İbn Haldûn; Orta Çağ’da yetişmiş, eserlerini kaleme alırken kullanmış olduğu sebep-sonuç bağlamı ile tarihin bir “bilim” dalı olarak anılmasında emeği geçen, devlet kadrolarında katiplik, kadılık gibi görevlerde bulunan ve ortaya koyduğu görüşlerinden dolayı tarihçi, filozof, sosyolog ve iktisatçı olarak adlandırılan bir bilgindir. İslâm tarihini rivayetlerden kurtaran, Kuzey Afrika tarihi hakkında en önemli “kaynak” olarak nitelendirilen İbn Haldûn, Türkiye’de özellikle son dönemlerde üzerinde çalışılmaya başlanan bir isim olmuştur.
Orta Çağ İslâm dünyasının “en seçkin” ve “üstün” bilgini olarak adlandırılan İbn Haldûn, 14. yüzyılın ilk yarısında (1332) Tunus’ta dünyaya gelmiştir. Doğumundan itibaren Kuzey Afrika başta olmak üzere Endülüs (İspanya) ve Dımaşk (Şam) gibi siyasî ve sosyal kargaşanın hüküm sürdüğü coğrafyalarda yaşamış olması, İbn Haldûn’un görüşlerini etkilediği bir gerçektir; zira insan, çevreden bağımsız bir varlık değildir. İlk görevlerinden olan “alâme kâtipliği”nden itibaren devlet kadrolarında yer alması, bir süre hapiste kalması, göçebeler (bedevî) ile vakit geçirmesi İbn Haldûn’un Mukaddime adlı eserinin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Sonuç olarak bu eser “tarihin bir felsefesi” olarak anılmıştır. Yazıldığı dönemin üstünde bir üslup anlayışına sahip olduğu anlaşılan Mukaddime, aslında müstakil bir eser olmayıp İbn Haldûn tarafından yazılacak tarih kitabının girişi mahiyetindedir. Öncelikle İbn Haldûn’un belirgin bir şekilde tarihin daha doğru ve kesin sonuçlara ulaşmasında “tenkit” metodunun kullanılmasında önayak olduğunu söylemeliyiz. Buna ek olarak tarihin şu durumları kapsadığını belirtmiştir:
“Tarih, insanların ve kavimlerin hal ve durumlarının nasıl değişmiş olduğunu, devlet sınırlarının nasıl genişlemiş, kuvvet ve kudretlerinin nasıl artmış bulunduğunu, ölüm ve yıkılma çağı gelinceye kadar yeryüzünü nasıl imar ettiklerini bize bildirir.”
Yukarıda verilen cümlede yer alan “ölüm” ve “yıkılma” çağı kavramları, aslında her şeyin bir sonu olduğunu bizlere hatırlatmaktadır. İlaveten, İbn Haldûn için tarihte en önemli konunun (siyasete olan ilgisinden dolayı), devletlerin çöküş ve yıkılışları olduğu da anlaşılmaktadır. Bunun yanında değişkenlik kavramı ile de tarihte “tekrarın” olmadığını, olayların ve kişilerin tarihî süreç içerisinde değiştiğini ve her durumun “biricik” olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Her olayın kendine has özellikleri olduğuna dair şu yorumu dikkatimizi çekmiştir:
“…cereyan eden hâdiselerin, o hâdiseler gerek zatî ve gerek fiilî (ve ârizî) olsun, her hâdisenin kendisinin zatına ve kendisine mahsus olan bir tabiatı ve ârîzi olan halleri bulunması zaruridir.”
İbn Haldûn’a göre tarihin asıl problemi ise “aslı astarı olmayan” ve herhangi bir kaynağa dayanmayan, gerçekleşmesi imkânsız olgu ve olayların sorgulanmadan kayda geçirilmesiydi. Bu soruna yönelik kitabında şu satırlara yer vermiştir:
“Tarihçiler, Tanrının kitabını tefsir edenler ve rivayet üstadları, naklettikleri haber ve rivayetlerin doğru veya zayıf olduğunu incelemeden, yalnız nakil ve rivayete güvenerek aktardıkları, kanun, usul ve benzerleri ile karşılaştırmadıkları, hikmet ve felsefe bakımından incelemedikleri ve varlık (kâinat) tabiat ve kanunlarına göre ölçmedikleri, naklettikleri haberler üzerinde dikkatle düşünerek haber verilen hâdise ve olayların vukuunun mümkün olup olmadığına inanarak nakletmedikleri için çok yanılmışlar ve doğru yoldan saparak vehim ve hata çöllerinde yollarını kaybetmişlerdir.”
Tarihçi kişiliğinin yanında Mukaddime’de, Abbâsî devletinin Halîfe Me’mun dönemindeki devletin genel bütçesini bir tablo hâlinde göstermiş, bu tablo da İslâm devletlerinin muhasebesini gösteren ilk belge olarak karşımıza çıkmıştır. Yazımızda Mukaddime’denverilen örnekler, ortaya konulan araştırmalar İbn Haldûn’un tarihte birçok ilmin öncüsü ve Orta Çağ İslâm dünyasının en büyük bilgini olduğunun kanıtlarındandır. Bunların yanında İbn Haldûn, “umran” ve “asabiyet” gibi kavramlarla tarihe yeni bir bakış açısı kazandırmış, sebep-sonuç bağlantısı ile tarihin temeli olmayan rivayetlerden kurtarılmasını sağlamış, tenkit metodu ile doğru sonuçlara ulaşmada önayak olmuş, tarihin diğer bilimler ile ilişkisi üzerinde durmuş ve hatta eserinde iktisadî çıkarımlara yer vererek tarihte doğru sonuçlara ulaşmaya çalışmış, özetle, “Yeni Tarihin Babası” olmuştur.

