Türkiye’nin özellikle Suriye’deki unsurlara yönelik harekatlarındaki temel gerekçesi Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51.maddesidir.
Bu madde şu şekildedir:
"Bu Antlaşmanın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Konsey’in işbu Antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez.”
Bu maddeye göre BMGK bir karar alıncaya dek saldırıya uğrayan ülke meşru müdafaa hakkını kullanabilir ve bu kullanım yine BM Şartında tanımlanmış olan kuvvet kullanma yasağının ihlalini oluşturmaz.
BM Şartı’nda tanımlanan bir başka ilke ise ülke bütünlüğü ilkesidir. Bu ilke gereğince her devlet kendi toprakları üzerinde tek başına egemendir. Devlet ülkesi, bir kamu hukuku terimi olarak devletin ülke üzerindeki egemenliğinden kaynaklanan bir mülkiyettir. Bir başka deyişle devlet ülkesi, bir devletin devlet olma vasfından kaynaklanan egemenliğinin bir sonucudur.
Bu ilkenin bir sonucu olarak devlet ülkesi içerisindeki tehdit unsurlarıyla mücadele etmek de egemen devletin görevi içerisindedir. Ancak Suriye örneğinde olduğu gibi bazı devletler kendi toprakları üzerinde ortaya çıkan terörist oluşumlarla mücadele etmek de başarısız olabilmektedir. Bu başarısızlığın bir sonucu da komşu devletlere zarar verilmesi olabilmektedir. Komşu devletlerden bu zarardan ötürü meşru müdafaa haklarını kullanabilirler. Türkiye’nin Suriye’ye yönelik yaptığı operasyonlardaki temel hukuki dayanağı budur.
Bunun yanı sıra Suriye ve Türkiye arasındaki özellikle terörle mücadeleyi temel alan ikili anlaşmalardan da bahsetmek gerekir.
Adana Mutabakatı bu anlaşmaların ilki ve en önemlisidir. 1980’lerde ortaya çıkan terör örgütü KİP, Suriye topraklarından idare edilmekte ve Türkiye aleyhine faaliyet göstermektedir. Türkiye diplomatik yollarla uzun süre Suriye’yi uyarmış ve bu terör örgütünün faaliyetlerine son verilmesini talep etmiştir. Uzun uğraşlar sonucu 1998 yılında Suriye ve Türkiye arasında Adana Mutabakatı imzalanmıştır.
Bu mutabakata göre KİP’in lideri Suriye’den çıkarılmış, KİP’in Suriye’deki kampları kapatılmış, militanları Suriye mahkemelerince yargılanmış ve militanlara dair listeler Türkiye’ye teslim edilmiştir. Ayrıca bu örgütün tekrar oluşmasına Suriye devleti müsaade etmeyecektir. Bunların yanında KİP’in her türlü lojistik faaliyeti Suriye tarafından engellenecektir.
Bu mutabakatta en çok dikkat çeken husus Suriye’nin tek taraflı yükümlülük altına girmesidir.
Adana Mutabakatı dışında 2001, 2009 ve 2010 yıllarında da bu iki devlet arasında temeli terörle mücadele olan ve iki devlet arasında istihbarat paylaşımını öngören 3 anlaşma daha vardır.
Bu anlaşmalardan 21 Aralık 2010 tarihinde imzalanan anlaşma ötekilerin aksine genel güvenlik anlaşması değil özel nitelikli bir anlaşmadır. Anlaşmanın temel maksadı PKK/KONGRA GEL terör örgütüne yönelik askeri ve istihbari işbirliğidir. Bu anlaşmada da Suriye Adana Mutabakatı’ndaki pozisyonunu korumuştur.
Ülke Bütünlüğüne Saygı İlkesi
BM Şartı ile tanınmış bu ilke ile devletler birbirinin ülke bütünlüğüne sınırlarına saygılı olmak zorundadır.
Türkiye’nin Suriye’ye yönelik yaptığı operasyonların ardından dünya kamuoyunda Türkiye’nin Suriye’nin ülke bütünlüğüne saygı duymadığı ve bu operasyon meşru olmadığı konuşulmaktadır. Ancak burada atlanan husus Suriye’nin de Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygı duymamasıdır. Suriye toprakları üzerinde faaliyet gösteren birçok örgüt Türkiye topraklarına saldırmıştır. Bu saldırıları önleme yükümlülüğü Suriye devletine aittir. Eğer gerekli önlemleri alamıyorsa Türkiye’nin ülke bütünlüğüne saygı göstermemiş demektir. Bu durumda da Türkiye’nin kendisine yönelik bu saldırılara karşı meşru müdafa hakkı vardır.
SONUÇ
Türkiye tarafından gerçekleştirilen askeri harekatlarda dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli husus, Suriye’nin kendi devlet ülkesinde fiilen otorite olmamasıdır. Yazının başında da ifade edildiği üzere Suriye, devlet ülkesinin tamamında etkin egemen otorite değildir. Özellikle Türkiye’ye yönelen terör eylemlerinin planlandığı ve gerçekleştirildiği alanlarda, uluslararası hukuk açısından gerekli olan etkin egemenlik tekeline sahip değildir. Bu eylemler sonucunda Türkiye’de can ve mal kayıpları yaşanmıştır.
Bir başka deyişle Suriye, ülke bütünlüğünü korumaktan aciz kalmıştır. Dolayısıyla Suriye, uluslararası hukukun temel bir ilkelerinden olan “ülke bütünlüğü ilkesine saygı” yükümlülüğünü yerine getirememektedir. Böyle bir durumda, terörist eylemlerin planlandığı ve düzenlendiği bu topraklara komşu olan ve bu eylemlerden doğrudan zarar gören Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı göstermesi ve meşru müdafaa hakkından feragat etmesi düşünülemez. Belirtildiği üzere Suriye zaten toprak bütünlüğünü koruyamamaktadır.
Bunun yanı sıra yukarıda açıklandığı üzere Türkiye ve Suriye arasındaki ikili anlaşmalardan ortaya çıkan sonuç Suriye’nin kendi topraklarını terörist unsurlardan temizlemek üzere tek taraflı yükümlülük altına girdiğidir. Bu durumda uluslararası hukuk açısından Suriye, antlaşmalar hukukunun en temel ilkelerinden biri olan ahde vefa (pacta sund servanda) yükümlülüğü altındadır.
Suriye’nin mevcut durumuna bakıldığında da bu yükümlülüğü yerine getirmesi mümkün görünmemektedir. Suriye’nin bu başarısızlığı Türkiye’nin bu saldırılara katlanmak için sebep değildir.
TÜRK DEGS Gönüllü Destek Araştırmacısı
Muhammed Safa Karzaoğlu