Türkiye, Yeni İran Değil: Adaletin ve Dengenin Yeni Kutbudur
Yazan: Doğukan Demircan
Son günlerde Israel Hayom gibi bazı yayın organlarında Türkiye hakkında çıkan yazılar, hem içeriği hem de yaklaşımı itibarıyla ciddi bir dezenformasyon kampanyasının parçası olarak değerlendirilmeyi hak ediyor. “Turkey is the new Iran” gibi başlıklarla kamuoyuna sunulan analizler, yalnızca kötü niyetli değil, aynı zamanda gerçeklikten uzak ve stratejik öngörüden yoksundur. Bu yazılar Türkiye’yi, Batı’dan kopmuş, radikal çizgiye savrulmuş, İsrail karşıtı blokların merkez üssü gibi göstermeye çalışmaktadır.
Peki, bu söylemlerin ardında ne var? Gerçekten de Türkiye, İran gibi bir tehdit mi? Yoksa bu tür yayınlar, Türkiye’nin kendi yolunu çizmesinden, Siyonizm’in dikte ettiği rotaya boyun eğmemesinden mi rahatsız?
Bu yazıda, Türkiye’yi hedef alan bu temelsiz iddialara karşı cevap verirken, aynı zamanda ülkemizin vizyonunun ahlaki ve stratejik temelini ortaya koymak zarureti hasıl olmuştur.
1. Türkiye, Jeopolitik Bir Tehdit Değil, Adil Barışın Teminatıdır
Türkiye, 70 yılı aşkın süredir NATO’nun en kritik üyelerinden biri olmakla birlikte Avrupa Konseyi’nin kurucu devleti; G20’de aktif söz sahibi ve aynı anda hem İslam İşbirliği Teşkilatı hem de OECD çatılarında politika üretebilen ender ülkelerden biridir. Böyle bir ülkeyi, İran gibi teokratik ve kapalı bir rejimle karşılaştırmak en hafif tabirle ciddiyetsizliktir. Türkiye, ne Batı karşıtı bir blok kurma niyetindedir ne de yayılmacı hayaller peşindedir. Türkiye’nin Ortadoğu, Afrika ve Asya’da kurduğu ilişkiler; emperyal hedeflerle değil, bölgesel adaleti, çok kutuplu dengeyi ve karşılıklı kalkınmayı esas alan ilkelerle inşa edilmektedir. Bu anlamda Türkiye; Doğu ile Batı arasında sadece bir “köprü” değil, ahlaki merkez ve diplomatik denge kutbudur.
2. Türkiye, Hamas’ı Değil; Filistin Halkının Meşru Haklarını Savunur
Son zamanlarda Türkiye’nin Hamas’a destek verdiği ve bu yüzden “radikalleştiği” yönündeki suçlamalar da sıklıkla dillendiriliyor. Ancak bu söylemler, uluslararası hukuku ve insan haklarını kasıtlı biçimde göz ardı ediyor. Türkiye, Birleşmiş Milletler kararlarına uygun olarak, 1967 sınırlarına dayanan iki devletli çözümü savunmakta ve İsrail’in orantısız güç kullanımına karşı sesini yükseltmektedir.
Filistin’e sahip çıkmak; antisemitist olmak değil, insani olmak, hukukun ve vicdanın yanında durmak demektir. İsrail’in Filistin topraklarında uyguladığı “apartheid” benzeri rejimlere karşı sessiz kalanlar, Türkiye’nin ahlaki pozisyonunu anlamakta elbette zorlanabilir. Ancak bu, Türkiye’nin tutumunu değiştirmeyecektir. Çünkü adalet ve vicdan, Ankara’nın diplomatik pusulasıdır.
3. Savunma Sanayii Başarısı: Caydırıcılığın ve Egemenliğin Simgesidir
Türkiye’nin savunma sanayiindeki yükselişi, bazı çevrelerde “rahatsızlıkla” izleniyor. Bayraktar TB2’lerin başarısı, sadece savaş teknolojisi açısından değil; egemenliğin yeniden inşası açısından da bir devrim niteliğindedir. Bu başarıyı “İran modeli”ne benzetmek ya teknik cehalettir ya da jeopolitik kıskançlığın dışavurumudur. Türkiye’nin askeri teknolojisi, yayılmacı değil, savunmacı ve dengeleyici bir vizyona sahiptir. Dağlık Karabağ’dan Libya’ya, Somali’den Katar’a kadar pek çok coğrafyada Türk askeri varlığı, istikrarın tesisine katkı sunmuştur.
4. “Antisemitik Medya” Algısı: Gerçek Dışı Bir Manipülasyondur
Israel Hayom, Türk medyasını “antisemitik” olmakla suçluyor. Bu olgu hem gerçek dışıdır hem de Türkiye’nin ifade özgürlüğüne yönelik çarpıtılmış bir yargıdır. Türkiye’de antisemitizm değil; İsrail hükümetinin uluslararası hukuku ihlal eden uygulamalarına yönelik eleştiri vardır. Antisemitizm ile İsrail karşıtlığını eşitlemek hem Yahudi halkına haksızlık hem de meşru eleştiriyi bastırma çabasıdır.
5. Türkiye Yeni Bir Küresel Alternatiftir
Türkiye’nin “yalnızlaştığı” iddiası da yine gerçekle bağdaşmamaktadır. Aksine, Türkiye; Afrika’dan Asya’ya, Balkanlar’dan Latin Amerika’ya kadar uzanan geniş bir diplomatik etkileşim ağı kurmuştur. Somali’de istikrarın garantörü, Kıbrıs’ta askeri caydırıcılık sağlayıcısı, Tahıl koridorunda barışın mimarı olmuştur. Türkiye yeni küresel dengenin şekillenmesinde öncüdür. Yalnız kalanlar, kendi dış politikası içe çökmüş, halk desteği azalmış ve vicdani meşruiyetini kaybetmiş Siyonist politikalardır. Türkiye ne Batı’nın karakolu ne Doğu’nun otoriter modeli olmak zorundadır. Türkiye, kendi medeniyet havzası içinde özgün bir yol inşa etmektedir. Bu nedenle Türkiye, “Yeni İran” değildir. Türkiye, Yeni Denge’nin adıdır. Yahudilerin yüzyıllar boyunca Roma’dan, Mezopotamya medeniyetlerinden, Mısır’dan, Batı Avrupa’dan, Nazi Almanya’sından gördüğü muamele jeopolitik travma refleksi ile bugünkü İsrail’i arka planda büyük (!) oyunlar kuran düzenbazların maşası haline getirmiştir. Hususiyetle ve umumiyetle arz olunması gereken özet şudur: Türk’ü harekete geçiren azgınlığın bedelini ne bir Yahudi ne de başka bir etnik gruba mensup mazlumlar ödememelidir.
Türkiye’nin yükselişi, birilerinin düşüşü anlamına gelmemelidir. Ancak bu yükseliş, tahakküm düzenine alışmış olanları rahatsız edebilir. Türkiye artık emir alan değil, ilke koyan; müdahale edilen değil, çözüm üreten bir ülkedir. Ve en önemlisi: Türkiye, jeopolitik anlamda yalnızca bir devlet değil; vicdanı olan bir teminat ve güçtür. Türkiye’nin sesi, sadece Ankara’dan değil; Gazze’den, Bakü’den, Trablus’tan ve Saraybosna’dan da duyulmaktadır. Bu sesi kısamazsınız. Bu yükselişi durduramazsınız. Çünkü bu yükseliş; atinin yüksek medeniyet ufkunda yeniden bir güneş gibi doğacak olan hakikatin, adaletin ve bağımsızlığın yükselişidir.
Ve unutulmamalıdır ki: Türk milleti, sıradan bir nüfus ya da etnik kategori değildir. O, her çağda ve her coğrafyada bulunduğu toprağa adaletiyle yön veren, vicdanıyla hükmeden, ferasetiyle yön çizen, nezaketiyle sevilip asaletiyle saygı duyulan bir hakikat olagelmiştir. Orta Asya steplerinde töreyle devlet kurmuş, Mâverâünnehir’de düzen ve dirlik tesis etmiş, Ortadoğu’da divanıyla ve lügatıyla ilmi yüceltmiş, Balkanlar’da huzurla adaletin ne olduğunu öğretmiş, Afrika’da emperyal zincirlere karşı bağımsızlık sancağını yükseltmiş, Anadolu’da ise maneviyatla yoğrulmuş ruhani bir uyanışın, milletlerin kalbini aydınlatan kökü filiz verdiren bir kuvvenin adıdır.
Bu milletin tarihi, yalnızca geçmişin masalı değil; bugünün hakikati, yarının teminatıdır.
Türk milleti yeryüzünde yalnızca bir millet değil; nizamın, rahmetin ve insanlığın yaşayan vicdanıdır. Ve bu vicdan, kim ne derse desin, yine mazluma kol, zalime set, ümide yön, kötü düzene ise son olmaya devam edecektir.
Töremiz Hak, Yüreğimiz Türk’tendir.
-DMD

