Semiha Berksoy (1910–2004), Cumhuriyet tarihinin ilk kadın opera sanatçısı olarak Türk sahne sanatlarının en etkili ve öncü isimlerinden biridir. İstanbul Çengelköy’de doğan Berksoy, küçük yaşlardan itibaren müzik ve sahne sanatlarına ilgi duydu. Kuşdili Tiyatrosu’nun hemen karşısında büyümesi, tiyatro ve tuluatla erken yaşta tanışmasını sağlayarak sanat yönelimini belirledi. Eğitim hayatı boyunca özellikle resim ve kompozisyon derslerinde gösterdiği başarı, onun çok yönlü sanat kişiliğinin ilk işaretlerini oluşturdu. Bu dönemdeki yoğun sanatsal ilgisi, ileride opera, tiyatro ve resim alanlarında derinlikli bir kariyer inşa etmesinin temelini attı.
Semiha Berksoy’un sanat yolculuğu 1928’de henüz 18 yaşındayken başladı. Beyoğlu’nda tanıştığı şan hocası Scarecell’in sesini beğenmesi üzerine İstanbul Konservatuvarı’na girmeye karar verdi. Konservatuvar sınavlarını başarıyla geçerek Nimet Vahid Hanım’dan dersler aldı ve Riminski-Korsakov’un Sadko, Puccini’nin Tosca ve Wagner’in Lohengrin gibi eserlerini çalıştı. Sanata ilgisi müzikle sınırlı değildi; lise yıllarında yaptığı resimleri Namık İsmail Bey’e gösterdi. Namık İsmail Bey, onu eski adı Sanâyi-i Nefise Mektebi olan ve 1928’de Güzel Sanatlar Akademisi’ne dönüşen okulun atölyesine kabul etti. Böylece Berksoy hem müzik hem de resim eğitimine aynı tutkuyla devam etti.
Semiha Berksoy ilk konserini 1929’da İstanbul’da verdi. Aynı yıl Muhsin Ertuğrul ile tanıştı. 1930’da Tiyatro Meslek Okulu’na kabul edildi. 1932’de Paris’te Muhsin Ertuğrul’un filmi İstanbul Sokakları’nda yer aldı. Bu dönemde Nazım Hikmet ile tanıştı ve çok etkilendi; bütün hayatı boyunca onun çalışmalarını takip etti.
Tiyatro okulundan mezun olduktan sonra sahne hayatı operetlerle devam etti. 1932’de Üç Saat, Hile ve Sevgi ve Yalova Türküsü ile dikkat çekti. 1933’te Emir, Çardaş, Şen Dul, Maskot, Leblebici Horhor gibi operetlerde primadonna rolleriyle ünlendi. Yine bu dönemde Ferah Tiyatrosu’nda sahne aldı, ayrıca kostümlerini de kendisi tasarladı ve dikti. Aynı yıl İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda Güneş Batarken, Lüküs Hayat ve Karamazov Kardeşler oyunlarında önemli roller oynadı.
Bu sırada Semiha Berksoy’un sanattaki yükselişi, Türkiye’de modern kültür politikalarının şekillendiği Atatürk dönemiyle kesişti. Atatürk, modern Türkiye’de tiyatro ve müziğin çağdaş bir yapıya kavuşmasını istiyor, operanın gelişmesi için önemli adımlar attırıyordu. Berksoy’un sahnedeki olağanüstü performansı Atatürk’ün dikkatini çekti ve 1934’te İran Şahı Rıza Pehlevi’nin ziyareti vesilesiyle bir Türk operasının sahnelenmesini istedi. Konusunu bizzat belirlediği bu operanın librettosunu Münir Hayri Egeli yazdı, müziğini Adnan Saygun besteledi ve ortaya Türklerin Türkistan’dan başlayarak dünyada ilk medeniyetin kurucuları oldukları tezini öne süren Türkiye’nin ilk operası “Özsoy” çıktı. Semiha Berksoy, Özsoy operasında Ayşim rolünü üstlendi. 12 Haziran 1934’te Atatürk, Ankara Halkevi sahnesinde Özsoy’un provasını izledikten sonra beğenilerini dile getirdi ve opera sanatçılarını Çankaya Köşkü’ne akşam yemeğine davet etti. Atatürk, yemek sırasında Semiha Berksoy’dan Ayşim rolünden bir parça söylemesini istedi. Berksoy, Nimet Vahit’in piyano eşliğinde Butterfly operasından örnekler sundu. Atatürk, Özsoy operası için “Bu bir inkılap hareketidir. Ankara’da Özsoy’un temsili, millî operamızın başlangıcı sayılmaktadır. Özsoy’un temsil edildiği gün millî sahne ve musikî hayatımızın bir dönüm noktası olacaktır” dedi. Çankaya Köşkündeki bu minik konserden sonra Şükrü Kaya ve Necip Ali Bey, Semiha Berksoy’un Avrupa’ya gitmesi gerektiğini kendisine bildirdi. İlk Türk operası Özsoy’un sahnelenmesi Berksoy’un hayatında önemli bir dönüm noktası oldu. Bu buluşmanın ardından Başbakan İsmet İnönü, Maarif Vekili Saffet Arıkan ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ’ın girişimleriyle Berksoy’un ileri düzey opera eğitimi alması için Berlin Yüksek Müzik Akademisi’ne gönderilmesine karar verildi. Böylece Atatürk’ün modern sanat vizyonu doğrultusunda Berksoy 1936’da yurt dışına gönderilen seçkin sanatçılardan biri oldu.
Berlin’de Prof. Dr. Lohmann’la çalışan Berksoy, burada çeşitli konserler verdi ve Berlin Operası’nda “Ariadne Auf Naxos”un başrolü Ariadne ile sahneye çıkarak yurt dışında başrol oynayan ilk Türk opera sanatçısı olma başarısını gösterdi. II. Dünya Savaşı nedeniyle 1939’da Türkiye’ye döndü. Ankara’da çalışmalarını sürdüren Berksoy, 1941’de Türkiye’nin ilk profesyonel opera temsili olan Tosca’nın başrolünü oynadı. Ardından Madama Butterfly ve birçok önemli eserde sahne aldı. Kadro sorunları ve bürokratik engellerle zaman zaman mücadele etse de hem opera hem tiyatro sahnesinde vazgeçilmez bir isim olmayı sürdürdü.
1950’li ve 1960’lı yıllarda tiyatroya ağırlık vererek Musahipzade Celal, Shakespeare, Moliere, Haldun Taner ve Refik Erduran gibi birçok yazarın eserlerinden roller üstlendi. 1963’te Verdi’nin II. Trovatore operasında ‘’Azucena’’ rolüyle jübilesini gerçekleştirdi ve 1972’de Devlet Opera ve Balesinden birinci sınıf dramatik soprano olarak emekliye ayrıldı. Berksoy, emeklilik sonrası sanatla bağını koparmadı. 1960’lardan itibaren resim çalışmalarına yoğunlaşarak Berlin, Paris, Ankara ve İstanbul’da sergiler açtı. Nazım Hikmet’e duyduğu hayranlıkla bilinen sanatçı, şairin ölüm haberini aldığı gün portresini yaptı. 1984’te TBMM tarafından kendisine ‘’Atatürk Ödülü’’ verildi, 1998’de devlet sanatçısı ünvanını aldı.
Semiha Berksoy, 16 Ağustos 2004’te 94 yaşında hayata veda etti. Ardında yalnızca bir sanat kariyeri değil, Türkiye’de modern sahne sanatlarının şekillenmesine yön veren öncü bir miras bıraktı. Cumhuriyet tarihinin ilk kadın opera sanatçısı olarak, cesareti ve yeteneğiyle hem sanat dünyasında hem de toplumda kadınlara yeni kapılar açtı. Türk operasının doğuş yıllarında Atatürk’ün kültür devrimi içinde üstlendiği roller, onu ulusal sanat tarihinin sembol isimlerinden biri haline getirdi. Semiha Berksoy hem kadın sanatçılar için yol açıcı bir öncü hem de Türk opera ve tiyatrosunun temel taşlarından biri olarak kalıcı bir iz bıraktı.

