Eski Türkler çocuğu ailenin, devletin ve milletin geleceği olarak görmüşler, geleceğin temsilcisi olmaları dolayısıyla da kutsal bir emanet olarak kabul etmişlerdir. Soyun ya da neslin devamı olan çocuklara atfedilen değer, Türklere dair bilgiler ihtiva eden kaynaklarda, Türk destanlarında aynı zamanda da sözlü kültürlerinde de yer edinmiştir. Örneğin Dede Korkut Hikâyelerinde çocuğu olmayan beylerin kara otağa oturtulması, çocuğu olanların ise ak ve kızıl otağa oturtulması, toplumda çocuk sahibi olmanın nasıl algılandığı ve ailenin nasıl değer gördüğünü göstermiştir. Çocukların sadece biyolojik varlık olarak görülmemesi, toplum ve aile açısından da önemli bir yere sahip olması Türklerin bozkırdaki yaşam tarzlarıyla, hayatı anlamlandırmalarıyla, gelenek ve görenekleriyle âlâkalı olmuştur. Ayrıca aile ilişkilerine ve aile bağına verdikleri önem yine çocuğa toplum tarafından değer verilmesini sağlamıştır. Aile mefhumunun Türkler tarafından kutsal ve kıymetli görülmesi, toplum düzeninin devamlılığı olarak kabul edilmesinin yanı sıra devletin ve milletin de temeli sayılmasıyla ilişkilendirilmiştir. Dolayısıyla çocuk, ailenin aile olmasında ve milletin aynı zamanda da devletin devamlılığının sağlanmasında önemli bir unsur olarak görülmüştür. Öte yandan çocuğun doğması ocağın sönmeyeceğinin göstergesi olarak kabul edildiğinden büyük bir sevinçle karşılanmıştır. Aynı zamanda çocuğu olan aile toplumda da büyük değer görmüştür. Soyun ve neslin devamı erkek çocuğa bağlanmışsa da kız çocuğu da erkek çocuk kadar aynı değere sahip olmuştur. Bu durum Türklerde cinsiyete bağlı olmadan çocuğa verilen kıymeti de göstermiştir. Çocuklara verilen değere dair bir diğer husus ise ad verme törenlerine yansımıştır. Zira Türkler adın kişinin kaderiyle ve karakteriyle ilişkili olduğuna inanmışlardır.
Annenin hamileliğinden itibaren hem kendisinin hem de çocuğun korunması için dinî inançlarına ve geleneklerine bağlı olarak çeşitli uygulamalar yapılmış, bu uygulamalar çocuğun doğmasının ardından da devam ettirilmiştir. Kötü ruhlara ya da nazara karşı koruyucu nesnelerin kullanılması bu uygulamalar arasında yer almıştır. Çocuğun aynı zamanda onun dünyaya gelmesine vesile olan kadının koruyucusu olan Umay Ana, Türk kültüründe önem verilen bir inanış olmuştur. Annenin ve çocuğun korunmasında birçok uygulama Umay Ana’ya bağlanmıştır.
Türklerin çocuğa verdikleri değer onların yetiştirilme şekillerine de yansımıştır. Çocuğa verilen eğitimde cinsiyet fark etmemiş, erkek ve kız çocuklarının hayata her daim hazır olması sağlanmıştır. Erkek ve kız çocuklarına ok atma, ata binme gibi hayatta kalmalarını sağlayacak beceriler de öğretilmiştir. Çocuğa verilen eğitimde ayrılan tek husus toplumsal rollerine dair olmuştur. Erkek çocuk ailenin devamlılığını sağlaması noktasında geleceğe hazırlanırken kız çocuğu da ailenin öncüsü ve kültür taşıyıcısı olarak hatun kişi olması için yetiştirilmiştir. Toplumda verilen eğitim kağanlık anlayışlarında da yer almış, erkek çocukların yönetim için hazır olması, savaşçılık becerilerini kazanması gibi hususlarda donanımlı olması için bilhassa yetiştirilmiştir. Nitekim bu durum çocuğun sadece toplum nazarında değil devlet için de kritik bir öneme sahip olduğunu göstermiştir. İster sosyal yaşamlarında olsun ister kağanlık anlayışlarında olsun dürüst, cömert, ahlaklı, cesaretli, saygılı olmaları gibi toplumsal değerler çocuğa öğretilen en önemli hususları teşkil etmiştir.
Türkler, Tanrı’nın bir lütfu, soyun ya da ocağın devamlılığı, kültürün taşıyıcısı, devletin ve milletin geleceği olarak gördüğü çocuğa son derece kıymet vermişlerdir. Çocuğun ana rahmine düştüğü andan itibaren korunması, yetiştirilmesi, yaşama hazırlanması aile ve toplumun ortak görevi olarak kabul edilmiştir. Türk kültüründe çocuğa verilen değer yüzyıllar boyunca var olmuş, günümüze kadar da bu değer devam ettirilmiştir.

