Türkiye Cumhuriyeti’nin tarım politikası, 1923 yılında İzmir İktisat Kongresi ile başlamıştır. İzmir İktisat Kongresi ile tarım politikasının temel ilkesi “Milli ekonominin temeli ziraattır” şeklinde belirlenir. Uygulanacak tarım politikasının temel felsefesi ise Mustafa Kemal Atatürk'ün “Ülkenin gerçek sahibi ve efendisi, hakiki müstahsil(üretici) olan köylüdür” sözüne dayanır.
Bildiğimiz kadarıyla dünyada kendi parasıyla toprak satın alarak çiftçilik yapan tek bir lider vardır, Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Kurduğu çiftliklerle ülkesinin çiftçisine örnek olmuş, bağımsızlık savaşını kazandıktan sonra asıl kurtuluşun ekonomik bağımsızlıkta olduğunu söylemiştir. Cumhuriyeti ilan etmeden önce, 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de İktisat Kongresi’ni toplamıştır. Yıllarca süren savaşlardan sonra köylüyü çiftçi yapmak temel hedeflerinden birisi olmuştur. 13 milyon nüfusun yüzde 80’i köylüdür. Bu sebepten uygulanacak tarım politikasının temel felsefesi de Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ülkenin gerçek sahibi ve efendisi, hakiki müstahsil(üretici) olan köylüdür” olmuştur.
İzmir İktisat Kongresinde “Çiftçi Grubu” Kongreye 96 madde sunar. Bu maddeler, köylünün üretim yapmasını engelleyen, yabancılara mahkûm kılan uygulamaların kaldırılmasına yöneliktir. Çiftçi Grubu’nun talepleri arasında Aşar vergisinin kaldırılması, tütün ekimi ve ticaretinin serbest bırakılması, tütünde Reji İdaresi’nin kaldırılması, tarımsal kredilerin düzenlenmesi, hayvan hastalıklarıyla mücadele, tarım alet ve makinalarının standartlaştırılması, yüksek öğretim görenlerin bir süre köylere gönderilmesi gibi çok temel istekler var. Bunların önemli bir bölümü kısa zamanda gerçekleştirilir. Atatürk’ün Türk Tarımı hakkında bazı fikirlerine değinmek gerekir çünkü bizim için hem bir yol gösterici hem de tarımın kıymetini bilmemizi sağlayacaktır.
“Milli ekonominin temeli tarımdır. Bunun içindir ki tarımda kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar bu amaca yayılmayı kolaylaştıracaktır. Fakat bu çok önemli işi isabetle amacına ulaştırabilmek için ilk önce ciddi etütlere dayalı bir tarım politikası tespit etmek ve onun için de her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek tatbik edebileceği bir tarım rejimi kurmak lazımdır. Bu politika ve rejimde yer alabilecek başlıca önemli noktalar şunlar olabilir:
Bir defa, memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olanı ise bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın hiçbir sebep ve suretle bölünemez bir nitelikte olması, büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliği, arazinin bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus yoğunluğuna ve toprağın verim derecesine göre sınırlandırılması lazımdır. Küçük büyük bütün çiftçilerin iş makinalarını arttırmak yenileştirmek ve korumak önlemleri vakit geçirmeden alınmalıdır. Memleketi; iklim, su ve toprak verimi bakımından, tarım bölgelerine ayırmak gerekir. Bu bölgelerin her birinde, köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları verimli, modern pratik tarım merkezlerinin kurulmalıdır. Gerek mevcut olan ve gerekse de bütün memleket tarım bölgeleri için yeniden kurulacak tarım merkezlerinin kesintiye uğramadan tam verimli olarak faaliyetlerini, şimdiye kadar olduğu gibi devlet bütçesinden ağırlık vermeksizin kendi gelirleriyle kendi varlıklarının idaresini ve gelişmesini sağlayabilmeleri için, bütün bu kurumlar birleştirilerek geniş bir işletme kurumu oluşturulmalıdır.”
Daha önce, Dışişleri, Ticaret, Maliye, İktisat bakanlıkları bünyesinde olan tarım, ilk kez ayrı ve bağımsız bir bakanlık olarak 1924’te kurulur ve Devlet de tarım için kollarını sıvar:
· 1924 Köy Kanunu getirildi.
· Ürünün onda birinin devlete verilmesini öngören “Aşar vergisi” 1925’te kaldırıldı.
· Aynı yıl, tütünde yabancı egemenliğinin kurumsal yapısını oluşturan Reji İdaresi kaldırıldı.
· İlk tohum ıslah istasyonları kuruldu.
· Tefecilere karşı, Ziraat Bankası A.Ş. şeklinde yapılandırılarak etkinleştirildi. Çiftçiye kredi, destek sağlayan bir yapıya kavuşturuldu. Buğday alımı ile görevlendirildi.
· Şekerpancarı üretimi yaygınlaştırılarak 1926’da ilk şeker fabrikası olan Alpullu açıldı.
· Hayvancılıkta ıslah çalışmalarının yapılması için 1926’da Hayvan Islah Kanunu çıkarıldı.
· İlk tarım sayımı 1927’de yapıldı.
· Tarımda kooperatifçiliğe büyük önem verilerek 1929’da Tarım Kredi Kooperatifleri ve 1935’te Tarım Satış Kooperatifleri Yasası kabul edildi.
· Buğday üretimini ve üreticisini desteklemek ve korumak için 1938’de Toprak Mahsulleri Ofisi kuruldu. Ertesi yıl buğday ithalatı durduruldu.
Atatürk, yeri geldi traktörün üzerinde, yeri geldi kooperatifin kurucu ortağı olarak tarım çalışmalarının içerisinde yer aldı. Atatürk Orman Çiftliği’ndeki çalışmaları ile örnek bir çiftçi olarak yol gösterici oldu. Kooperatifçiliğe çok önem veren Atatürk, Mersin Silifke’de 36 çiftçi ile Tekir Tarım Kredi Kooperatifi’nin kurucusu ve 1 numaralı ortağı oldu. Hayvancılıkta ıslah çalışmalarını başlatmak için, Macaristan’dan Ankara’daki Gazi Çiftliği’ne 1925 yılında Simental ırkı sığır getirtti ve Islah çalışmalarını başlattı. Ancak daha sonraki yıllarda bu çalışmalar durduruldu. Atatürk’ün 1925’te büyük bir vizyoner olarak başlattığı ıslah çalışmaları devam ettirilmediği için, Türkiye, bugün milyarlarca dolar döviz ödeyerek hayvan ithal ediyor. Hayvancılığın her alanında dışa bağımlı bir ülke oldu.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye, yaklaşık 100 bin hektar alanda 40 bin tona yakın pamuk üretiyordu. Pamuktaki üretime paralel olarak ülkenin ilk sanayi nüveleri basma, dokuma ve bez üretim tesisleri olarak kuruldu. Adını, Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği, “Sümerbank”, 3 Haziran 1933’te kuruldu. Atatürk’ün ölümünden 13 ay önce 9 Ekim 1937 yılında açılışını yaptığı Nazilli Basma Fabrikası, cumhuriyetin ilk sanayi tesislerindendi. Devlet tarafından kurulan ilk basma fabrikasıydı. Sonra yenileri açıldı. Sümerbank, çiftçinin pamuğunu basmaya, beze dönüştüren, katma değer kazandıran pamuklu sektöründe 20 tesise ulaştı. Gittiği yerde sosyal yaşamı değiştiren, dönüştüren bir yapılanmaydı. Birçok yararlı kuruluş gibi Sümerbank’ta 1987 yılında özelleştirme kapsamına alındıktan sonra adeta yağmalandı. Devlet destekli projelere karşı yapılan bu özelleştirmeler, Türk Tarımın en büyük düşmanı oldu. 1923 yılında 3,7 milyon dolarlık pamuk ihracatı 1930’da 7,8 milyon dolara, 1950’de 69 milyon dolara kadar ulaştı. 1960’ta 46 milyon dolara gerilese de 1970’te 300 milyon dolara ve 1980’de ise 350 milyon dolara yaklaştı. Bugün Türkiye yılda yaklaşık 1 milyon ton pamuk ithal ediyor.
Şeker ihtiyacının karşılanması için pancar üretiminin artırılması ve şeker sanayinin kurulması temel hedeflerdendi. Cumhuriyetin ilk yıllarında 1926’da Alpullu ve Uşak, 1933 yılında ise Eskişehir, bir yıl sonra 1934 yılında Turhal Şeker Fabrikası kuruldu. Bu fabrikalar daha sonra 1935’te Kamu İktisadi Teşekkülü (KİT) olarak faaliyetlerine devam etti ve çiftçiyi korumayı birincil işleri bilen yapılardı.
Türk Tarımını bitiren dönüm noktası 1980 yılı ve 24 Ocak kararlarıydı. Cumhuriyet döneminde başlatılan tarım ve tarıma dayalı sanayide sonraki yıllarda da çok önemli atılımlar gerçekleştirildi. Türkiye, birçok alanda kendine yeterli olduğu gibi, fındık, pamuk, tütün, üzüm, incir, zeytin ve zeytinyağı, et ve canlı hayvan ihraç edebilen ülkelerden birisiydi. Fakat, 1980 yılında özellikle 24 Ocak Kararları ile dışa açılma politikaları adı altında tarım sektörü hiçbir önlem alınmadan dışa açıldı. Desteksiz bırakıldı. Tarımda çöküş süreci başladı. Tarımda reorganizasyon adı altında 1985 yılında başlatılan çalışmalarla kurumsal yapı dağıtıldı. Ziraat İşleri, Zirai Mücadele, Toprak-Su, Gıda İşleri, Veteriner İşleri gibi alanında uzmanlaşmış kurumların hepsi kapatıldı veya başka kurumlara bağlandı. Etkisizleştirildi ve Tarımı besleyen, köylüyü koruyan ana damarlar kesilmiş oldu.
Dünyanın aksine Türkiye’de özelleştirme tarımla başladı Et ve Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Yem Sanayi özelleştirilerek üretimi destekleyen kurumlar ortadan kaldırılınca ve bir yandan da ithalat kapıları açılınca hayvancılık çöktü. Zirai Donatım, TEKEL, Şeker Fabrikaları, Türkiye Gübre Sanayi (TÜGSAŞ) gibi hem üretimi doğrudan ilgilendiren hem de girdi sağlayan kurumlar da özelleştirilince bitkisel üretim de büyük yara aldı.
Üretimi ithalatla terbiye anlayışı tarımda dışa bağımlılığı artırdı. Ancak, İzmir İktisat Kongresi öncesinde olduğu gibi tarımsal üretim yapmak her geçen gün zorlaşıyor. Türkiye sahip olduğu potansiyeli yeterince değerlendiremediği için tarımdan zenginlik üretmek yerine ithalat bağımlısı bir ülke oldu. Tarımda yeni bir kurtuluş savaşına ihtiyaç var. Tarımda, ülkenin tarımsal potansiyeline uygun, kendine yeterliliği esas alan, teknoloji destekli, kooperatifçiliği esas alan, yapısal sorunları çözecek, üretim temelli, uzun vadeli bir ulusal tarım politikasına ihtiyaç var. Yani Tarım Politikasındaki kurtuluş, kuruluştadır. Devlet destekli bir yapı oluşturulup Türk Tarımı, Türk Köylüsü ve Çiftçisi korunursa, Köylünün belini kıran vergiler, zamlar onlara külfet olmaktan çıkarsa Türk Tarımın Kurtuluşu sağlanacaktır.
Mustafa Kemal Atatürk 1. İktisat Kongresi’ndeki konuşmasının bir bölümünde ne demişti: “Bir devlet ki, tebaasına koyduğu vergileri yabancılara koyamaz; bir devlet ki gümrükleri için rüsum vesaire düzenleme hakkından alıkonur, bir devlet ki yabancılar üzerinde yargı hakkını uygulamaktan mahrumdur; O devlete bağımsız denilemez.”
Türk Tarımını 1923 yılından günümüze kadar özetlemek gerekirse, Dünyada ekonomik ve siyasal konjonktürde dalgalanmaların yaşandığı, cumhuriyetin ilk yıllarında devlet ekonomiye ve ekonominin önemli bir sektörü olan tarımsal sahada müdahaleci ve destekleyici politikalar uygulamıştır. Bu dönemde koruyucu politikalar vasıtasıyla çiftçi yanlısı olunmuş ve onlara destekler verilmiştir. 2. Dünya Savaşının devam ettiği yıllarda Türkiye gene çiftçi yanlısı politikalarını sürdürmüştür. 1948 yılında Marshall yardımlarının gelmesiyle tarımda makineleşme dönemi başlamıştır. 60’lı yıllar devletin, kalkınmayı ön plana koyan politika tedbirleri göze çarpmakta olup 1961 yılında birinci beş yıllık kalkınma planı devreye sokulmuştur. 70’li yıllarla birlikte ekonomik anlamda ortaya çıkan bazı sorunlar ve yaşanan siyasi çalkantılar devletin dış dünyaya da uyum sağlama adına dışa açılım süreci başlatmış olup liberal politikalar benimsenerek tarım ürünleri ithalatında artışlar meydana gelmiştir bu durum Türkiye’de geçmiş yıllarda sıkça ifade edilen kendi kendine yeterli az sayıda ülke söyleminden giderek uzaklaşmaya başlamıştır. 90’lı yıllarla birlikte çiftçiyi destekleme adına daha olumlu politikalar benimsenmiştir. Bu dönemde destek alımları sürmüştür. Destekleme alımlarının yanı sıra 1993 yılında ürün bazında prim sistemi uygulamaya başlamıştır, bu uygulamayla birlikte 1990-1994 yılları arasında iç ticaret hadlerinin tarım lehine gelişmesine yol açmıştır. Ancak bu olumlu tablo 5 Nisan 1994 kriziyle bozulmaya başlamıştır. Hükümet tarım alanındaki desteklemelerini büyük ölçüde azaltmıştır. 90 sonrası dönem Türkiye’nin dış dünyayla olan ilişkilerinin yoğunluk kazandığı bir dönemdir. Bu dönemde tarımsal politikalar açısında DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü) tarım anlaşması, Uruguay türü vb.… tarım sektörünü etkileyen birtakım anlaşmalar imzalanmıştır. Bu dönemde Türkiye’nin AB ile olan ilişkileri yoğunlaşmış ve AB’nin gıda güvenliği konusundaki hassasiyeti tarım politikalarına yansımıştır. 2000 yılı sonrasında tarım politikaları dışsal belirleyicilerin etkisi altında olup bu dönemde; kaynakların etkin kullanımı çerçevesinde ekonomik, sosyal, çevresel ve uluslararası gelişmeler boyutunu bütün olarak ele alan örgütlü, rekabet gücü yüksek, sürdürülebilir bir tarım sektörünün oluşturulması amaçlanmıştır. Bu doğrultuda tarım politikalarının uluslararası anlaşmaları gözeterek, AB tam üyelik sürecinde AB müktesebatına uygun şekilde düzenlenmesinin gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Türk Tarım Politikasının serüveni bu şekildedir. Görüldüğü gibi özelleştirmelerin Türk Tarımına zarar verdiği gözler önündedir. Demokrat Parti İktidarında başlayan bu özelleştirmeler Türk Tarımını, Türk Köylüsünü, Türk Fabrikalarını koruyamamıştır. Zarara uğrayan devlet ve millet olmuştur. 1980 yılına kadar sekteye uğrayarak yine de devamlılığını sağlamıştır fakat 24 Ocak kararları ile bir denge unsuru ve koruyucu kanunlar konulmadan dışarıya açılan Türk tarımı hezeyana uğratılmıştır. Türk köylüsü ve Türk tarımı Atatürk zamanı politikalar ile korunmadığı takdirde yenilgiye uğradığı ve daha uğrayacağı apaçıktır.
Felsefeden bir örnek vererek tarıma, çiftçiye sahip olunmadığı takdirde neler olabileceğini anlatmak isteriz. Salisburyler John’un Organizmacı Toplum Kuramında şöyle bir anlatı vardır: “İnsan ile Devlet aynıdır. Başın yeri, yöneticidir. Kalbin yeri, meclistir. Gözler, kulaklar ve dil, valiler ve yargıçlardır. Eller ise memurlardır. Mide, maliyeci ve hazine koruyucularıdır. Çiftçiler de daima toprağa yapışık olan ayaklardır, toprakta yürüyüp gövdeyle çalışır. Ayaklar takılır ve sendelerse başın yani yöneticinin özel dikkatini çekerler.”
Yani ayaklara bir şey olmadan onları kıymeti bilinmelidir. Ayaklar sendelerse ilk yere çakılacak olan baştır. Bu yüzden yöneticiler çiftçilere kıymet vermeli ve onları desteklemelidir. Yoksa ne hazine dolar ne de memurlar görevini yapabilir. Bu yüzden Türk Tarımı bizim içi hayati bir öneme sahiptir.
TÜRK-DEGS GÖNÜLLÜ ARAŞTIRMACISI
http://sobild.ankara.edu.tr/index.php/sobild/article/view/1461
http://sobild.ankara.edu.tr/index.php/sobild/article/view/1461/672
https://www.tarimdunyasi.net/2020/