Girit Adası, ticaret yolları üzerinde yer alması ve askerî üsleri nedeniyle Osmanlı Devleti için önemli bir stratejik hedef olmuştur. 16. yüzyılda Akdeniz’deki hâkimiyetini güçlendirmek için çeşitli adımlar atan Osmanlılar, Kıbrıs ve Rodos gibi adaları ele geçirmiş, ayrıca Malta’yı kuşatmış ve Fransız donanmasıyla birlikte Korsika gibi Batı Akdeniz ada ve limanlarına askerî seferler düzenlemiştir. 17. yüzyıla gelindiğinde, Doğu Akdeniz’de Hristiyan hâkimiyetinde kalan son büyük ada Girit olmuştur. Venedik Cumhuriyeti’nin önemli denizaşırı topraklarından biri olan Girit Adası, başkenti ve en büyük şehri olan Kandiye (günümüzdeki adıyla Heraklion) dışında birçok kale ve limana ev sahipliği yapmıştır.
1644 yılında Osmanlı gemilerine yapılan bir saldırı, Girit Savaşı’nın başlamasına neden olmuştur. Malta Şövalyeleri, Mısır’dan yola çıkan ve hacıları taşıyan Osmanlı gemilerine saldırmış, dönüş yolunda ise Girit’e uğramıştır. Maltalıların karaya ganimet ve köle çıkarması, Bâb-ı Âli tarafından savaş sebebi sayılmış ve Venedik’e savaş açılmıştır. Böylece 24 yıl sürecek Girit Savaşı başlamıştır. Türk ordusu ve donanması, 1648 yılına kadar Kandiya dışındaki tüm kaleleri ele geçirmiştir. Bu mevkiler, hastalık (özellikle 1646 kışında yayılan veba) ve lojistik sorunlar gibi nedenlerle üç yıl gibi geç bir sürede ele geçirilebilmiştir. Son olarak, 1648 yılının mayıs ayında başkent Kandiye kuşatma altına alınmıştır. 21 yıl süren bu kuşatma, tarihin en uzun kuşatmalarından birisi olmuştur.
Adadaki Türk gücünün Kandiye’yi hızlı bir şekilde ele geçirememesinin temel nedeni, Venediklilere karşı istenen deniz üstünlüğünü sağlayamaması olmuştur. Venediklilerin erken ve orta vadede deniz üstünlüğü sağlaması iki temel duruma yol açmıştır: Birincisi, Kandiye şehri Osmanlılar tarafından tam anlamıyla kuşatılamamış ve şehre deniz yoluyla ikmal, mümkün olmuştur. İkincisi, Türk ordusuna erzak ikmali oldukça yetersiz gerçekleşmiştir. Venedikliler, Ege denizi boyunca ikmal hatlarını kesmiş ve 1646 yılından itibaren Çanakkale’yi kapatma girişiminde bulunmuşlardır. Yıllara yayılan deniz çatışmalarında Venedikliler ablukayı tam manasıyla başaramamış ve Osmanlı Devleti, Girit ordusunu kısıtlı da olsa ikmal edebilmiştir. 17. Yüzyılın başında Türk ve Venedik donanması, Akdeniz gibi iç veya sığ denizlerde yaygın olduğu üzere, çoğunlukla kadırgalarla savaşmaya devam etmiş ve okyanusa kıyısı olan ülkelerin kullandığı ağır hat gemilerini (örn. İngiliz donanmasında ‘man-of-war’, Fransız donanmasında ‘vaisseau de haut-bord’ şeklinde çağırılan gemi türleri) ve öncüllerini uyarlamakta geç kalmışlardır. Tüm varlığı denizaşırı topraklarına ve deniz ticaretine bağlı olan Venedik donanması bu devirde Osmanlı donanmasına göre daha modern durumda olsa da tipik bir Akdeniz gücü olmayı sürdürmüştür. Venedik donanması, forsa denilen kürekçilerle hareket ettirilen kadırgaların yanı sıra, kalyonlar ve her ikisinin bir tür birleşimi olan galleass tipi gemilere sahip olmuştur. Türk donanması ise savaşın başlangıcında çoğunluk kadırgalardan oluşmuştur.
1646’dan itibaren Türk donanması Çanakkale ablukasını yarmak ve deniz üstünlüğünü sağlamak için defalarca Venedik donanmasıyla savaşmıştır. Venedikliler 1651 Berre ve 1656 Çanakkale gibi muharebeleri kazansa da kesin bir zafer kazanamamıştır. 1654 ve 1657 Çanakkale muharebeleri gibi Türk zaferleri ise kısa vadede Venedik donanmasını imha etmede başarısız olsa da yıpratma savaşı giderek Türkler lehine gelişmiştir. Habsburglarla savaşın sonlanması (1663-1664) Türk ordusunun odağını Girit’e çevirmiştir. Venediklilere, uzun süreli Türk müttefiki olarak görülen Fransızların da dahil olduğu artan Avrupa desteğine rağmen, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa komutasındaki Türk ordusu nihai hücum için hazırlıklara başlamış ve adaya çıkmıştır. 1658’den itibaren durağan hale gelen kuşatma, yeni orduyla birlikte hareketlenmiş ve iki yıl süren yoğun saldırıların ardından Kandiye fethedilmiştir. 5 Eylül 1669’da Kandiye resmî olarak Türk güçlerine teslim olmuştur.
Girit’teki Türk yönetimi 1897 yılına kadar sürmüştür. Bu tarihte, Batılı devletlerin müdahalesiyle Osmanlı’ya bağlı ancak fiilen bağımsız bir Girit Devleti kurulmuştur. Bu devlet, 1913 yılında Yunanistan tarafından ilhak edilmiştir. Adadaki nüfusun yaklaşık yarısını oluşturan Girit Türkleri, çeşitli katliamlara ve sürgünlere maruz kalmış, vatanlarını terk etmek zorunda bırakılmıştır. Nihayetinde, artık az sayıda kalan Türkler 1923 yılında mübadeleyle göç ettirilmiş ve Girit’teki yüzlerce yıllık Türk varlığı sona ermiştir.

