Primakov Doktrini Çerçevesinde Rusya Dış Politikasının Dünü, Bugünü, Yarını

Sosyal Medyada Paylaş!

TÜRK DEGS Araştırmacısı Mert Ünlü'nün, "Primakov Doktrini Çerçevesinde Rusya Dış Politikasının Dünü, Bugünü, Yarını" başlıklı çalışması aşağıda sunulmuştur. 

Sovyet Rusya’nın dağılmasından sonra süregelen ABD hegemonyasının 32 yıllık zaferinin ardından uluslararası alanda, Türkiye’nin de içinde bulunduğu batı bloğunun karşısında yeniden bir güç dağılımı ve ayrışması hiç olmadığı kadar belirgin bir hale gelmiştir. SSCB’nin dağılması ile tarihinin en  büyük toprak kaybını yaşayan Moskova, travmalarını uzunca bir süre yaşadığı bu yenilginin ardından üzerindeki ölü toprağını atma çabalarına 2000’li yılların başlarından bu yana girmiştir. Ancak bu süreçte, eski Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı üyesi ülkeler NATO veya AB üyesi olmuştur. Bu da yeniden toparlanma sürecinde Rusya’nın SSCB’nin eski etki alanına kavuşabilmesi noktasında belirgin bir engelleyici sınırı ortaya çıkarmıştır. 

Bu süreçte sınırları içerisinde ve çevresinde sıcak çatışmalar, yolsuzluklar, terör eylemleri gibi sorunlar ile meşgul olan Rusya Federasyonu, 2007 yılında Vladimir Putin’in Münih’te yaptığı konuşma ile yeniden bir yayılma ve etki alanını genişletme çabasında olacağının sinyallerini vermiştir. Rusya’nın bu noktada etki alanını genişletme çabalarına dair geliştirdiği temel argümanı, SSCB’nin dağılması sonrasında Varşova Paktının dağılmasına rağmen NATO’nun Varşova Paktının eski üyeleri ile birlikte genişlemesi üzerine oturmaktadır. 

SSCB’nin dağılmasının ardından Rusya Federasyonu Dış Politikasında durumu özet bir şekilde değerlendirecek olursak; Sovyetlerin dağılmasının ardından beş milyon metrekare toprak kaybı yaşayan Rusya Federasyonu Baltıklar ve Karadeniz’de stratejik üstünlüğünü yitirmiştir. Bu aynı zamanda Hazar, Baltık ve Karadeniz’deki doğal kaynaklara erişimin yitirilmesi de demek oluyordu. SSCB sınırlarının kuzey ve doğusuna doğru sıkışan Rusya Federasyonu aynı zamanda Orta ve Doğu Avrupa yönüne direkt kara geçişlerinin yitirmişti. İç sorunları olan, küçük ve yönetim zafiyetlerine sahip komşu ülkelere sahip olması SSCB’nin dağılmasının ardından, sınırları içinde Türkler başta olmak üzere farklı ulus kimliklerini barındıran Rusya’nın da konfederatif şekilde bölünme tehlikesini ortaya çıkarmıştı. Bu şartlar altındaki dönem içerisinde Rusya Federasyonu’nun 1992-1998 yılları arasındaki dış politika yönetiminde liberallerin mutlak hakimiyeti vardı.  Dönemin Dışişleri Bakanı Andrey Kozirev, Rusya’nın ABD başta olmak üzere batılı ülkeler ile birlikte hareket etmesi gerekliliğini savunuyor, AB üyeliği ve Marshall Planı gibi bir çok ekonomik yardımın yapılması konuları bile gündeme gelmişti. Kozirev, Batılı ülkelerle demokratik dayanışma görüşünü savunmuş, hatta Yugoslavya’nın parçalanması sürecinde Hırvatistan ve Slovenya’nın bağımsızlığını şartsız desteklemiştir.  Ancak, 1994-1996 yılları arasında Çeçen savaşındaki başarısızlık, Rusya Federasyonunda hem iç hem de dış siyasette önemli değişikliklerin gerçekleştirilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu koşullar istihbarat ve güvenlik alanında tecrübeli isimleri barındıran silovikleri ön plana çıkarmıştır. Özellikle de bu isimler arasında, Dış İstihbarat Teşkilatı eski Başkanı Yevgeni Primakov, Federal İstihbarat Servisi Başkanı Sergey Stepashin ve Vladimir Putin öne çıkan isimlerdendir. 

Bugün Rusya Federasyonu dış politikasının temel taşlarının oluşmasında büyük bir etkiye sahip olan Primakov, 29 Ekim 1929 Tarihinde Kiev, Ukrayna’da doğmuş, 1960’lı yıllarda Pravda gazetesinde Ortadoğu muhabiri olarak çalışmıştır. Bu gazetecilik tecrübesinin istihbarat teşkilatındaki görevini örtmek için kullanıldığı tahmin edilmektedir. Bu sürede Pravda’da yaptığı çalışmalar Kremlin tarafından dikkat çekmiştir. 1970’lerde Brejnev’in Ortadoğu hakkında gerçekleştirdiği özel görüşmelerde bulunmuştur. Bu süreçte Mustafa Barzani, Saddam Hüseyin, Yaser Arafat ve Enver Sedat gibi isimlerle görüşmelerde bulunmuştur. 1979 itibariyle SSCB Bilimler Akademisi üyeliği görevini yürütmüştür. Bu görevi yürüttüğü sıralarda 1980’lerin ikinci yarısında Gorbaçov ile yakın ilişkiler kurmuştur. 1991-1996 yılları arasında Rusya Federasyonu Dış İstihbarat Servisi (SVR) Direktörlüğü görevini getirilmiştir. 1996’da Yeltsin tarafından Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı görevi verilmiştir. Bu süreçte gerçekleştirdiği performansın ardından, 11 Eylül 1998- 12 Mayıs 1999 arasında Başbakanlık görevini yürütmüştür. Rusya Federasyonu’nun Uluslararası İlişkiler literatüründe “Yakın Çevre Doktrini” diye adlandırılan Primakov Doktrinini geliştirmiş ve uygulanmasını sağlamıştır. Güvenlik ve askeri bürokrasinin etkin kanadı olan devletçi siloviklerin ve aydınların önemli bir temsilcisidir. 

Kozirev’in ardından, Primakov Dışişleri Bakanı olduğunda ülke içerisinde önemli karışıklıklar ve düzensizlikler devam etmekteydi. Primakov göreve geldikten sonra Rusya Federasyonu dış politikasının ana hattında temel değişiklik olarak Batı ile ilişkiler ABD temelinde değil, Avrupa’da Almanya  ve Fransa ile güçlendirilmeye çalışılmıştır. Burada, temel amacın NATO içerisindeki Atlantikçi ve Avrupacı ayrımı üzerinden bir hat açmaya çalışmak olduğu açıktır. Bir diğer belirgin değişiklik olarak, Çeçen savaşı sonrası İslam Dünyası üzerinde imaj yenileme çabalarına girilmiştir. “Yakın Çevre” dış politika açısından mihenk taşın konumuna gelmiş, Balkanlar ve Ortadoğu’da daha çok inisiyatif almak hedeflenmiştir. Bu doğrultuda, bölgesel güç dengesi çerçevesinden yeni ittifaklar sistemi oluşturulması amaçlanmıştır. Bu gelişmeler ışığında, SSCB’nin dağılması sonrasında, bir süre tek kutuplu dünya düzenini kabul edip, bu doğrultuda bir dış politika izleyen Rusya Federasyonu’nun artık, çok kutuplu alternatifte bir aktör olmaya yöneldiği anlaşılmaktadır. Rusya Federasyonu’nun iç sorunlarını hafiflettikten sonra dış politikada bu uygulanmalara yönelmesinde öncelikli olarak NATO’nun doğu genişlemesi etkili olmuştur. SSCB döneminde Rusya’nın güvenlik kuşağı konumunda olan Doğu Avrupa ülkelerinin NATO’ya katılımı, Moskova’da tehlike çanlarının çalmasına neden olmuştur. 

Rusya Federasyonu Primakov’un uyguladığı bu doktrin ile Eski Sovyet coğrafyasına yönelik eski etkinliğin sağlanmasını hedefleyerek, NATO’nun genişlemesinin önüne geçilmesi için çaba sarf etmiştir. Tek kutuplu dünya yerine çok kutuplu dünya oluşturmasına yönelik büyük ve bölgesel güçlerle koalisyon kurulmasına yöntemsel olarak başvurulmuştur. Bu doktrinin uygulanması ile birlikte; Rusya Federasyonu bölgesel işbirlikleri, taktik ve stratejik ittifaklar, ekonomik işbirlikleri ile karşı güç biriktirerek, ABD ile sorunları olan ve eleştiren ülkelerle işbirliği geliştirilmiştir. NATO’nun doğu genişlemesine karşı önleyici işbirlikleri arayışına girilmiş, siyasi, iktisadi ve sosyal içerikli, “Yakın Çevre” stratejisi eski Sovyet coğrafyası üzerinden, bütünleşme, askeri ittifak, ülke liderleri ile ilişkiler kurarak etki alanı hegemonik bir şekilde arttırılmaya çalışılmıştır. 

Ortadoğu uzmanı olan Primakov’un doktrininin bugün etkilerini en çok hisseden ülke belki de Türkiye’dir. Rusya’nın Suriye’de ki varlığını, Primakov doktrininden ve bu doktrine uyumlu şekilde varlık gösteren Gerasimov doktrininden ayrı değerlendiremeyiz. Gerasimov’un "Askeri Güç Kullanımında Belli Başlı Tarz ve Şekil Değişikliği Eğilimleri, Askeri Bilimlerin Mükemmelleştirilmesi Amaçlı Güncel Çalışmalar" çalışması, bugün Rusya Federasyonu’nun saha hakimiyetinin bilimsel altyapısını oluşturmaktadır. Gelinen noktada, Türkiye’nin sorunlarının PKK ile ilişkilerinden dolayı çok daha geçmişe dayandığı Suriye rejimi, bugün Rusya’nın ana muhatabıdır. Aynı şekilde Libya’da Türkiye, General Hafter’e Wagner üzeriden destek veren Rusya ile çıkar çatışması yaşamaktadır. Mısır ve Suudi Arabistan ile de ilişki geliştirme çabasında olan Rusya Federasyonu, Ortadoğu’da artık varlığını daha da netleştirmiştir. Suriye artık Rusya’nın Ortadoğu’ya açılan bir penceresi olmuştur. Bugün Ukrayna’da yaşanalar, yakın gelecekte Osetya ve Abhazya üzerinden Gürcistan’da da yaşanacağına dair emareler barındırmaktadır. KGÖ ile yakın geçmişte müdahil olduğu Türk Devletleri ile Orta Asya ve tarihsel politik bağlarının güçlü olduğu Sırbistan ile de Balkanlar yakın gelecekte Rusya’nın sert güç kullanımının daha belirgin görüleceği bölgeler olacaktır. Bu noktada Rusya Federasyonu’nun kullanacağı temel araçlardan birisi de, donmuş çatışmaları canlandırmak üzerinden olacaktır. 

Putin’in Kırım’ın işgali sırasında yaptığı açıklamada, kullandığı “Russkiy Mir” yani Rus Dünyası kalıbı, Primakov doktrininin Rusya Federasyonu dış politikası için hala aktif ve güncel olduğunun göstergesidir. Aynı zamanda, Rusya komşu ülkelerde, Rus etnik nüfus üzerinden, Ukrayna’da olduğu gibi bir alan açma çabası içerisinde olacaktır. Bunun karşısında, Putin’in 2007 yılında Münih konuşmasından bu yana, Batıya karşı taviz verilmesi imkansız talepler ile gelmesi, Rusya’nın “azaltmak için tırmandırmak” stratejisinin en temel parçasıdır. Bundan sonra yeni olası çatışma bölgelerinde de Batıya karşı bunu uygulamaya devam etme olasılığı yüksektir. Avrupa’nın Ukrayna’ya Rusya’nın fiili saldırısının ardından SSCB’nin dağılmasından sonra içine girdiği Soğuk Savaş dönemindeki çatışmadan çekinir bir şekilde davranış sergilemesi artık imkansız hale gelmiştir. NATO’nun Avrupa’nın güvenliği için hala tek seçenek olduğu, NATO üyesi olmayan bir ülkeye olan saldırı sonrası daha da net bir hale bürünmüştür. Ancak Rusya için, NATO’nun doğu genişlemesinin ardından, bundan sonraki etki yaratabileceği alan SSCB ve Varşova Paktının, jeopolitik etki alanının çok daha gerisinde ve kısıtlı bir şekilde olabilecektir.