GİRİŞ
Ermeniler ve dünyada yaklaşık 30’u aşkın ülke, 24 Nisan’ın Türklerin Ermenilere “sözde” soykırım uyguladığı tarih olduğunu iddia etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden, 24 Nisan 2021 tarihinde yaptığı açıklamada, 1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılan Ermeni tehcirini “soykırım” olarak nitelemiştir. Söz konusu niteleme ile birlikte 1915 olayları yeniden uluslararası platformda gündeme gelmiştir. Joe Biden yaptığı bu açıklama neticesinde 1981 yılında aynı nitelemeyi yapan Ronald Wilson Reagan’dan şimdiye dek “soykırım” ifadesini kullanan ilk başkan olmuştur. Önemle belirtilmesi gerekmektedir ki Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden’ın 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelendirmesi, mesnetsiz ve hukuki bir temele dayandırılması mümkün olmayan bir söylemdir. Bu makalede; yasama ve yürütme organları, tarihçiler, parlamentolar ve siyasilerin soykırım suçu konusunda karar almaya yetkili olup olmadıkları, bu eylemlerin hukuki açıdan anlam ifade edip etmediği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin emsal niteliğindeki Perinçek-İsviçre Davası Kararı ile birlikte ele alınacaktır. Sözde Ermeni soykırımının reddedilmesinin ve Avrupa ülkelerinde soykırımın varlığını ihlal etmenin suç olmaktan çıkarılıp ifade özgürlüğü kapsamına alındığı Perinçek-İsviçre Davası irdelenecektir.
1915OLAYLARININ SOYKIRIM SUÇU BAKIMINDANDEĞERLENDİRİLMESİ
Soykırım suçunun hukuksal temeli, 9.12.1948 tarih ve 260 A(III) sayılı Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun kararı ile kabul edilmiş ve 12.1.1951 tarihinde yürürlüğe girmiş olan Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’de düzenlenmiştir. Sözleşme, soykırımın önlenmesi vecezalandırılması konusunda devletlere birtakım yükümlülüklergetirmiş ve bahsi geçen bu sözleşme ile soykırım fiilinin uluslararası bir suç olduğu belirtilmiştir.Akabinde, gerek Uluslararası Adalet Divanı’nın 28.5.1951 tarihli Soykırım Sözleşmesine Çekinceler konusundaki danışma görüşünde gerekse BarcelonaTraction (İkinci Aşama) Davası’nda, soykırımın yasaklanmasının bir hukuk genel ilkesi olduğu doğrulanmıştır. Buna göre, Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’de yer alan her türlü ilkenin, sözleşmeye taraf olsun ya da olmasın tüm devletleri bağlayan ve uygar uluslarca tanınan ilkeler olduğu bildirilmiştir[1].Uluslararası hukukta soykırım yasağı temel bir prensiptir ve jus cogens olarak kabul edilir. Jus cogens nitelikte olduğu kabul edilen hiçbir kurala aykırı kural konulamaz. Devletler bu yasağa karşı gelen bir sözleşme imzalayamaz ve imzalanması halinde sözleşmenin yok hükmünde olduğu kabul edilir. Bir bütün halinde uluslararası hukuk tarafından kabul edilip tanınan bu kurallar taraf olsun olmasın uluslararası hukukun emredici normlarından olmasından dolayı tüm devletleri kendisine riayete zorunlu kılar[2].
Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’nin 2.maddesi soykırımı ve soykırımı oluşturan eylemleri şu şekilde belirtmiştir:
“Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamenortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur.
a) Gruba mensup olanların öldürülmesi;
b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşamşartlarını kasten değiştirmek;
d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek[3];
Sözleşmenin 2.maddesi, soykırım kavramını tanımlamak ile birlikte soykırım oluşturan eylemler bakımından numerus clausus (sınırlı sayı) ilkesini kabul ederek, soykırım suçunun oluşabilmesi için bu fiillerden herhangi birinin işlenmesini yeterli görmüştür. Belirtmek gerekir ki bu suçun oluşabilmesi için, soykırım suçunun maddi unsurunu oluşturan bu eylemlerin yanı sıra manevi unsurun da mevcut olması gerekmektedir. Soykırım suçunun manevi unsurunu da yine 2.maddede belirtilen “milli, etnik, ırksal veya dinsel gruplardan birinin tamamenveya kısmen yok etmek kastı” oluşturmaktadır. Manevi unsurun yokluğu soykırım suçunun oluşmasını engeller niteliktedir [4].
Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’nin 3.maddesi cezai sorumluluğa ilişkindir ve cezalandırılacak olan eylemleri, yine numerus clausus ilkesini kabul ederek şu şekilde belirtmiştir:
“Aşağıdaki eylemler cezalandırılır:
a) Soykırımda bulunmak;
b) Soykırımda bulunulması için işbirliği yapmak;
c) Soykırımda bulunulmasını doğrudan ve aleni surette kışkırtmak;
d) Soykırımda bulunmaya teşebbüs etmek;
e) Soykırıma iştirak etmek;[5]”
Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’nin 6.maddesi ise 3.maddeye atıf yapmış ve soykırım suçu ile suçlanan kişilerin yargılanmasına ilişkin olarak şu şekilde bir düzenleme getirmiştir:
Soykırım fiilini veya Üçüncü maddede belirtilen fiillerden birini işlediğine dair hakkında suç isnadı bulunan kimseler, suçun işlendiği ülkedeki Devletin yetkili bir mahkemesi, veya yargılama yetkisini kabul etmiş olan Sözleşmeci Devletler bakımından yargılama yetkisine sahip bulunan Uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından yargılanır[6].
Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme, soykırım suçu ile suçlanan kişilerin yargılanması için iki tip mahkemenin yetkili olduğunu öngörmüştür. Sözleşmenin ilgili 6.maddesi uyarınca soykırım suçu ile suçlanan kişilerin yargılanması konusunda yetkili olduğu belirtilen mahkemeler, bugüne dek 1915 yılında yaşanan olayları soykırım olarak tanıyan herhangi bir ulusal veya uluslararası nitelikte bir karar vermemişlerdir.Yasama ve yürütme organları, tarihçiler, parlamentolar ve siyasiler soykırım suçu konusunda herhangi bir karar almaya yetkili olmamakla birlikte, yetkisiz olarak böyle bir karar alsalar ve soykırım suçunu tanısalar dahi bu kararhukuk nezdinde bir sonuç doğurmayacaktır.Bu kişi ve merciler tarafından alınan soykırımı tanıma ya da cezalandırmaya yönelik olan kararlar, tamamıyla siyasi iradenin gündelik ve dönemlik iradesini ortaya koymaktadır[7]. Oysaki konu yargıyı ilgilendirmektedir ve Soykırımın Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’nin 6.maddesinde bu husus açıkça hükme bağlanmıştır.
“Kanunsuz suç ve ceza olmaz” diğer bir adıyla “kanunilik” ilkesi uyarınca bir fiilin suç olarak kabul görebilmesi için kendisinden önce gelen bir kanun tarafından “suç” olarak nitelendirilmesi gerekmektedir. Kanunilik ilkesi, II. Dünya Savaşı’ndan sonra 1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne girmiş ve çağdaş ceza hukuku ilkelerinden biri olarak kabul görmüştür. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 11.maddesinin 2.fıkrası “Hiç kimse işlendiği sırada ulusal ya da uluslararası hukuka göre bir suç oluşturmayan herhangi bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu sayılamaz. Kimseye suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.” hükmü ile kanunilik ilkesine yer vermiştir[8]. Bununla birlikte Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7.maddesi de “Hiç kimse işlendiği zaman milli veya milletlerarası hukuka göre suç teşkil etmeyen bir fiil veya ihmalden dolayı mahkûm edilemez...” hükmü ile kanunilik ilkesini belirtmiştir[9].
Nitekim Soykırım kavramının uluslararası hukuktaki varlığı, 1948 Soykırım Suçunun Önlenmesine ve CezalandırılmasınaDair Sözleşme’nin 1951’de yürürlüğe girmesinden beri kabul görmektedir. Bir suç sadece işlendiğinde mevcut olan suç tanımları çerçevesinde yargılanabilir. Bununla birlikte 1969 Viyana Anlaşmalar Hukuku Sözleşmesi, anlaşmalarda hükümlerin geriye yürüyebileceğinin kararlaştırılabileceğini belirtmiştir. Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’de, sözleşmenin geriye yürüyeceğini belirten herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu sebeple sözleşme, yürürlüğe girdiği tarihte devam eden ve yürürlük tarihinden sonra gerçekleşen olaylara uygulanmaktadır. 1915 tarihinde gerçekleşen Ermeni tehciri sırasında “soykırım” kavramı henüz tanımlanmış ve uluslararası hukukta kabul görmüş değildir. Uluslararası Adalet Divanı, 3.2.2015 tarihli Soykırım Sözleşmesinin Uygulanması Davası (Sırbistan, Hırvatistan) kararında, soykırım suçunun II. Dünya Savaşı esnasında ya da öncesinde yaşanan olaylara atfedilemeyeceğini açıkça bildirmiştir[10]. Dolayısıyla 1915 tarihinde vuku bulan olayları soykırım olarak nitelendirmek, gerek kanunilik ilkesi uyarıncagerekse Uluslararası Adalet Divanı’nın vermiş olduğu kararlar neticesinde mümkün değildir. Sayılan tüm bu sebepler göz önünde bulundurulduğunda, Ermeni soykırımı iddiaları tamamen hukuk dışıdır ve konunun 1 Temmuz 2002 tarihinde kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesine taşınması olanaksızdır.
Sözleşmenin ilgili 6. maddesi, Ermeni soykırımı iddialarının asılsız olduğunun ispatıbakımından oldukça önem arz etmektedir.Bu noktada yakın geçmişte görülen ve 15.10.2015 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından kesin karara bağlanan Perinçek – İsviçre Davası’nın incelenmesi son derecede mühimdir.Perinçek- İsviçre Davası, İsviçre’nin ulusal mahkemeleri tarafından özetlenen kararlarına karşı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10.maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü ilkesine aykırı davranıldığı iddiasıyla açılmıştır. Halbuki bunun temelinde, sözdeErmeni soykırım iddiaları yer almaktadır[11].
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ PERİNÇEK-İSVİÇRE DAVASI [1]
ÖZET
Bu kısımda 2005 yılında İsviçre’de sözde Ermeni soykırımının varlığını reddeden Doğu Perinçek isimli şahsa, İsviçre yerel mahkemeleri tarafından soykırımı inkar suçundan hüküm verilmesi sonucunda davanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşınması ve devamında bu mahkemede görülen davanın analizi yapılacaktır. Bu karar ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf devletlerde sözde Ermeni soykırımının reddedilmesi ve sözde soykırımın varlığını ihlal etmek suç olmaktan çıkarılmış, ifade özgürlüğü kapsamına alınmıştır.
GİRİŞ
Doğu Perinçek’in; İsviçre’de 7 Mayıs 2005’te Lozan’da, 22 Temmuz 2005’te Opfikon’da ve 18 Eylül 2005’te Köniz’de katıldığı çeşitli toplantılarda 1915 ve sonrasında Osmanlı Devleti tarafından Ermenilere karşı yapıldığı ileri sürülen soykırımın varlığını kamu önünde inkâr ettiği gerekçesiyle, daha ilk konuşması üzerine, 15 Temmuz 2005’te İsviçre-ErmenistanDerneği’nce mahkemeye başvurulmuştur.Derneğin bu başvurusu sonucunda Lozan Polis Mahkemesi, birinci derece mahkemesi olarak davaya bakmıştır. Mahkeme, 9 Mart 2007’de, Perinçek’i İsviçre Ceza Yasası’nın 261(bis) maddesi4. fıkrası uyarınca, ırkçı ayrımcılık yaptığı gerekçesiyle suçlu bulmuştur[2].
Burada dikkat çeken husus maddede geçen “…ya da başka herhangi bir yolla insan onuruna zarar verecek biçimde aşağılayan ya da ayrım gözeten ya da aynı nedenle soykırımı ya da insanlığa karşı başka suçları inkâr eden, kabaca küçülten ya da haklı göstermeye (justifier) çalışan kişi…” kısmıdır. Bu bent uyarınca; ırkçılık veya soykırım suçunu sadece yapan, destekleyen, azmettiren, övenlerin dışında bu suçun gerçekleştiğini inkar edenlerde bu madde kapsamında cezalandırılacaktır.
Perinçek istinaf başvurusunda özetle, 261(bis) maddesinin kendisine uygulanması ve temel haklarının çiğnenmesi çerçevesinde 1915 Olayları’nın “soykırım” olarak nitelenebilmesi için maddi verilerin yeteri kadar soruşturulmadığı üzerinde durmaktadır.
Perinçek ilk derece mahkemesinin bu kararına karşı, üst derece istinaf mahkemesi olan Vaud Kantonal Mahkemesi’ne mahkumiyetinin iptali için başvurmuştur. Ancak Vaud Kantonal Mahkemesi 2007 yılında Perinçek’in başvurusunu reddederek ilk derece mahkemesinin kararını yerinde bulmuştur. Vaud Kantonal Mahkemesi’nin de kararı yerinde bulması üzerine Perinçek, ülkenin en yüksek ulusal mahkemesi olan İsviçre Federal Mahkemesi’ne başvurarak bu kararınbozulmasını ve mahkumiyetinin kaldırılmasını talep etmiştir. Federal Mahkeme 12 Aralık 2007 tarihinde başvuruyu reddetmiştir. Federal Mahkeme’nin kararı ile İsviçre yargı düzeni içerisinde mahkumiyet kararı kesinleşmiş ve bunun üzerine Perinçek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 34. Maddesine dayanarak başvurmuştur. AİHS’nin 36. maddesinin 1. fıkrası uyarınca davaya müdahil olma hakkını kullanan Türk Hükümeti de AİHM’de görülecek olan bu davaya katılmıştır[3].
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ SÜRECİ
İsviçre ulusal mahkemelerinin özetlenen kararlarına karşı Perinçek, AİHM’ye başvurarak İsviçre’nin AİHS’nin 10. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü hakkına aykırı davrandığını ileri sürmüştür[4].Perinçek’e göre, İsviçre’nin dayandığı Ceza Yasası’nın 261 bis maddesi 4.fıkrası öngörülebilirlik ilkesinin ihlali olduğu gibi, verilmiş olunan mahkûmiyet kararı da meşru bir amaç güden bir gerekçeye dayanmamaktadır[5]. Bu çerçevede Perinçek, demokratik bir toplumda ifade özgürlüğünü engellemenin hukuka uygun olmadığını belirtmektedir.
AİHM, İsviçre yasasında “bir soykırım” teriminin kullanılması nedeniyle, AİHS’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında aranan netlik konusunda kuşkulara sebebiyet verebileceğini kabuletmekle birlikte, Perinçek’in hukuk doktoru ve siyaset adamı olması nedeniyle sözde Ermeni soykırımını “uluslararası yalan” olarak sunarken cezai sonuçlarının olabileceğini öngörebileceği sonucuna varmaktadır. Sonuç olarak AİHM İsviçre’nin tutumunun AİHS’nin 10. madde, 2. fıkrasında aranan “yasa tarafından öngörülme” koşuluna uygun düştüğüne karar vermektedir[6].Anılan 10. maddenin 2. fıkrası çerçevesinde aranan ikinci şart olan “mahkumiyetin meşru amaçlarla gerçekleştirilmesi” koşulunun değerlendirilmesi hususunda, İsviçre tarafı mahkumiyet kararının özellikle başkasının menfaatinin ve haklarının korunması amacını güttüğünü savunmaktadır.Buna göre İsviçre Hükümeti, Perinçek’in Ermenileri emperyalist güçlerin aracı olarak nitelendirmesini ve Türklerin ülkesini savunduğu görüşünü mağdurların onurunu yaraladığını ileri sürmekte ve aynı zamanda 10. maddenin 2. fıkrasında aranan düzenin savunması koşulunu da yerine getirdiğini bildirmektedir[7].Müdahil Türk Hükümeti isemahkumiyetin herhangi bir meşru amaç taşımadığını ve kamu güvenliğine karşı özel ve somut bir tehlikenin bertaraf edilmesine hizmet edildiğinin İsviçre tarafından kanıtlanamadığını bildirmektedir. Bütün bu iddialar karşısında AİHM, mahkûmiyetin Ermenilerin onurunu koruyarak başkasının haklarını koruma amacına yönelik olduğuna, buna karşılık Perinçek'in söylemi ile kamu düzenini ağır bir biçimde tehdit ettiğinin gösterilemediğine karar vermektedir[8].10. madde 2. fıkra çerçevesinde aranan üçüncü koşul olan “cezalandırmanın demokratik bir toplumda gerekli olması” koşulunun yerine getirilmesi konusunda Perinçek, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının ırkçılığın ve yabancı karşıtlığının önlenmesi amacı ile orantılı olmadığını ve 1948 tarihli Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’nin 6. maddesine göre eğer bir soykırım varsa bunun bir mahkeme tarafından saptanması gerektiğini öne sürmektedir[9]. Perinçek ayrıca verilen kararın zorunlu bir toplumsal gerekliliğe cevap vermediğini; mahkumiyetin Ermeni toplumunun onuru için gerçekleştirilmesi halinde ise sözde Ermeni soykırımını reddeden Türk toplumunun onurunu zedeleyeceğini ileri sürmüştür. Perinçekyine sözlerinin İsviçre mahkemelerince milliyetçi ve ırkçı olarak görülmesini reddetmekte ve tezinin yalnızca 1948 tarihliSoykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’nin hukuksal nitelemesinden kaynaklandığını bildirmektedir[10].Ayrıca Perinçek, AİHM içtihadında Holokost’un inkârının cezalandırılması konusunda, Holokost’un Nüremberg Mahkemesi tarafından insanlığa karşı suç olarak belirtilmesi ve buradaki tarihsel verilerin açıkça saptanmış olması nedeniyle farklı bir durumda bulunduğunu ileri sürmüştür. Buna göre Holokost ve sözde Ermeni Soykırımı aynı çatı altında değerlendirilemez çünkü Holokost’un varlığı yetkili mahkeme kararıyla belirlenmişken sözde Ermeni soykırımı ile ilgili herhangi bir karar bulunmamaktadır[11].
1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’nin 6.maddesi uyarınca bir eylemin hukuk zemininde soykırım olarak kabul edilebilmesi için bunun yetkili mahkeme tarafından (Uluslararası Adalet Divanı veya Uluslararası Ceza Mahkemesi) tespit ve kabul edilmesi gerekir. Eğer yetkili mahkemenin vermiş olduğu bir karar yoksa hukuken soykırımda yoktur. Bunlar dışında herhangi bir yargı organı ve kurumun soykırım nitelemesinin hukuken geçerliliği yoktur. Bu durumda İsviçre’deki yerel mahkemelerin Ermeni tehcirini soykırım olarak tanımasına imkan yoktur.
Perinçek ayrıca Fransız Meclisi’nde sözde Ermeni soykırımını inkâr suçuna ilişkin çalışmalar sırasında Raportör Bernard Accoyer’nintarihsel olayların değerlendirilmesinin yasama organının görevi olmadığını ve yasamanın mahkemelerin yerine geçemeyeceğini bildirdiğini ve aynı yönde bir görüşün Fransız Anayasa Konseyi eski başkanı Robert Badinter tarafından da ifade edildiğini açıklamaktadır. Buna göre yasama organları dahi soykırım suçunu tanıyamaz, tanısa bile bu karar herhangi bir hukuki sonuç doğuramaz. 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme, soykırım suçunun uluslararası yetkili bir mahkemece tespit edileceğini açıkça hükme bağlamıştır. Yasama veya yürütme organlarının kararları, beyanlarının hukuki karşılığı yoktur.
KARAR
İfade özgürlüğü, hukukun egemen olduğu toplumların temel taşlarından birisidir ve ihlali halinde cezalandırılması gerekir. Bu sayede toplum düzeni korunabilir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10.maddesi ile bu hakteminat altına alınmış veaynı maddenin 2.fıkrasında bu hakkın korunmasının istisnaları belirtilmiştir. Buna göre; yasayla önceden öngörülen durumlarveya demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması maksadıyla bu hak sınırlandırılabilir. AİHS’nin 10.maddesi yalnızca saldırgan olmayan ya da önemsiz olan bilgi ve görüşleri değil, inciten, şoke eden ya da endişelendiren bilgi ve görüşleri de ifade özgürlüğü kapsamında korumaktadır. Bu durumda istisnalar dar yorumlanmalıdır.İkinci olarak, 10.maddenin 2.fıkrasına göre istisnaların uygulanması “zorunlu bir toplumsal gereksinim” olmalıdır. Bu çerçevede AİHM, 10. maddede getirilen kısıtlamaların ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığını denetlemektedir.Üçüncü olarak, AİHM denetleme görevi sırasında yerel mahkemelerin yerine geçmemekte, yalnızca onların kararlarını 10. madde çerçevesinde incelemekte ve bu kararlarda değerlendirilen önlemlerin “izlenen meşru amaçla orantılı” olup olmadığına bakmaktadır.Buna göre Perinçek’in beyanları AİHS’nin 10.maddesi uyarınca ifade özgürlüğü kapsamındadır.Ayrıca AİHM, Türk Hükümeti’nin ileri sürdüğü Holokost’un inkârının günümüzde Yahudi düşmanlığının (antisemitizm) fitilini ateşleyeceği görüşünü paylaştığını bildirmekte ve Perinçek’in sözlerinin nefrete ya da şiddete yönelten herhangi bir nitelik taşımadığını bildirmektedir. Dolayısıyla, AİHM, 1915 olaylarının “soykırım” olarak nitelendirilmesinin reddinin halen etkileri görülen Holokost’un inkarının sonuçlarını göstermeyeceği yönünde görüş bildirmiştir[12].
Tüm bunların sonucu olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi verdiği kararda; Doğu Perinçek’in beyanlarının ifade özgürlüğü içinde kaldığını, soykırımı inkar suçuna vücut vermediğiniçünkü Ermeni tehcirinin soykırım suçu olduğuna dair herhangi bir mahkeme kararı olmadığını, soykırım suçuyla ilgili yetkisiz makamlarının beyanlarının ve kararlarının bu suçu tespit etme konusunda yok hükmünde olduğunu, Holokost ve Ermeni tehcirinin aynı kapsamda değerlendirilemeyeceğini tespit etmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Doğu Perinçek’everilmiş olan İsviçre Ceza Yasası’nın 261 bis maddesinin 4. fıkrası uyarınca 90 gün ve 100 İsviçre frangı cezaya çarptırılmasına ve iki yıllık bir erteleme ile de 3000 İsviçre frangı ceza ile İsviçre-Ermenistan Derneği‘ne 1000 İsviçre frangı tazminat ödemesi cezasının iptaline, ayrıca Doğu Perinçek’in maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine karar vermiştir. Bu sayede AİHM’nin yargı yetkisi içerisinde olan devletlerde de Ermeni tehcirininsoykırım olmadığını iddia etmek inkar suçunun kapsamı dışına çıkmıştır. AİHM’nin bu kararı emsal karar niteliğindedir ve ulusal yargı organları üzerinde bağlayıcıdır.
Son olarak değinilmesi gereken bir husus da AİHM’deki bazı yargıçların karşıt görüşleridir.Bu karşıt görüşlere göre;Osmanlı Devleti’nin mahkemeleri tarafından 1919-1920’lerde verilen kararlarla bazı Türk yetkilileri ve eylem zanlılarını idama kadar varan cezalarla cezalandırılması, Türk devletinin de sözde Ermeni soykırımını tanıdığı biçiminde değerlendirilmelidir.Bu noktada atlanan husus şudur ki; Osmanlı mahkemeleri ilgili zanlıları sözde “soykırım” nedeniyle değil, katliam ya da cinayet veya başka benzer suçlar nedeniyle yargılamıştır. 1944 yılında ilk defa Polonyalı hukukçu Raphael Lemkin tarafında ortaya atılmış olan sözde “soykırım” kavramı 1948’de Soykırım Sözleşmesi ile uluslararası suç statüsü kazanmıştır. 1948’den 33 sene önce gerçekleşen bir yargılamada soykırım suçundan hüküm verilmesi mümkün değildir. Anılan yargıçların görüşlerindeki ikinci hukuki kusur ise söz konusu hukuka aykırı eylemler Osmanlı Devleti bünyesinde işlenmiş olup, Osmanlı’nın ardılı (halefi) olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bağlayamaması olmaktadır. Sonraki devletin birçok konuda önceki devlete ardıl olmasına rağmen, hukuka aykırı eylemler ve işlemler bakımından sonraki devletin önceki devlete ardıl olması ve bu eylemlerin sorumluluğunu yüklenmesi uluslararası hukukta kabul görmemektedir[13].Bu durumu Prof.Charles Rousseau'da devletlerin ardıl(halef) olması konusunda ortaya koymuştur[14].Son olarak her ne kadar mümkün olmasa da yetkili mahkemece tehcirin soykırım olarak kabul edildiği düşünülecek olursa, bu halde bile Türkiye’nin cezalandırılması mümkün değildir. Soykırım Sözleşmesi 1948’de imzalanmıştır ve hukuktaki “geriye yürümezlik ilkesi” gereğince bu sözleşmenin imzalanmasından sonra işlenen suçlar için uygulanma alanı bulacaktır. Örneğin 1993 yılında Bosna Hersek’te soykırım yaptığı gerekçesi ile Uluslararası Adalet Divanı’nda yargılanan Sırbistan için bu sözleşme uygulama alanı bulmuştur. Şayet sözleşmenin geriye yürüyeceği kabul edilmiş ve kararlaştırılmış olsaydı, Avrupa ülkelerinin çoğunun Afrika’daki eylemlerinden, Amerika Birleşik Devletleri’nin Japonya’ya attığı atom bombaları dolayısıyla ya da katledilen binlerce kızıldereliden ötürü sayısız defa soykırım suçundan cezalandırılmaları gerekirdi.
SONUÇ
Ermeniler, Türkiye’ye karşı özellikle yargı alanında düzenli bir şekilde mücadele yürütmektedir. Bu amaçla bulundukları ülkelerde yasal boşlukları tespit ederek, sözde soykırım iddialarını gündeme getirip, ülkelerce sözde ermeni soykırımının tanınmasını amaçlamaktadırlar. Yasama ve yürütme organları, tarihçiler, parlamentolar ve siyasiler soykırım suçu konusunda herhangi bir karar almaya yetkili değildirler. Bununla birlikte, yetkisiz olarak böyle bir karar alsalar ve soykırım suçunu tanısalar dahi konu yargıyı ilgilendirdiğinden, alınan kararın hukuk nezdinde bir sonuç doğurması mümkün değildir. Sözleşmenin ilgili 6.maddesi uyarınca soykırım suçu ile suçlanan kişilerin yargılanması konusunda yetkili olduğu belirtilen mahkemeler, bugüne dek 1915 yılında yaşanan olayları soykırım olarak tanıyan herhangi bir ulusal veya uluslararası nitelikte bir karar vermemişlerdir. Bununla birlikte “soykırım” kavramının uluslararası hukuktaki varlığı, 1948 Soykırım Suçunun Önlenmesine ve CezalandırılmasınaDair Sözleşme’nin 1951’de yürürlüğe girmesinden beri kabul görmektedir. Bir suç sadece işlendiğinde mevcut olan suç tanımları çerçevesinde yargılanabilirve hukuktaki “geriye yürümezlik ilkesi” gereğince,sözleşmenin 1915 olaylarına uygulanabilmesi mümkün değildir. Bu noktada Perinçek-İsviçre Davası oldukça mühimdir. İsviçre ulusal mahkemelerinin vermiş olduğu mahkumiyet kararı sonucunda AİHM’ye götürülen Perinçek-İsviçre Davası, 17 Aralık 2013’te sonuçlanmış ve bu dava, Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımı iddialarına karşı elindeki en önemli kozlarından biri haline gelmiştir. Bu dava, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin soykırım suçunun hukuken var olabilmesi için yetkili mahkeme kararına ihtiyaç olduğunu ve sözde Ermeni soykırımı için de böyle bir mahkeme kararının bulunmaması hasebiyle hukuken soykırım olduğunu kabul etmenin mümkün olmadığını, dolayısıyla soykırımı inkar etmeninde suç olmadığını ortaya koyması bakımından son derece önemlidir.
Türkiye’nin ilerleyen süreçte yapması gereken yegane şey, sözde Ermeni soykırımı iddialarını yalanlayıp savunma yapmak yerine, özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Türklere yapılan katliam ve kırımları dünyaya duyurmaktır. Türkiye, Ermeni soykırımı yalanını elinde bir güç olarak bulunduran yasama ve yürütme organları, tarihçiler, parlamentolar ve siyasilerin bu çirkin iftiralarına karşı koymalı ve hakkını savunmalı, bu doğrultuda bir an önce enstitüler açmalı ve araştırma merkezleri kurmalıdır[15].
[1] Karar için bkz. https://hudoc.echr.coe.int/eng#{"itemid":["001-158235"]}
[2]İlgili maddenin Türkçe çevirisi şu şekildedir: "“Bir ırk, bir etnik köken ya da bir dine mensubiyetleri nedeniyle bir kişi ya da gruba karşı nefreti ya da ayrımcılığı kamu önünde körükleyen kişi; Bir ırkın, etnik kökenin ya da dinin üyelerini aşağılayan ya da sistematik bir biçimde gözden düşürmeye çalışan bir ideolojiyi kamuya yayan kişi; Aynı niyetle propaganda eylemleri düzenleyen ya da özendiren ya da bu eylemlerde yer alan kişi; Bir kişi ya da grubu ırk, etnik mensubiyet ya da dini nedeniyle, kamu önünde söz, yazı, imge, davranış (geste), zor kullanma yolları (voies de fait) ya da başka herhangi bir yolla insan onuruna zarar verecek biçimde aşağılayan ya da ayrım gözeten ya da aynı nedenle soykırımı ya da insanlığa karşı başka suçları inkâr eden, kabaca küçülten ya da haklı göstermeye (justifier) çalışan kişi; ırk, etnik köken ya da dinsel mensubiyetleri nedeniyle bir kişi ya da gruba kamunun kullanımına açık bir hizmeti reddeden kişi, en çok üç yıllık özgürlüğü kısıtlama cezası ya da para cezası ile cezalandırılır.“
[3] Hüseyin Pazarcı, PERİNÇEK (İSVİÇRE’YE KARŞI) DAVASI (AİHM, 17 ARALIK 2013), Ermeni Araştırmaları(2014), s.29.
[4] Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 10:“ Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.
2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplum- da ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu gü- venliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sı- nırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
[5]Pazarcı, Perinçek-İsviçre, 33.
[6]AİHM Perinçek v. İsviçre Kararı para.125.
[7] Pulat Tacar, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Perinçek-İsviçre Kararı,” Ermeni Araştırmaları (2014) s.92.
[8] İlgili karar para.129.
[9] Pazarcı, Perinçek, s.39.
[10] Pazarcı, Perinçek, 39.
[11] İlgili karar para.76/40
[12] Tacar, Perinçek-İsviçre, 88.
[13]Pazarcı, Perinçek-İsviçre, 61.
[14]Charles Rousseau, Droit international public, Tome III (Paris: Sirey, 1977), s. 504-11.
[15] “Cihat YAYCI | Biden'ın Söylemleri, Gerçekler ve Yapılması Gerekenler,” YouTube video,14:39, “BAUMAGS,” Mayıs 10,2021, https://www.youtube.com/watch?v=2VJrOfgDOK8&t=51s&ab_channel=BAUMAGS.
[1]Prof. Dr. HüseyinPazarcı,Uluslararası Hukuk,(Ankara: Turhan Kitabevi Yayınları, 2017), 206.
[2] Verda Akün, “Uluslararası Hukukta ve Türk Hukuku’nda Soykırım (Jenosid) Suçu,” Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni,1-2(2004):56. Erişim Tarihi: Mayıs 2, 2021, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/99373.
[3]United Nations, Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide, 1948, Madde 2, Erişim Tarihi: Mayıs 2, 2021, http://www.unhchr.ch/html/menu3/b/p_genoci.htm.
[4] Tolgahan Alpyavuz, “Soykırım Suçu,” Journal of Naval Sciences and Engineering, 1(2009):59. Erişim Tarihi: Mayıs 2, 2021, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/105287.
[5]United Nations, Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide, 1948, Madde 3.
[6]United Nations, Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide, 1948, Madde 6.
[7]Alaeddin Yalçınkaya, “Perinçek-İsviçre Davası Kararı Sonrasında Ermeni Soykırım İddiaları Konusunda Siyasi, Hukuki Ve Akademik Etkileşim,” Ermeni Araştırmaları 52(2014):64. Erişim Tarihi: Mayıs 3, 2021, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/638606 .
[8] Ezgi Aygün Eşitli, “ Suçların ve Cezaların Kanuniliği İlkesi,” Türkiye Barolar Birliği Dergisi, sy.104(2013):231. Erişim Tarihi: Mayıs 3, 2021, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2013-104-1249#:~:text=%C3%96zet%3A%20Kanunilik%20ilkesi%2C%20kanunlar%C4%B1n%20a%C3%A7%C4%B1k,ceza%20olmaz)%20c%C3%BCmlesiyle%20ifade%20edilebilir.
[9] Olgun Değirmenci, “Uluslararası Ceza Mahkemelerinin Kararları Işığında Mukayeseli Hukukta ve Türk Hukukunda Soykırım Suçu (TCK m.76),” Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Erişim Tarihi: Mayıs 4, 2021, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2007-70-315.
[10]Pazarcı, Uluslararası Hukuk, 207.
[11]Alaeddin Yalçınkaya, Perinçek-İsviçre Davası Kararı Sonrasında Ermeni Soykırım İddiaları Konusunda Siyasi, Hukuki Ve Akademik Etkileşim,61.