1
Derleyen ve Yorumlayan: Attila G. KIZILARSLAN
17 Aralık 2025
Amerika Birleşik Devletleri ve Çin arasındaki rekabet, 21. yüzyılın en önemli jeopolitik
dinamiklerinden biridir. Bu iki süper güç, sadece ekonomik üstünlük için değil, gelecekteki
küresel düzen üzerinde etki sahibi olmak için de bir mücadele içindedir. Çin, ekonomik,
teknolojik ve askeri bir güç olarak yükselirken, uluslararası ilişkilerde ABD’nin uzun süredir
devam eden üstünlüğüne meydan okuyor. Bu rekabetin sonuçları, iki ülkenin kendilerinin çok
ötesine uzanarak, küresel ticareti, askeri ittifakları, teknolojik gelişmeyi ve her kıtadaki
diplomatik ilişkileri etkiliyor.
Bu makalede, ABD-Çin rekabetinin jeopolitik etkilerini inceleyerek, tarihsel kökenlerini, söz
konusu temel sorunları ve dünyanın çeşitli bölgeleri üzerindeki etkisini analiz edeceğiz. Ayrıca,
bu iki güç arasındaki rekabetin, özellikle askeri strateji, ekonomi politikası ve uluslararası
diplomasi açısından, küresel jeopolitik manzarayı nasıl şekillendirdiğine de değinilecektir.
Gerçekte bu makaledeki her konu bilgi ve derinlik itibariyle ayrı makaleler şekilde yazılabilecek
olmasına rağmen okuyan kitleye genel bir çerçeve sunacak şekilde kısa bir makale olarak ortaya
koymak amaçlanmıştır.
- Tarihsel Bağlam: ABD-Çin İlişkileri ve Yeni Bir Rekabetin Yükselişi
ABD ve Çin arasındaki mevcut jeopolitik rekabeti anlamak için, ilişkilerinin tarihsel bağlamını
gözden geçirmek önemlidir. Bu rekabetin kökenleri, iki ülke arasındaki etkileşimleri
şekillendiren önemli anlarla birlikte 20. yüzyıla kadar uzanmaktadır.
İlk Karşılaşmalar ve Soğuk Savaş Dönemi
ABD ve Çin arasındaki ilişki, Çin’in Birinci Afyon Savaşı’ndan (1839-1842) sonra Batı ticaretine
açılmasıyla 19. yüzyılın ortalarında başladı. Ancak, iki ülke arasındaki dinamikler, Mao Zedong
yönetiminde 1949’da Komünist Çin’in yükselişine kadar önemli ölçüde değişmedi. Soğuk Savaş
sırasında ABD, Çin’i ideolojik bir düşman olarak gördü ve Tayvan’ı Çin’in meşru hükümeti olarak
kabul etti. Buna karşılık, Sovyetler Birliği, ABD’nin Avrupa ve Asya’daki çıkarlarına daha büyük
ve acil bir tehdit oluşturuyordu ve bu da ABD’nin Komünist Çin’e karşı bir çevreleme stratejisi
benimsemesine yol açtı.
Ancak 1970’lerde, ABD Başkanı Richard Nixon’ın 1972’deki Çin ziyaretiyle dramatik bir değişim
yaşandı ve bu, ABD-Çin ilişkilerinde bir yumuşamanın başlangıcı oldu. Bu diplomatik atılım,
Çin’in dünyaya açılmasının yolunu açtı ve bunu Deng Xiaoping döneminde ekonomik
liberalleşme izledi. Çin’in daha sonra ekonomik bir güç merkezi olarak yükselişi, mevcut
jeopolitik hedeflerinin temelini attı.
2
Soğuk Savaş Sonrası Dönem: Tek Kutuplu Süper Güç Olarak ABD
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra, Amerika Birleşik Devletleri tek küresel süper güç olarak
ortaya çıktı. 1990’lar, ABD’nin Ortadoğu’daki askeri müdahaleleri, NATO’nun genişlemesi ve
Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler gibi küresel kuruluşlardaki liderliğiyle uluslararası
ilişkilerde ABD’nin hakimiyetiyle karakterize edildi. Bu dönemde Çin, nispeten iç kalkınmaya ve
ekonomik modernleşmeye odaklandı.
Ancak 21. yüzyılın başlarında Çin, küresel bir ekonomik ve siyasi güç olarak yükselişe geçti.
Çin’in 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne (WTO) katılması, küresel ekonomiye
entegrasyonunda önemli bir dönüm noktası oldu ve Çin hızla dünyanın ikinci büyük ekonomisi
haline geldi. Bu ekonomik yükseliş, ABD’nin küresel ekonomik konulardaki liderliğini zorlamaya
başladı. - ABD-Çin Rekabetindeki Temel Konular
ABD ve Çin arasındaki rekabet, derin jeopolitik etkileri olan çeşitli temel konular tarafından
yönlendirilmektedir. Bu konular sadece iki güç arasındaki ikili ilişkiyi etkilemekle kalmıyor, aynı
zamanda küresel siyasi ve ekonomik sistemlerde de etkisini göstermektedir.
Ticaret ve Ekonomik Hakimiyet
ABD-Çin rekabetinin başlıca itici güçlerinden biri ekonomik hakimiyet mücadelesidir. ABD uzun
zamandır dünyanın en büyük ekonomisi konumundadır, ancak Çin’in hızlı ekonomik büyümesi
doğrudan bir meydan okuma oluşturmuştur. Son yıllarda, iki ülke arasındaki ticaret gerilimleri
yoğunlaşmış, ABD Çin’i haksız ticaret uygulamaları, fikri mülkiyet hırsızlığı ve para
manipülasyonuyla suçlamıştır.
Trump yönetimi sırasında başlatılan ABD-Çin ticaret savaşı, bu gerilimlerde keskin bir tırmanışa
işaret etmiştir. Her iki ülke de birbirlerinin mallarına gümrük vergisi uygulamış, bu da küresel
tedarik zincirlerinde aksamalara ve uluslararası piyasalarda dalgalanmalara yol açmıştır. Biden
yönetimi biraz farklı bir yaklaşım benimsemiş olsa da, ekonomik rekabetin temel sorunu
çözümsüz kalmış, Çin yapay zeka, robotik ve telekomünikasyon gibi yüksek teknoloji
sektörlerinde küresel lider olmak için “Made in China 2025” girişimi gibi agresif sanayi
politikalarını sürdürmeye devam etmiştir.
Teknoloji ve Siber Güvenlik
Teknolojik üstünlük yarışı, ABD-Çin rekabetinin bir diğer temel direğidir. Çin, özellikle 5G
telekomünikasyon, yapay zeka ve kuantum hesaplama gibi alanlarda son teknoloji geliştirme
konusunda önemli adımlar atmıştır. Huawei ve Tencent gibi şirketler, Çin’in küresel teknoloji
endüstrisine hakim olma çabasının ön saflarında yer almaktadır. Ayrıca teknoloji ve siber
güvenliği yakından ilgilendiren ve yakın zamanda ortaya çıkan özellikle nadir toprak
elementleri ve bilgisayar çipleri konusunda yaşanan kıran kırana mücadele sertleşerek devam
etmektedir.
3
Ancak ABD, özellikle siber güvenlik ve veri gizliliği alanında Çin’in teknolojik hedefleri
konusunda endişelerini dile getirmiştir. ABD hükümeti, Çinli şirketleri, özellikle Huawei’yi, Çin
hükümeti adına casusluk ve fikri mülkiyet hırsızlığı yapmakla suçlamıştır. Buna karşılık, ABD
Çinli teknoloji devlerine yaptırımlar uygulamış ve müttefiklerini onları 5G ağlarından dışlamaya
teşvik etmiştir.
Teknolojik üstünlük mücadelesi kritik önem taşımaktadır çünkü sadece ekonomik büyümeyi
değil, aynı zamanda ulusal güvenliği de etkilemektedir. Otonom silah sistemleri ve siber
güvenlik altyapısı gibi gelişmiş teknolojilerin askeri uygulamalara entegrasyonu, ABD-Çin
rekabetinde merkezi bir endişe kaynağıdır.
Askeri Güç ve Stratejik İttifaklar
ABD ve Çin, özellikle Asya-Pasifik bölgesinde giderek daha rekabetçi bir askeri yapılanma
içindedir. Çin’in özellikle Güney Çin Denizi’ndeki artan askeri yetenekleri ve gelişmiş füze
sistemleri geliştirmesi, Washington’da ve bölgedeki ABD müttefikleri arasında endişelere yol
açmıştır. ABD, Japonya, Güney Kore ve Avustralya gibi ülkelerle ittifaklarını güçlendirerek ve
Hint-Pasifik’teki askeri varlığını artırarak karşılık vermiştir.
Güney Çin Denizi, bu rekabette önemli bir gerilim noktasıdır. Çin, doğal kaynaklar açısından
zengin olduğuna ve kritik nakliye yollarına sahip olduğuna inanılan bölgenin büyük bir kısmını
kendi toprağı olarak iddia etmektedir. ABD, bölgede seyrüsefer özgürlüğü operasyonları
yürüterek Çin’in toprak iddialarına meydan okumuştur. Bu durum, iki ülke arasında gerilimlere
yol açmış ve her iki taraf da askeri pozisyon alma girişimlerinde bulunmuştur.
İnsan Hakları ve İdeolojik Farklılıklar
ABD-Çin rekabetinde ticaret ve askeri konular baskın olsa da, ideolojik farklılıklar da önemli bir
rol oynamaktadır. ABD, insan hakları, ifade özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü gibi liberal
demokratik değerleri savunurken, Çin Komünist Partisi (ÇKP) yönetimindeki otoriter hükümet,
siyasi ve sivil özgürlükler üzerinde sıkı bir kontrol uygulamaktadır.
Özellikle Çin’in Sincan’daki Uygur Müslümanlarına yönelik muamelesi, Hong Kong’daki
demokrasi yanlısı hareket ve siyasi muhalefetin bastırılmasıyla ilgili insan hakları endişeleri, iki
ülke arasında diplomatik sürtüşmeye yol açmıştır. ABD, bu sorunlara yanıt olarak Çinli
yetkililere ve kuruluşlara yaptırımlar uygulayarak gerilimi daha da artırmıştır. - ABD-Çin Rekabetinin Küresel Etkisi
ABD ve Çin arasındaki rekabetin, ikili ilişkilerinin ötesinde geniş kapsamlı sonuçları vardır. Bu
iki güç arasındaki rekabet, küresel jeopolitik dinamikleri yeniden şekillendirerek dünyanın dört
bir yanındaki bölgeleri etkilemektedir.
Asya-Pasifik ve Hint-Pasifik
Asya-Pasifik bölgesi, ABD-Çin rekabetinin merkezinde yer almaktadır. Çin’in bölgedeki artan
etkisi ve Güney Çin Denizi’ndeki toprak iddiaları, ABD’yi Hint-Pasifik’teki askeri ve diplomatik
4
varlığını artırmaya yöneltmiştir. ABD, Çin’in artan iddialılığına karşı koymak amacıyla Hindistan,
Japonya, Güney Kore ve Avustralya gibi ülkelerle daha güçlü ortaklıklar kurmuştur.
Özellikle Hindistan, ABD-Çin rekabetinde önemli bir oyuncu haline gelmiştir. Çin’in ekonomik
ve askeri gücü arttıkça, hızla büyüyen ekonomisi ve stratejik konumuyla Hindistan, Çin’in
yükselişini dengelemek için ABD için kilit bir ortak haline gelmiştir. Bu durum, Hindistan ve ABD
arasındaki artan askeri ve ekonomik işbirliğinde, ortak askeri tatbikatlar ve ticaret anlaşmaları
da dahil olmak üzere açıkça görülmektedir. Bununla birlikte, Hindistan yükselen bir ekonomik
dev olarak gerek ABD ve gerek BRICS ortak kurucularından olan Çin ile ilişkilerini dikkatli bir
şekilde sürdürmeye çalışmaktadır.
Avrupa ve NATO
Avrupa’da, ABD-Çin rekabeti, transatlantik ittifaka yeni dinamikler getirmiştir. Tarihsel olarak
Çin ile yakın ekonomik bağlar sürdüren Avrupa ülkeleri, giderek artan bir şekilde Çin ile
ilişkilerini sürdürme ihtiyacı ile ABD’ye karşı güvenlik taahhütleri arasında sıkışıp kalmaktadır.
Avrupa güvenliğinin temel taşı olan NATO, özellikle teknoloji ve askeri güç alanlarında Çin’in
küresel jeopolitikteki artan etkisine değinmeye başlamıştır.
Almanya ve Fransa gibi bazı Avrupa ülkeleri, Pekin ile ekonomik ilişkilerini dengelemeye
çalışırken Washington ile de güçlü bağlar sürdürmeyi hedefleyerek Çin’e karşı daha temkinli bir
yaklaşım benimsemektedir. Bununla birlikte, Çin’in küresel bir güç olarak yükselişi, Avrupa’yı
değişen küresel düzendeki kendi konumunu yeniden değerlendirmeye sevk etti.
Afrika ve Orta Doğu
Afrika ve Orta Doğu’da hem ABD hem de Çin nüfuz için yarışıyor. Çin, Kuşak ve Yol Girişimi (BRI)
aracılığıyla Afrika genelinde altyapı projelerine büyük yatırımlar yaparak hayati doğal
kaynaklara erişimi güvence altına aldı ve jeopolitik etkisini genişletti. ABD ise Çin’in ekonomik
etkisini dengelemek için bölgesel ortaklıkları ve ticaret anlaşmalarını güçlendirmeye
odaklanarak karşılık vermeye çalışmaktadır.
Orta Doğu’da her iki güç de özellikle enerji güvenliği ve siyasi uyum açısından nüfuz kurmaya
çalıştı. ABD geleneksel olarak bölgede baskın bir konumda bulunurken, Çin’in büyüyen
ekonomik etkisi ve enerji kaynaklarına olan isteği, bölgedeki katılımını artırmasına yol açtı.
Özellikle Çin’in Suudi Arabistan ve İran arasındaki ilişkileri yumuşatma çabaları ve Suudi
Arabistan’ın tarihinde ilk kez ABD doları dışında bir para birimi ile petrol satışı gibi konular
Ortadoğu’da yeni ülkeler ve yeni denklemlerin önümüzdeki süreçlerde ortaya çıkmaya devam
edeceğini işaret etmektedir. - ABD-Çin Rekabetinin Geleceği
ABD-Çin rekabeti devam ederken, gelecekteki gidişatı belirsizdir. Önümüzdeki on yıllarda
küresel jeopolitik manzarayı şekillendirebilecek birkaç olası sonuç vardır.
5
İki Kutuplu Dünya Düzeni
Bir olasılık, ABD ve Çin’in küresel siyasi ve ekonomik sistemlere hakim olduğu iki kutuplu bir
dünya düzeninin ortaya çıkmasıdır. Bu, iki gücün küresel üstünlük için ideolojik, ekonomik ve
askeri bir rekabete girdiği yeni bir Soğuk Savaş benzeri senaryoya yol açabilir. Böyle bir
senaryoda, diğer ülkeler muhtemelen taraf seçmeye zorlanacak, bu da değişen ittifaklara ve
daha büyük jeopolitik parçalanmaya yol açacaktır.
İşbirliği veya Çatışma
Başka bir olasılık da, ABD ve Çin’in rekabetlerine rağmen iklim değişikliği, ticaret ve nükleer
silahların yayılması gibi küresel konularda işbirliği yapmanın yollarını bulmalarıdır. İki ülkenin
ortak çıkarlarının olduğu alanlar vardır ve işbirliği, tam teşekküllü bir çatışmaya dönüşmesini
önleyebilir. Ancak bu, her iki taraftan da önemli diplomatik çabalar ve tavizler gerektirecektir.
Teknolojik Soğuk Savaş
Teknolojik bir Soğuk Savaş, ABD ve Çin’in yapay zeka, kuantum hesaplama ve biyoteknoloji gibi
kritik teknolojilerde üstünlük için rekabet ettiği başka bir potansiyel sonuçtur. Bu rekabet,
küresel teknolojik ekosistemlerin ayrışmasına yol açarak, derin ekonomik ve güvenlik sonuçları
doğurabilir.
Sonuç
ABD-Çin rekabeti, 21. yüzyılın en belirleyici jeopolitik dinamiklerinden biridir. Çin küresel bir
güç olarak yükselmeye devam ederken, ABD ile olan rekabeti sadece iki ülkenin geleceğini
değil, aynı zamanda küresel siyaset, ekonomi ve güvenliğin gidişatını da şekillendirecektir.
Rekabet önemli zorluklar yaratırken, aynı zamanda işbirliği ve uluslararası ilişkileri yeniden
şekillendirme fırsatları da sunmaktadır. Önümüzdeki on yıllar, dünyanın yeni bir iki kutuplu
düzene, daha büyük bir işbirliğine veya tırmanan bir çatışmaya doğru mu ilerleyeceğini
belirleyecektir.

