Suriye’de Siyasi Çözüm Mümkün Mü?

Sosyal Medyada Paylaş!

Suriye’de yaşanan hükümeti devirme eylemleri, ardından bir iç savaşa dönüşmüş ve milyonlarla kişi yerlerinden olmuştur. Ülkenin hemen hemen yarısı ülke dışına göçtüğü raporlara yansımış durumdadır. Bunların haricinde yarım milyondan fazla insan bu çatışmalarda ölmüş, yüz binlercesi de yaralanmıştır. Ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan grupların çıkan bu iç savaş esnasında ülkeyi terk etmeleri birçok çevrelerce demografik bir temizlik olarak yorumlanmaktadır.

Suriye rejimi savaş ilerledikçe Rusya ve İran tarafından kukla hükümetine dönüşmüş, Halep'ten M5 Karayolu ile ulaşılabilen Akdeniz kıyısındaki Lazkiye, Tartus ve Baniyas şehirlerinin yanı sıra ülkenin ana arteri olan M4 Karayolu'nu Halep, Hama, Humus ve Dera'a gibi büyük şehirleri birbirine bağlayan yolu da kontrol ediyor. ABD destekli PKK güçleri Fırat nehrinin doğusundayken, Türkiye destekli muhalif gruplar Suriye'nin kuzeyini kontrol ediyor.

Suriye krizinde yer alan en etkili ve güçlü devlet olan Rusya, zaten Rusya'ya bağımlı olduğu için zayıf Esad rejimini devam ettirmeyi ve Suriye topraklarından gelebilecek her türlü faydadan en büyük payı almayı hedefliyor. Savaşın ilk patlak verdiği esnada ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesinde kurulan “Suriye’nin Yeniden İnşası” masasının raporlarında, Suriye’nin tekrardan istikrara kavuşması, altyapı üstyapı ve inşaat için harcanması için en az ücretin 450 milyar dolar olduğu hesabını yapmıştır. Ülkenin yarısından fazla büyüklükte toprakların kontrolünü sağlayan Rusya destekli rejim güçlerinin bu paydan en az 250 Milyar dolar gibi bir para alabileceği düşünülebilir. Bu paydan Rusya fazlasıyla istifade etmek istediği gözlemlenmektedir. Diğer yandan İran, rejimi Rusya'nınkine benzer bir strateji izliyor. İran sadece Esad rejiminin, Irak ve Suriye üzerinden Lübnan'a kadar uzanan etkisinin devam etmesini istiyor.

ABD, IŞİD ile mücadele bahanesiyle Fırat'ın doğusunda bir PKK devleti kurmaya çalışıyor. ABD, Ortadoğu'daki Türk, Arap ve Fars etnik havuzunun ortasında, tamamen ABD'ye bağımlı laik bir PKK devleti kurmayı ve bunu Irak'taki bölgesel yönetimle birleştirmeyi hedefliyor. İlk etapta, kuzeyde kurulan sözde “kantonlar” üzerinden Akdeniz'e de ulaşılması planlanmıştı, ancak Türkiye'nin 2016’daki sınır ötesi operasyonları bunu engelleyince, PKK’yı güneye Rakka'ya kadar yeniden konumlandırmak zorunda kaldılar. Rakka ve Deyrizor kasabaları Arap çoğunluklu olan şehirler olmasına rağmen buraları PKK’nın kontrolüne sevk etmiştir. Nüfus olarak Suriye’nin %6-%10 arasında olan Kürt nüfusunun %30 civarı bir toprağı kontrol ettiğini görmek mümkündür. Böylece, ABD sadece İsrail'le müttefik olacak laik bir yapı kurmayı değil, Türkiye'yi, İran'ı ve Arap devletlerini “gerekli” gördüğünde “disipline” sokmayı da amaçlıyor. PKK ise ABD'nin desteğiyle bölgede bir devlet kurmanın ya da bir devletin ihtimal dahilinde olmadığı durumlarda en azından özerk bir alana yerleşmenin ihtimalini değerlendiriyor.

Bütün bu olanlarının dışında Türkiye, hem sahada kendi askeriyle, hem de masada bizzat bulunarak tüm bu olanlara karşı, kendi içinde tutarlı ve devletin resmi politikalarını sürdürmeyi idealize etmektedir. Bu bağlamda iki politika öne çıkıyor. Birincisi, Suriye’nin toprak bütünlüğü. Onlarca yıldır Türk hariciye geleneği haline gelmiş olan bu politikayı Suriye’de de göstermektedir. İkinci olarak, PKK’nın devletleşmesini engellemektir. Bu bağlamda Türkiye güvenlik kaygılarını gidermek için her adımı atacağını 2016’daki operasyon ile göstermiştir. Ayrıca devam eden diğer operasyonlarla da hem PKK’dan hem de IŞİD’den sınıra yakın bölgeyi temizleyerek adım atmıştır. Bir sonraki aşamada PKK’nın daha ciddi hamleleri olması halinde Türkiye, müdahale etmekten geri durmayacaktır. Bunun benzeri örneklerini 1992’li yıllardan itibaren Irak’ın kuzeyine düzenlediği operasyonlarda görmek mümkündür. Hatta en son bağımsızlık tehditi yaratılan Irak’ın kuzeyindeki bağımsızlık referandumu günü 17 Ekim 2017’de bir sınır ötesi operasyon başlatarak caydırmıştır. Türkiye’nin bu ilkesel tutumlarını sürdürmesinin haricide sahadan Türkiye’nin talepleri karşılanmadan çözüm beklemek güçtür.

30 Nisan’da rejim ölümlü terör suçları hariç diğer terör suçlarını işlemiş kişilere bir genel af yayınladı. Bu vasıtayla bu kişilerin ülkeye geri dönmeleri adına bir adım atılmış gibi gösterilerek, dünya kamuoyunda zedelenmiş imajını düzeltmek adına yaptığı bir hamle olduğu gözlemlenmektedir. Muhalif kesimin ülkeye geri dönmesini sağlamak için sadece yargılamama garantisinin yeteceğini düşünmek hayalcilik olur. Bu kişilerin eşyaları ve malları kendilerine iade edilecek mi? Ekonomisi çok zor durumda olan ülkede milyarlarca dolarlık tahribatı giderebilecek mi? Rusya ve İran bu ekonomik buhranı gidermek adına çeşitli önlemler almaya kefil olacak mı? Ya da bunların dışında Esad’sız bir Suriye tasavvurunda, İran ve Rusya bu senaryonun bir parçası olacak mı? Sorularını cevaplamadan Suriye’ye geri dönüşlerin silsileler halinde, insanların kendi istekleriyle geri dönebileceklerini düşünmek zordur. Bu bağlamda Türkiye, kendi demografisine ve dolayısıyla milli güvenliğine alenen tehdit oluşturan bu konuyla ilgili acil eylem planı nedir? On yılı aşkın bir süredir Türkiye’de yaşayan geçici koruma altındaki bu kişilerin, entegrasyona dair olumlu emareler göstermemesi Türkiye için farklı tedbirler almakla yükümlü olduğuna dair birtakım ipuçları sunmaktadır. Ateşkesin sağlanmasını öncülleyerek, Türkiye’den geriye göçlerin başlaması, gitmemekte ayak direyenlerin mutlaka uluslararası hukuktan doğan haklar neticesinde geri dönüşü zorunlu tutulması şarttır.

Son zamanlardaki gelişmelerden anlaşıldığı kadarıyla Suriye’nin kuzeyinde organize sanayi bölgeleri kurulmaya başlanmıştır. Bunların geri dönüşte insanların istihdam edilebilecek çeşitli alanlar olabileceği ve bu vasıtayla dönenlerin isyan etmesini bir bakıma engellemeye yönelik hamleler olduğu söylenebilir. Ayrıca, Halep çarşısında tadilat çalışmaları başladı. Şehirde yavaş yavaş düzen kurulmaya devam ediyor.

Suriye’de eğer bir siyasi çözümden bahsedilecek ise, Türkiye’nin savunduğu üniter devlet ilkelerinin korunduğu bir anayasa ile mümkündür. Mezhep ya da ırk ayrımına göre hazırlanan anayasaların düzen ve istikrardan uzak toplumlar oluşturduğu önce Lübnan’da sonra da Irak’ta görülmüştür. Bu sebeplerden ötürü, ülkenin tamamını kapsayacak, demokratik ilkelere dayalı bir anayasa ile Suriye’nin toprak bütünlüğünü garanti eden, kantonlar ya da eyaletlere bölünmüş özerk yapıların olmadığı, bu vasıtayla da Türkiye’nin güvenlik kaygısını gidermiş bir anayasayı Türk tarafı da destekleyecektir. Altını tekrar tekrar çizmekte fayda olan Suriye’nin kuzeyinde planlanan PKK devleti fikri, Türkiye’nin kırmızı çizgisidir. Bu bağlamda Türkiye, askeri harekat dahil bütün çözüm stratejilerini masada bulundurarak iradesinden asla taviz vermemelidir.

TÜRK DEGS Araştırmacısı: D. Mert Tupuz