TURK DEGS VE KTU ORTAKLIGI ILE GERCEKLESTIRILEN “MAVI VATAN KARADENIZ” KONFERANSININ ARDINDAN…

Sosyal Medyada Paylaş!

24 Ocak 2022 tarihinde TÜRK DEGS ve KTÜ ortaklığında “Mavi Vatan Karadeniz” konferansı gerçekleştirildi. ASAM TÜRK DEGS Başkanı Doç. Dr. Cihat Yaycı’nın yanı sıra TÜRK DEGS Danışma Kurulu Üyesi Emekli Büyükelçi Uluç Özülker ve Prof. Dr. Sadettin Korkmaz da konferans kapsamında konuşmalarını gerçekleştirdiler. Konferans kapsamında Yaycı, Türklerin denizci olmadığını söyleyenlerin tarihi bilmediğini kaydetti. Yaycı, “Türkler denizci değilmiş… Yahu denizci olmasaydın, ruhunda denizcilik olmasaydı, senin Oğuz Kaan’ın oğullarından bir tanesinin ismi Denizhan olur muydu?” ifadelerini kullandı.

 

AMİRAL YAYCI: “TÜRKLER DENİZCİ DEĞİLDİ… BİR KERE BUNU YIKALIM!”

 

TÜRK DEGS ve KTÜ ortaklığında gerçekleştirilen Mavi Vatan Karadeniz konferansı kapsamında konuşan Doç. Dr. Cihat Yaycı Türkler denizci değildi söylemlerine değindi. Yaycı, “Türkler denizci değildi… Bu lafı çok duyarsınız. Hem de bu lafı bu işi meslek edinmiş Amirallerden dahi duyarsınız. Çok yanlış. Bir kere bunu yıkalım. Hele hele biz Trabzon’dayız. Türklerin denizci olmadığını söylemek son derece abestle iştikaldir. Hatta tarihten kopuk olmak demektir. Bir de bunu sivil, asker, denizci, akademisyen söylerse çok yanlış olur. Türklerin tarihinin 1071’le Anadolu’da başladığını düşünmek de çok yanlış olur. Yani Anadolu’daki Türk tarihi 1071’le başlamaz. O da çok nettir.” ifadelerini kullandı.

 

BİZ İSKİT TÜRKLERİ ÇİFT KANATLI ÇİPA KULLANIRIZ…

 

Türklerin tarih boyunca denizci hatta denizcilik adına öncü bir millet olduğunu kaydeden Yaycı, çift kanatlı Çipayı bile Yunanlılara öğretenin İskit Türkü Anakarsis olduğunu belirtti. Yaycı, “Anarkasis bir İskit Türk’üdür. M.Ö. 4000 yılına kadar gider. Bizim bu Sakaların Prototürk olduğundan bir şüphe yok. Mesela Tomris bilinen Türk kadın ismidir. Tomris Hatun, Tomris Sultan İskitlerden gelir, Sakalardan gelir. Atlarıyla gömülürler, Kımız içerler, Türkçe konuşurlar. Geldikleri yer Yakutistan’dır. Kuzey kutup dairesinden Karadeniz’e gelirler. Karadeniz’in Doğu ve Kuzey sahiline gelirler. İskit Devleti’ni kurarlar. Gemicilikle uğraşırlar. Antik Yunanlılar Kuzey buz denizine ne diyorlar biliyor musunuz? Saka okyanusu. İskit okyanusu diyorlar. Bu Anakarsis Odessa’dan Atina’ya gideceğim diyor. O zaman da bizimkiler Yunanlılardan pek hoşlanmıyorlar. Ve Anakarsis’e diyorlar ki ‘ya kardeşim nereye gidiyorsun sen? Seni zehirlerler orada.’ Yani fikren zehirlerler. Gitme diyorlar ama bu gidiyor. Bakıyor ki bunlar tek kanatlı çipa kullanıyorlar. Sadece düz bir demir atıyorlar teknelerini tutmak için. Diyor ki böyle tekne tutulmaz, denizde durmaz. Biz İskit Türkleri çift kanatlı çipa kullanırız diyor. Neticede onlara çift kanatlı çipayı anlatıyor. Sonra Odessa’ya dönüyor ve fikren zehirlendiği kanaatiyle gereği yapılıyor adamcağıza… İngilizce demirlemenin karşılığı ne? Anchorage… İşte buradan geliyor. Yani Türklerin denizci olmadığını söyleyen varsa tarihi bilmiyor demektir.”

 

ROMA İMPARATORLUĞUNUN KURUCULARI DA ETRÜSKLERDİR!

 

Türklerin denizci olmadığını iddia edenlerin gerçek tarihi bilmediğini kaydeden Yaycı, “Roma imparatorluğunun kurucularının da Etrüsk olduğundan bir şüphe yok. Ne zaman ki Osmanlı Devleti’ni yıkmaya karar veriyor İngilizler, Roma İmparatorluğunun kurucularının 1780 yılından sonra Yunanlılar olduğunu söylemek üzerine bir teori çıkarıyorlar. Ama bu tutarsız. Roma’da Etrüsklerin Tanrısının adı ne biliyor musunuz? Turan. Başkanlarının adı da Tarkan. Şehirlerinin adı Tarhuna. Tamamen Türk. Kımız içiyorlar, atlarıyla yine gömülüyorlar, Roma ve Romulus diye iki tane çocuk Kurttan beslenerek aynı Ergenekon destanı. İskoçlarda öyle. İskoçlar İskitlerden gelir.” değerlendirmesinde bulundu.

 

EĞER BUNLARIN KURUCUSU BİZİM ATALARIMIZ İSE BİZ ZATEN DENİZCİ BİR SOYDAN GELİYORUZ DEMEKTİR…

 

Roma imparatorluğunun kurucularının da Etrüskler olduğunu belirten Yaycı, neden bunları söylüyorum biliyor musunuz? diye sordu. Yaycı, “Roma imparatorluğunun ya da İskoçların denizci olmadığını söyleyebilecek olan var mı? Eğer bunların kurucusu bizim Atalarımız ise o zaman biz zaten denizci bir soydan geliyoruz demektir.” diyerek tarihe ışık tuttu.

 

OĞUZ KAAN: “DAHA DENİZ, DAHA IRMAK, GÜNEŞ TUĞ OLSUN, GÖKYÜZÜ ÇADIR.”

 

Türk tarihinden Oğuz Kaan’dan da örnek veren Yaycı, “Oğuz Kaan… Bizim büyük Atamız. Oğuz Kaan destanında şöyle der, hasbihaldir bu. Hasbihal biz de bir gelenektir. Atatürk’ün de zabitle, subayla hasbihali vardır. O gelenekten gelir. Oğuz Kaan da hasbihal yazmıştır. Oğuz Kaan hasbihali dediğiniz şey 9-10 sayfa bir şeydir. Burada şunu söyler Oğuz Kaan devleti ülkeyi tarif ederken, hedef koyarken. “Daha deniz, daha ırmak, güneş tuğ olsun, gökyüzü çadır.” Yani daha deniz diyor. Osmanlı Devleti Portekiz’in ikmal yollarını kesebilmek için Tanzanya’nın Zanzibar adasını fethediyor. Oraya yerleşiyor. 1087’de Sultan Melihşah Antakya’da denize ulaştığı zaman şöyle diyor: “Ey babam Alparslan, sana müjdeler olsun. Henüz bir çocuk olarak bıraktığın oğlun, dünyayı baştan başa fethetti.” Kılıcını denize soktuğu zaman söylüyor bunu. Selçuklu sultanlarının tabiri Sultan'ül Berreyn’dir. Yani iki denizin sultanıdır. Biz denizlerle çok iç içeyiz. Türkler denizci değildir demek, Türklerde bir aşağılık kompleksi oluşturmak demektir. Türkler denizle iç içe değildi demek, Türkleri küçümsemek demektir. Türklerin kendine güvenini sarsmak demektir. Bizim Atalarımız denizci idi, denizle büyüdüler, denizden uzaklaştırılarak, yenilgilere uğratılarak küçültüldüler. Biz onun için büyük devlet olmak istiyorsak denizle iç içe olmalıyız. Denizle de büyümeliyiz.” ifadelerini kullandı.

 

YAYCI: “TÜRKLER ANADOLU’YA 1071’DE İLK DEFA DEĞİL, SON DEFA GİREREK ANADOLU’YU YURT EDİNMİŞLERDİR.”

 

Türklerin Anadolu’ya 1071’de ilk kez değil, son kez girerek orayı yurt edindiklerini kaydeden Yaycı, “1071’de Anadolu’ya Türkler ilk defa girmemişlerdir. Son defa girip Anadolu’yu yurt edinmişlerdir. Anadolu’ya 1071’de girerken Malazgirt zaferiyle son kez sanmayın ki sadece askerler girdi. Arkalarında yayalar halinde kağnılar halinde çoluk çocuk yaşlı kadın herkesle beraber girdiler. Ordu galip gelince arkadan bu aileler geldiler. Tren yoktu, uçak yoktu, otobüs yoktu, kamyon yoktu. Bunlar yaya ve atlı olarak düşünebiliyor musunuz? Tam 10 sene sonra 1081 yılında Donanma kurdular. Ya sen denize ulaşmayı nasıl hedef edindin de o dönemde 10 sene sonra Çeşme’de Donanma kurmayı akıl ettin? Denizci olmasaydın, ruhunda denizcilik olmasaydı, senin Oğuz Kaan’ın oğullarından bir tanesinin ismi Denizhan olur muydu? Türk Deniz Kuvvetleri’nin kuruluşu da 1081 olarak alınır bu nedenle. Donanmayı kurduktan 3 sene sonra 1084’de Sakız ve Midilli adalarını fethediyor Türkler. Çok önemli bir şey. Ada fethetmek nereden çıktı? Hani sen denizci değildin?” ifadelerini kullandı.

 

YAYCI: “BİZANS DİYE BİR ŞEY YOKTUR! DOĞU ROMA İMPARATORLUĞU VARDIR!”

 

Yunan ve Rum ikilisinin tarihi manipüle ederek bir devlet kurduğu imajı oluşturmak adına Bizans kavramını oluşturduğunu, aslında Bizan diye bir imparatorluğun olmadığını ifade eden Yaycı, “Bakın Bizans diye bir şey yoktur. Doğu Roma imparatorluğu vardır. Bizans dediğiniz zaman Rum ve Yunan’ın atfettiği yeni bir yapıyı, tarihte tutunacak bir noktayı desteklemiş olursunuz. Bizans imparatorluğu diye bir imparatorluk yoktur. Doğu Roma imparatorluğu vardır. Fatih Sultan Mehmet Han da İstanbul’u fethettiği zaman kendisini Doğu Roma imparatoru olarak ilan etmiştir. Bizans daha sonradan Rum-Yunan’ın kendisinin bir devlet kurduğu imajını oluşturmak için uydurduğu bir konudur. Onun için Bizans imparatorluğu yoktur. Ve Doğu Roma imparatorluğunun donanmasını pert etmiştir Çaka Bey. Donanmasız bırakmıştır.” ifadelerini kullandı.

 

DÜNYADA GÖRDÜĞÜNÜZ HER 16 KİŞİDEN 1’İ BALIKÇILIKTAN GELİR ELDE EDİYOR…

 

Denizlerin canlı ve cansız kaynaklarıyla bitmez tükenmez bir servet kaynağı olduğunu belirten Yaycı, “Bugün dünyada gördüğünüz her 16 kişiden 1 tanesi balıkçılıktan gelir elde ediyor. 500 milyondan fazla insan sadece gelirini balıkçılıktan elde ediyor. Biz denizlerin kıymetini çok iyi bilmeliyiz. Denizler bu kadar bitmez tükenmez servet kaynağı olunca devletlerde denizleri paylaşma mücadelesine girmiştir. Bunu hukuki olarak paylaşmakta da birtakım kavramlar geliştirilmiş. Bunlar ilki iç sular. İç sular yani göller, nehirler, barajlar, dereler, çaylar falan ve Marmara denizi gibi bütün kıyıları bir devlet tarafından çevrilmiş açık denizlere dar boğazlarla bağlanan denizler demek. Ya da Hazar denizi gibi açık denizlerle bağlantısı olmayan denizler demek. İç sularda devletin yetkisi şu. Devletin karadaki yetkisi ne ise iç sulardaki yetkisi de o. Yani şu demek pasaportsuz giremezsin. Karasuları ise şöyle. Devletler 18. yy sonralarında topları kıyılara yerleştiriyorlar. Top güllesini atıyor. Güllesinin düştüğü yer benimdir diyor. Yani sen buraya yaklaşırsan benim topumun menzili seni vurmaya yeter. Buraya girmeden benden izin almadan sakın girme dediği alan karasuları. Bunlar 3 mille sınırlanıyor. Daha sonra gel zaman git zaman bu 3 mil gerek silahların menzili, gerekse devletlerin daha fazla hükümranlık alanı genişletmek için 12 mile kadar 1982 BMDHS ile çıkartılıyor. Bakın 12 mil olmuyor. 12 mile kadar çıkartılabilir oluyor. Sonra bu karasularında devlet hemen hemen iç sulardaki gibi yetkilere sahip. Başka ülkelerin, başka devletlerin gemilerine birtakım geçiş izinleri veriyor. Transit geçiş, zararsız geçiş yapma. İç sulardan farkı karasularının bu. Kamu hukukunun altındaki Devletler hukukunda aslında deniz ülkesi denilen kavram karasuları ile sınırlıdır. Ama bu eski bir kavramdır. Ülkeler sadece hukuki rejimin ötesinde ekonomik olarak da birtakım yetkilere sahip olmak istemiştir denizlerde. Onun üzerine ortaya çıkan kavram kıta sahanlığı kavramı olmuştur. 1958 yılında kodifiye edilmiştir deniz hukuku sözleşmesi ile. Şöyle demişlerdir; denizlerden petrol doğalgaz çıkıyor. Bunu herkes her yerde çıkartmasın. Buraları da sahiplenmek lazımdır demiş böyle başat güçler ve bunu 200 mille sınırlamışlar. Okyanuslarda 350 mile kadar. Demişler ki deniz tabanı ve altındaki sadece cansız kaynakları bulma, çıkarma, nakletme, satma ya da kullanma hakkı o devlete aittir demişler. Bu kendinden menkul bir hak olarak kabul edilmiş deniz hukukunda. Bu böyle ifade edilince ilan gerektirmiyor. Sadece cansız kaynakları içeriyor. Nereye kadar? 200 mile kadar. Kıta sahanlığını şöyle düşünün. Evin önündeki sahanlıklar gibi düşünün. Evin bir parçası. Ama bunun üzerinde gemiler seyrüsefer yapabilirler, savaş gemileri karasularının ötesinde bakın başka devletlerin savaş gemileri atış eğitimi yapabilirler… Ona hiç karışmıyor. Sadece ekonomik yetki. O da deniz tabanı ve altındaki cansız kaynaklarda. Fakat gel zaman git zaman ya kardeşim sadece deniz tabanı ve altı olur mu? Bunun üstünde su kütlesi var. Onun üzerinde hava var. Bu su kütlesinin içerisinde yaşayan balıklar var. Balıklar da büyük kaynak. Zaten dünyada 16 kişiden 1 tanesi balıkçılıkla uğraşıyor. Büyük gelir kaynağı. Gelip tamam anladık biz hidrokarbonları çıkartalım ama bu balıkları da herkes gelip avlayamasın. Bu balıklar da canlılar da rüzgar enerjisi de akıntı enerjisi de bizim olsun. Bunu da paylaşalım deyince 1982’de BMDHS ile yine kodifiye olan MEB kavramı artık gündeme geliyor.” ifadelerini kullandı.

 

DÜNYA MEB KAVRAMINI KONUŞURKEN BİZ SADECE KITA SAHANLIĞI KAVRAMINI KONUŞUYORUZ…

 

MEB kavramının Kıta Sahanlığı kavramından farklı olarak ilan gerektirdiğini belirten Yaycı, “MEB kavramının şöyle bir kriteri var. Diplomatları zora koşan kısım. İlan etmek zorundasın. İlan etmek zorunda olduğun için uğraşmak zorundasın. Uğraşmak zorundaysan ‘banane’ demek durumunda kalanlar olabilir. İşte sorun orada kaynaklanıyor Türkiye’de. MEB ilan etmek durumu var ve MEB kavramı dikkat ederseniz Yunan’ı Rum’u Alman’ı İngiliz’i herkes dünyada MEB konuşurken biz sadece Kıta Sahanlığı konuşuyoruz. Çok yakınen takip ediyoruz biz bunları. Bizden başka kıta sahanlığı diyen yok. Bunu da sıklıkla uyarıyoruz. Çünkü ilan etmek biraz iş gerektiriyor, biraz emek gerektiriyor, biraz hak savunmak gerektiriyor. O zaman ne oluyor? Bir kere bu MEB kavramı artık en modern, en güncel kavramdır. MEB kavramı üst kümedir. Kıta Sahanlığı onun alt kümesidir. Neden? Çünkü MEB canlı ve cansız kaynakların hepsini kapsarken, Kıta Sahanlığı sadece onun içerisindeki cansız kaynakları kapsıyor. Aradaki fark budur. Onun için Türkiye deniz yetki alanları derken biz Türkiye’nin ilan edilmiş ya da ilan edilmesi ön görülen MEB’ini ifade ediyoruz.” ifadelerini kullandı.

 

TÜRKİYE BİR YARIMADA ÜLKESİ DEĞİLDİR. TÜRKİYE İKİ YARIMADADAN MÜTEŞEKKİR TAM BİR DENİZ ÜLKESİDİR…

 

Türkiye’nin bir deniz ülkesi olduğunu belirten ve yeni bir kavram oturtmaya çalıştığını ve bu kavramın doğru olduğuna inandığını belirten Yaycı, “Türkiye bir yarımada ülkesidir sözü söylenir. Halbuki Türkiye bir yarımada ülkesi değildir. Türkiye dünyada çok istisna bir ülkedir. İki yarımada ülkesidir. Anadolu yarımadası ve Trakya yarımadası. Dünyada eşi benzeri yoktur böyle bir devletin. İki yarımadadan müteşekkir tam bir deniz ülkesiyiz. Yüzde 70 sınırımız denizdir. Nüfusumuzun yüzde 70’i deniz kenarlarında yaşar. Ama biz denizlerden hak ettiğimiz payın çok azını alabiliyoruz. O nedenle Mavi Vatan bilincinin, Mavi Vatan Doktrini’nin birleşmesi ve içselleştirilmesi son derece önemlidir.” dedi.

 

MAVİ VATAN TÜRKİYE’NİN MEB’İDİR

 

Mavi Vatan kavramının tanımını yapan Yaycı, “Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları çerçevesinde deniz hukuku prensibine uygun şekilde ilan edilmiş ya da ilan edilmesi ön görülen deniz yetki alanlarıdır. Yani MEB’idir.” ifadelerini kullandı.

 

BUGÜN KARADENİZ BİR BARIŞ DENİZİ İSE TÜRKİYE SAYESİNDEDİR

 

Karadeniz’e ilişkin değerlendirmelerde de bulunan Yaycı, Karadeniz’i tanımlarken şimdi diyeceksiniz ki “Kirpiye yavrusu pamuk görünürmüş.” ifadelerini kullandı. Yaycı, “Türkiye ve Karadeniz dünyanın merkezidir. Çünkü bütün deniz hakimiyet doktrinleri bunu yazar. Buraya hakim olan dünyaya hakim olur demektir. Türkiye bölgesel sahiplik ilkesi ile Karadeniz’in bir barış denizi olmasına katkı sağlıyor. Bugün Karadeniz bir barış denizi ise Türkiye’nin katkılarıyladır.” değerlendirmesinde bulundu.