanakkale de dâhil dünyadaki Boğazlardaki yoğun trafik ve gemilerin çıkardığı gürültü deniz memeli türleri Yunusların olumsuz etkilenmesine ve deniz kirliliğine sebep olmakta, denizde yaşayan canlı türlerinin oluşturduğu biyolojik çeşitliliği tehlikeye atmaktadır. Gemi trafiğinin bu tür çevresel etkileri bizler henüz farkına varamadan ve ölçemeden giderek denizin insanlığa sunduğu ekosistem servislerini ortadan kaldırmaya başlamaktadır.

İstanbul Boğazı her ne kadar Uluslararası denizcilik teşkilatı (IMO) tarafından hassas deniz alanı olarak görülmemişse de, yoğun deniz trafiği nedeniyle kaza riski ve bunun ortaya çıkarabileceği ekolojik riskler açısından belki de daha hassastır, çünkü yoğun bir İstanbul metropolitan alanı nüfusu da burada yaşamaktadır, Avustralya’daki “Great Barrier Reef”’in (Büyük Mercan Resifi) ve Darwin’in meşhur araştırmalarını yaptığı Galapagos takımadalarının tersine.

UNESCO’nun da “Özellikle Hassas Deniz Alanları” tanımlaması ve bunun dünyada örnekleri vardır. Bugüne kadar Mavi Vatanımızın her bakımdan korunmasında bu tür çeşitli mekanizmalara halen başvurulmamış olması da düşündürücüdür. Şu an yeryüzünde UNESCO tescilli 15 adet bu tür deniz koruma alanı mevcuttur. Avustralya’daki uzaydan uydudan bile görünen Great Barrier Reef, Ekvator’da, Darwin’in bilimsel araştırma ziyaretlerini yaptığı meşhur Galapagos Takım Adaları, ABD’deki Papahānaumokuākea deniz anıtı, Hollanda’daki Wadden denizi hassas koruma alanı. Tabii bu statülerin Akdeniz’deki Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)’na bağlı RAC/SPA’nın özel deniz korunan alanlarından farkı vardır.

Şu ana kadar Birleşmiş Milletler Denizcilik Teşkilatı (IMO) tarafından aşağıdaki deniz alanları özel deniz alanları ilan edilmiştir.  MARPOL Sözleşmesine göre 189 adet deniz alanı; kapalı deniz veya yarı kapalı deniz olmasına göre, bizim Marmara ve Türk Boğazlarımız gibi. Akdeniz, Karadeniz, Kızıl Deniz, Baltık Denizi, Güney Afrika Suları ve Batı Avrupa suları gibi.

Burada denizlerin korunan alan ilan edilmesinin başlıca amacı, yoğun deniz trafiğine sahip olunması ve ekolojik niteliklerdir. Ekolojik nitelikleri, özellikle biyo-çeşitliliğin ürettiği ekosistem servisleri yurdumuzda üniversitelerde, kamu kurumlarında, bakanlıklarda vs., bilimsel araştırma merkezlerinde yeterince bilinmemekte ve tanınmamaktadırlar, oysa siyasi karar mercilerinin bu kavramların ve dünyadaki uygulamalarını her boyutuyla akademik ve araştırma ve de bürokratik hükümet kurumu karar vericilerince tanıtılması ve neticede ortak bir görüşle her sektör için bir politikalarının ve faaliyet planlarının hazırlanarak derhal uygulamaya geçilmesi gerekmektedir.

Aksi halde arazi gelişim, arazi kullanım, emlak vb. fiyat artışlarının ekonomide ön planda yer almasıyla ekosistem servisleri (ESS) ekonomisi kazanılmadan yok edilecek, bu da stratejik bir güvenlik ve ekonomi zafiyetine yol açacak, Türkiye’nin denizcileşmesine de ciddi boyutlarda ket vuracaktır. Topyekun uyanmadan, doğru işe yarar bilgileri öğrenmenin, çekingenlikten sıyrılmanın, gereksiz bilgilerle yayın yapıp küçük kararlar almanın, vizyoner olmaktan kaçınmanın zamanı çoktan gelmiştir, saatler ve çanlar bizim için  çalmaktadır.

Dışarıdan dış menfaat odaklarından, düşman niyetli ülkelerden gelen darbelere, bu içerideki bilgisizlik ve önceliği olmayan bilgilere takılma, liyakatten yeterince istifade edememe geleneğinin vurduğu darbe eklenince ülkemizin güvenliği ve ekonomisi her geçen gün daha fazla sarsılmaktadır. Bu ulusal güvenlik ve iktisadi meselemize çözüme kavuşturmakta bir adım da, üniversite kurumunun hükümet kurumlarını yani kamu sektörünü ve özel sektörünü, bürokrasimizin de üniversiteleri açık bir şekilde yıllık ve altışar aylık periyotlarda eleştiri/değerlendiren raporları yayınlaması ülkemizin kendi kendisini belirli bir kesitte göstergelerle tanımasında son derece faydalı olacaktır.

DENİZ EKOSİSTEM SERVİSLERİNE GİRİŞ

Kıyı Ekosistem Servisleri:

Yılda net kazandırdığı = 125 trilyon ABD Doları (Millennium Ecosystem Assessment 2005). Costanza et al. (2014).

Kıyı ekosistemleri gezegenimizin sadece % 1’nden azını kaplamasına rağmen, dünyaya kazandırdığı para dünya ekosistemlerinin % 40’nının sağladığı finans kapitale eşittir. Bu da Türkiye’nin kıyılarında arazi fiyatlarındaki, tatil köyü, rezidans, AVM, villa, saray, kamu binası, yat limanı yapılaşması ve lüks harcamalara; giderek çok az sayıda zengin ve aşırı zengin bir sınıfın oluşturularak, gelir dağılımın bozulmasına sebep olan çok tehlikeli, sağlıksız (Stiglitz, Dünya Bankası önceki Başkan Yardımcılarından, Nobel ödüllü iktisatçı)  artışa bağımlı zenginleşme yerine, dünyada yaşayan ve yaşamaya çalışan bir ülke olarak özellikle Mavi Vatan bilincimizin arttığı şu günlerde, deniz ve kıyı ekosistemi korumaya, sahip çıkmaya, bunu vatana bir aidiyet duygusu olarak yerleştirme eğitimine; ve giderek Türkiye’nin Denizcileşmesi hareketine bir taban, temel, hatta bir ilerleme indikatörü başlangıç seviyesi (baseline) olarak görmesi, ölçmesi, hesaplaması, sadece otomatik cihazlar geliştirmenin dışına çıkamayan, çıkarılmayan, kendilerine politika belirleyici bürokrasi ve düşünce kuruluşlarınca yön verilmeyen teknokentlerinde vs. bunun gerektirdiği innovasyonları geliştirmesi, ölçme izleme ve restorasyon ile ekonomimize de ilave gelirler kazandırmasının zamanı çoktan gelmiş olup geçmektedir. Sürdürülebilir Güvenliğe de AB-Biden (ABD) işbirliği dönemine girildiği şu günlerde bir an evvel geçmek zorundayız. Sıra bürokrasi, özel sektör ve üniversiteleri harekete geçirmekte, bilinç kazanmalarına yardım etmekte.

Diğer ESS ise, iklim değişikliği regülatörleri (düzenleyicileri), su kalitesini sürdürme, saflaştırma (sediman tutma ve midye gibi filtre beslenicilerin fonksiyonları gibi mekanizmalarla), kıyı erozyonunu önleyen (sel ve taşkınların önlenmesi, OECD, 2007) doğal mekanizmalar, karbon döngüsünü çeviren mekanizmalar, gıda, lif, odun, aromatik tıbbi ilaç kaynakları hatta suyun kaldırma kuvveti (deniz ulaşımını sağlayan başlıca unsur, fiziki bir unsur, Archimedes tarafından keşfedilmiştir) vs. olarak sıralanabilir.

Ülkemizde Avrupa Birliğindeki ekosistem servisi değerlendirme yaklaşımından çok bizim yöneticilerimizin, tüketicilerin davranış modellerine, tüketim ve kullanma örneğine göre;  ekosistem servislerinin sınıflandırılmasından, akademik yayın yapılması, doktora vb. tezler hazırlanmasından çok ekosistem servislerimizin fonksiyon gösterme kabiliyetlerinin ne şekilde engellendiği, baskılandığı ve bunun hangi tür vergi ve teşvik mekanizmalarıyla korunacağı, yönetileceği konusunda derinleşilmeli, somut adımlar atılmalıdır, tabii seçilmiş, elenerek seçilmiş, geçmişteki kanıtlanmış çalışmalarına göre liyakatli kadrolarla, zira bu tür kayıpların Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’ne de; savunma giderlerine de (örneğin bir ağaçlık korunun askeri birliklere kamuflaj sağlamasında, ancak değiştirilen orman yasaları ile bölünen habitatların askeri ve yaban hayatı insan çatışmaları sorunlarını artırmasında olduğu gibi) negatif bir etkisi muhtemelen ciddi ölçekte olup, bugüne kadar hesaplanmamıştır, tıpkı henüz ekonomi modeli negatif dışsallıklarımızı henüz hesaplamadığımız ve Milli Muhasebe Sistemine entegre etmediğimiz gibi.  

Türkiye’nin Denizcileşmesine de;  karasal kültüre alışkın halkımızın, kamuoyunun bu milli hareketi, uyanmayı kendi benliğine içselleştirebilmesi için çok sağlam ek gerekçelerinin ortaya çıkarılmasında dışsallıkların, gözle görünmeyen kayıpların ve alınacak planlı önlemlerle bunların yeniden kazanılması, masraftan düşülmesi, amortisman payı vb. parametrelerin hesaplanmasını yapabilecek kapasitede mutlaka bir kamu kurumu kurulmalıdır, kısa vadeli kara bakan özel sektör bu yapılanmayı başaramaz. 

DÜNYANIN DA DİLEĞİ İSTANBUL BOĞAZINA EN AZ BİR UNESCO DÜNYA KÜLTÜREL MİRASI DEĞERİNİN VERİLEREK KORUNMASIDIR

Dünyaya İstanbul ve Çanakkale Türk Boğazlarımıza başta kendimizin her bakımdan değer verdiğimizi göstermeliyiz, kusursuz bir sahip çıkma, aidiyet duygusu olmalı burada.

Almanlar Berlin’deki Potsdam’ın kıymetini bildiler, UNESCO’ya başvurdular, Potsdam evleri, mahalleri ile Brandenburg Kapısı, her ne kadar Boğaziçi kadar eşsiz bir güzelliğe, kıtaları birleştirme özelliğine  ve çok özel bir tarihe sahip olmasa da, UNESCO Dünya Kültürel Mirası ilan edildi, muazzam sayıda turizm, dolayısı ile döviz gelirine sahiptir, tıpkı turizme önem verilen Paris’te olduğu gibi. Paris’te de sadece Saine nehri ve kanallar var ama İstanbul’dan, Çanakkale’den karşılaştırılamayacak denli çok turist çekmektedir. Ülke olarak turizm gelirlerini artırma politikası ve hevesine sahip olmalıyız.

İstanbul Üniversitesinden Prof. Dr. Bayram ÖZTÜRK’ten öğrendiğimize göre, Kanuni Sultan Süleyman’ın kılıcında hamsi kabartması vardı.

İstanbul içinden okyanus geçen bir tarihi kent, yine Bayram hocamıza göre.

Prof. Dr. Bayram ÖZTÜRK’e göre Marmara’da ve Boğazda çok fazla yabancı balık türü var, bunu önlemek için yabancı gemilere çok sıkı bir balast kontrolü yapılmalı. Bu nedenle de İstanbul ve Çanakkale Boğazları Deniz Korunan Alanı (Marine Protected Areas, MPA) ilan edilmeli, ekosistem esaslı bir yönetime kavuşmalıdır.

Bu milli boğaz deniz korunan alanlarımız Prof. Dr. Bayram ÖZTÜRK (TÜDAV ve İstanbul Üniversitesi) Karadeniz’de ilan edeceğimiz deniz korunan alanları ile ve Adalar Denizindeki uzantılarıyla bir ekolojik ağ teşkil etmeli, yani ekolojik ve ekonomik bir fonksiyona sahip olurken, stratejik değeri olan mevcut deniz biyolojik çeşitliliğini de muhafaza etmelidir. Peyzaj, estetik, turizm bağımlı deniz korunan alanı ilanını geleneğimizi değiştirmeli, yerine balıkçılık yönetimi (ekonomi) odaklı ve güvenlik odaklı bir çevre koruma sitemini getirerek, benimsemeli, analiz etmeli, içselleştirmeli, kamuoyuna ihmal etmeden tanıtmalı ve ayakları yere basan sağlam bir şekilde yerleştirmeliyiz. Bu bizlerin milli vazifesidir. Milli kazanımların payı, oranı ve mutlak değeri bireylerin, yatırımcıların, şirketlerin, özel sektörün kar payını defalarca katlar.

Gelecek yazılarımızda DEGS olarak boğazlarda ekosistem verilerini izlemenin önemine, anlamına, zorluğuna ve boğazları milli deniz korunan alanı olarak ilan ettikten sonra ne şekilde yönetileceğine, bunu yöntemlerine ve kültürel boyutlarına, toplumdaki yansımalarına değineceğiz. Ayrıca dünyadaki başlıca milli deniz boğaz korunan alanlarından BAU DEGS olarak örnekler vereceğiz. Yurdumuzdaki diğer denizcilik, strateji, düşünce, akademik ve bakanlıklar ile belediyeler de dâhil kamu kurumlarının da görüşlerini burada yansıtamaya, vermeye her zaman açığız ve bekliyoruz.

EYÜP YÜKSEL

BAU DEGS Gönüllü Araştırmacısı

Kaynak: ‘IMO, IMO and its role in protecting the world’s oceans’

https://www.imo.org/en/MediaCentre/HotTopics/Pages/oceans-default.aspx