KÜRESEL DÜNYA SİSTEMİNİN DÖNÜŞÜMÜNÜN ARDINDA DENİZLERİN PAYLAŞIM MÜCADELESİ VE TÜRKİYE’NİN JEOPOLİTİK VE JEOSTRATEJİK VİZYONU

Sosyal Medyada Paylaş!

1. DÖNEM: İMPARATORLUK SİSTEMİ

Büyük Britanya İmparatorluğu (Güneş Batmayan İmparatorluk) olarak anılmaktadır. Bu tabir ustaca bir algı yönetiminin eseridir. 1. Dönem yani İmparatorluk Sistemi  kapsamında İngiltere merkezli bir hakimiyet benimsenmiştir. Dönemin öne çıkan özellikleri içerisinde İngiltere merkezli merkezlerden Algı Operasyonları, Yapılandırmacı Tarih Anlayışı ile Dünya Tarihini Yeniden Yapılandırmak ve Psikolojik Harp Konseptleri benimsenerek rakip milletlere karşı Toplum Mühendisliği faaliyetleri gerçekleştirmek ana hatlardan bazılarıdır. Tavistock gibi kuruluşlar aracılığıyla toplumların zihinleri üzerine işgal çalışmaları gerçekleştirilmiş, psikoloji bilimi kullanılarak kontrolün zihinler özelinde gerçekleştirilmesi sağlanmıştı. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti yıkıldı / parçalandı ve Osmanlı Devleti yıkılınca da Filistin’e Yahudi Yerleşimciler yerleştirildi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra da bu güç dengesi Büyük Britanya İmparatorluğu’ndan ABD’ye kaydı.

 

2. DÖNEM: ULUS DEVLET SİSTEMİ

ABD merkezli bir dönemdir. Kapitalist Sistem ve Emperyal Sömürü hakimdir. Fransız İhtilali’nin ardından ortaya çıkan kavramlar/akımlar doktrin olarak benimsenmiştir. Oluşturulan Popüler Kültür ile bu araçlar etkin olarak kullanılarak tek merkezli bir kültür özelinle toplumlar yeniden yapılandırılmış ve toplumların kimlikleri bu yöntemle aşındırılmış/asimile edilmiştir. Çin’in kapalı bir kutu olması, belki de ABD’nin bu kültür emperyalizmine karşı koyabilmesi noktasında bugün adına yükselen Çin’i ABD’nin karşısına çıkaran ana etken olmuştur. Bu bağlamda Ulus Devlet sisteminin çöküşüne hazırlık aşaması olarak bir geçiş dönemi olarak da ifade edebileceğimiz 2. Dönem: Ulus Devlet Sistemi, ABD’nin dünyadaki her mekanizmayı tek merkezde toplama amacına yönelik çalışmalar gerçekleştirdiği bir geçiş dönemi olma özelliği taşımaktadır.

 

3. DÖNEM: TEK DÜNYA DEVLETİ PROJESİ

ABD merkezli 2. dönemin sonunda Ulus Devlet sisteminin çöküşü ve ardından planlanan Tek Dünya Devleti Projesi 3. dönemin başlangıcı olacaktır. Bu dönem kapsamında Doğu Akdeniz’de Kudüs merkezli bir Tek Dünya Devleti kurulması ve başkentinin de Kudüs olması amaçlanmaktadır. ABD 2. dönem kapsamında küresel hakimiyet esaslarını tek merkezde toplama çalışmalarını gerçekleştirmiş ve bu tam hakimiyetin uygulanması adına planlanan 3. dönemin uygulamalarını adım adım hayata geçirmiştir. Bu dönem adına azınlıkların kitlelere hakim olmasının amaçlandığı bir sürece doğru dünyanın sürüklendiği görülmektedir. Biyolojik verilerin kontrolü, Siber Uzay’da tam hakimiyet ve aşırıcı bir sansür politikası, Uzay’ın tam anlamıyla kuşatılması ve yeni dönemde sömürü düzeninin denizlerdeki enerji kaynakları üzerinden şekillendirilmesinin amaçlandığı söylenebilir.

 

TÜRKİYE-FİLİSTİN MÜNHASIR EKONOMİK BÖLGE ANLAŞMASI BU PLANI BOZAR

Türkiye’nin Filistin Gazze Şeridi ile gerçekleştireceği olası bir Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Anlaşması, bu noktada bu planı bozacaktır. Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi Başkanı Doç. Dr. Cihat Yaycı’nın önerdiği Filistin-Türkiye MEB Anlaşması kapsamında tıpkı Türkiye-Libya Modelinde olduğu gibi, aynı simetride bir model planlanmaktadır. Türkiye-Libya MEB Anlaşması kapsamında Batı’ya çekilen Türk Kılıcı-Türk Kalkanı, Filistin-Türkiye MEB Anlaşması kapsamında Doğu’ya da çekilecektir. Bu noktada olası bir MEB Anlaşması kapsamında Doğu’ya çekilen bir Türk Kılıcı-Türk Kalkanı, Doğu Akdeniz’deki hakkaniyeti yeniden tesis etme noktasında oldukça önem arz etmektedir. Denizlerin Paylaşım Mücadelesi kapsamında uluslararası hukuk kurallarını adeta hiçe sayarak, deniz alanlarını ve deniz alanlarımızı gasp etmeye kalkışan bu paravan devletlerin oyununu bozmak, küresel barış, küresel adalet ve istikrarın yeniden sağlanmasında da oldukça önem arz eder.

 

 

Türkiye olarak, Doğu Akdeniz’de Libya-Türkiye MEB Anlaşması kapsamında bozulan oyunu, sıradaki strateji çerçevesinde, aynı simetride olası bir Filistin-Türkiye MEB Anlaşması da bozmaya devam edecektir. Bu anlaşma kapsamında jeopolitik ve jeostratejik güç dengesinin tamamen Doğu Akdeniz’in en uzun kıyı uzunluğuna sahip ülkesi olan Türkiye’ye geçeceği ve bu bölgenin hakiminin Türkiye olacağı oldukça açıktır.

 

Kaldı ki Denizlerin Paylaşım Mücadelesi kapsamında bu rekabeti yalnızca Doğu Akdeniz olarak da düşünmemek lazımdır. Barış Denizi olarak adlandırılan Karadeniz’deki istikrarın sağlanmasında da en etkin rolü üstlenen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Küresel barış ve istikrarın sağlanması adına, Türkiye’nin bir iç denizi olan Marmara Denizi’nde dilerse “İç Su Rejimi” uygulayabilecekken, adeta barış ve istikrarın korunması adına bir denge stratejisinin mührü olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne sadık kalarak, geçiş rejiminin hükümran ülkesi olma özelliğine sahip olduğu unutulmamalıdır. Bununla birlikte Türkiye bu bölgeden geçişte Montrö Boğazlar Sözleşmesi çerçevesinde de açıkça ifade edilen Altın Frank ücretlendirmelerini dolar kuru üzerinden sabitleyerek, bir anlamda %94’e varan indirim uygulamaktadır. Kısaca Türkiye, küresel barış ve istikrarın korunması adına kendinden fedakarlık etmektedir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması bizi değil, rakip/hasım devletleri tedirgin eder. Türkiye dilerse bu bölgede “İç Su Rejimi” uygulayarak, dilediği devleti geçirir ve dilemediği devleti de geçirmez. Ancak böyle bir politika sürdürmek Türkiye’nin de başını ağrıtacağından, mevcut sözleşmenin tartışmaya açılmaması daha uygun olacaktır. Yani Türkiye küresel barış ve istikrarın korunmasından yanadır. Buradaki denge, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’dir.

 

Türkiye’nin bölgesel ve küresel hesapları, asırlık planlamalarının ve stratejilerinin bir eseridir. Kanal İstanbul Projesi kapsamında Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışmaya açılmaması gerekir. Kanal İstanbul Projesi kapsamında bu projenin gerçekleştirilmesi Montrö’yü herhangi bir zarara uğratmayacağından, sözleşmenin kanal projesi ile bağdaştırılmaması gerekir. Keza Çanakkale Boğazı’ndan Türkiye’nin iç denizi Marmara’ya giren bir gemi, doğrudan Montrö hükümlerine tabiidir. Sözleşme çerçevesinde ya boğazdan ya da kanaldan geçecektir. Kanaldan geçerse bedelini ödeyecektir.

 

Bu noktada Libya-Türkiye MEB anlaşmasına ek olarak, bölgedeki hakimiyeti olası bir Filistin-Türkiye MEB anlaşması kapsamında Türkiye’nin ele geçireceği ve diğer devletlerin de Türkiye ile MEB anlaşması yapmak zorunda kalacakları aşikardır. Türkiye ile uzlaşan ve anlaşan herkes kazanır. Türkiye denizlerin paylaşım mücadelesi kapsamında yalnızca hakkı olan deniz alanlarını talep etmektedir. Bu deniz alanı 462 bin km2’dir. Türkiye, hakkı olan deniz alanlarını aldığında, denizden komşusu olan tüm devletler de hakkı olan deniz alanlarına kavuşacaktır. Yani Türkiye’nin kazanması, bölgedeki tüm denizden komşusu olan devletlerinde kazanması anlamına gelir.

 

MISIR DA FİLİSTİN DE İSRAİL DE LÜBNAN DA VE SURİYE  DE TÜRKİYE’NİN DENİZDEN KOMŞUSUDUR.

 

BAU DEGS ARAŞTIRMACISI

ÖMER MEMOĞLU