3 AĞUSTOS 1974’DE BOĞAZ ŞEHİTLİĞİNDE BULUNAN; 50 YILDIR SAHİBİNİ ARAYAN AŞK MEKTUPLARI VE HİKAYESİ
ANKARA’DAN GELEN MEKTUPLAR, SAVAŞIN SICAKLIĞI İÇİNDE ACELEYLE OLUŞTURULAN ŞEHİTLİKTE NASIL BULUNDU?
MEKTUBU YAZAN “FÜSUN” VE MEKTUBUN YAZILDIĞI “CENGİZ” KİMDİ?
CENGİZ ŞEHİT Mİ OLDU, YAŞIYOR MU?
YARDIMCI OLUN YAZANI VE SAHİBİNİ BULALIM
SABAHATTİN İSMAİL
Emekli kara pilot üsteğmen Türker Yalçın, 20 Temmuz Barış Harekatı’nın sıcaklığında, 26 Temmuz 1974’de CESNA uçağı ile 1970’li yılların başında, TMT tarafından BOĞAZ bölgesinde yapılan Kırnı Havaalanı ( şimdiki şht. Pilot İlker Karter Havalanı) nın toprak pistine indi.
Görevini tamamladıktan sonra geri dönmeden 3 Ağustos 1974’de, savaş içinde alel acele oluşturulan BOĞAZ ŞEHİTLİĞİ’NDE yatan çocukluk arkadaşı Şht. Üsteğmen Oğuz Yener’in mezarını ziyaret etmek için şehitliğe gitti.
20 TEMMUZ GECESİ NELER YAŞANDI?
Üsteğmen Oğuz Yener, 20 Temmuz sabahı helikopter uçar birlik Harekatı ile Kırnı Bölgesine intikal eden ve 12 saat süren bir dağ tırmanışı ile St Hilarion’daki atış alanına yerleşip istirahate çekilen Bolu Komando Tugayı 3. Bölük Komutanıydı.
Bolu Komando Tugayı 2. Taburu ise ŞATO diye bilinen yerde istirahate çekilmişti.
20 Temmuz’u 21 Temmuz’a bağlayan gece, Batıdan gelen Rum 31. Komando taburu, St. Hilarion kalesi karşısında bulunan ve Kıbrıs Türk Kuvvetleti Alayı’ndan 3 muhabere personelinin bulunduğu ATAK TEPE ile 200 metre batısındaki Boğaz Sancağı Doğruyol bölüğü mevzilerini işgal etti.
ATAK TEPE’de Türkiye ile iletişimi sağlayan bir telsiz ve KTKA’dan 3 muhabere personeli vardı.
Bu askerler ve Doğruyol’daki 29 mücahit, gerilerine sızma yapan 31. Rum Komando taburu tarafından şehit edilmişti.
Uçakların ve hücumbotların bütün gün Rum mevzi ve kamplarını bombalamaları sonucu ormanda çıkan yangın, St. Hilarion Batısını tıkayan ADA TEPE mevzilerimizi sardığı için ADA TEPE mücahit takımı St. Hilarion kalesine çekilmişti.
Bunu fırsat bilen 31. Rum Komando taburu, ADA TEPE altındaki patikadan geçerek, atış alanında dinlenen Bolu Komando Taburundan habersiz, sağa dönüş yapmış, orman içinden zirveye tırmanarak ATAK TEPE VE DOĞRUYOL gerisine sızmış ve mevzilerimizi işgal ederek katliam yapmıştı.
Bellapayıs’tan gelerek Ciklos bölgesine sızan Rum 33. Komando Taburu da Boğaz Sancağı subaylarımızdan Erden Özerden komutasındaki ŞAHİNLER BÖLÜĞÜ’ne saldırmıştı.
Bölüğün savunduğu ASLAN TEPE, KAPLAN TEPE VE TİMSAH TEPE işgal edilmiş ve 10 mücahidimiz katledilmişti.
Bir başka deyişle St. Hilarion kalesi ile atış alanında bulunan Bolu Komando Tugayı 1. Taburu ile ŞATO bölgesinde bulunan 2. Taburu, hiç farkında olmadan 2 Rum Komando taburu tarafından kuşatılmıştı.
Doğru Yol ve ATAK TEPE’nin işgal edildiği haberini alan Yarbay Cemal Eruç ( emekli Tuğgeneral), görev emri KESKİN SIRT ve YANIK ÇAMLIK bölgelerindeki Rum mevzilerine taaruz olmasına karşın, o an için bu emri yerine getirmeyerek, kendi insiyatifiyle işgal edilen tepelerin geri alınması için karşı taaruz yapma kararını vermişti.
O esnada ŞATO bölgesinde istirahatte olan Bolu Komando Tugayı 2. Tabur Komutanı Binbaşı Vural Çetin de, Şahinler bölük komutanı Erden Özerden’in yardım talebine olumlu yanıt vererek üsteğmen Muzaffer Tekin’i, bölgeye karşı taaruz yaparak kaybedilen tepeleri geri alma emri vermişti.
Muzaffer Tekin emrindeki 1 takım komando ve mücahitler sabaha doğru ŞAHİNLER BÖLGESİNİ düşmandan temizlemişti.
- Tabur komutanı yarbay Cemal Eruç ise, ATAK TEPE’nin geri alınması için 3. Bölük komutanı Üsteğmen Oğuz Yener’i ve Doğruyol’un geri alınması için de 1. Bölük komutanı Üsteğmen Haluk Üstügen’i görevlendirmişti
Gece 24.00 sıralarında karşı taaruza geçen Bolu Komando Tugayı 1. ve 3. Bölükleri, 8 saat süren göğüs göğüse muharebeden sonra. sabah saat 8’de tepeleri geri alarak bölgeyi düşmandan temizlemişti.
Ne yazık ki 3. Bölük komutanı Üsteğmen Oğuz Yener, bir havan mermisi ile şehit olmuştu.
Şht.Oğuz Yener’in adı bugün Şehit olduğu tepeye ve Girne’de bir sokağa verildi
Bolu Komando Tugayı 1. Tabur komutanı emekli Tuğgeneral Cemal Eruç ile DOĞRUYOL ve YANIK ÇAMLIK bölgelerini alan Üsteğmen Haluk Üstügen’in adları da Beşparmaklarda vuruştukları tepelere verildi
Kahramanlarımızın isimleri özgürleştirdikleri ve kanlarını döktükleri dağlarımızda ve sokaklarımızda yaşıyor..
TÜRKER YALÇIN ŞEHİTLİKTE
Üsteğmen Türker Yalçın, yeni oluşturulan şehitliğe gittiğinde, çıkan hafif bir rüzgar, üstünde yazılar olan bazı kağıtları ayağına getirdi.
Alıp okuduğunda, bunun 20 Temmuz’dan 1.5 ay önce yazılan, 29 ve 30 Mayıs 1974 tarihli iki mektup olduğunu gördü. Mektupların o tarihte Kıbrıs’a özel bir görevle gönderildiğini tahmin ettiği “CENGİZ” adlı bir kişiye yazıldığını anladı.
Ankara’dan yazan “FÜSUN’, büyük bir aşkla yazdığı mektupta, “CENGİZİM” diye birine duyduğu hasreti anlatıyordu.
Yaşıyorlarsa şu anda 70’li yaşlarında olmaları lazım…
Bu mektuplar BOĞAZ ŞEHİTLİĞİNDE ne arıyordu?
Bir şehide mi, bir gaziye mi, defin yapan askerlerle subaylardan birine mi aittiler?
Türker Yalçın bu soruların yanıtlarını bilmiyordu.
Katladı ve göğüs cebine koydu.
Tam 50 yıl bu mektupları sakladı.
TESADÜFEN ÖĞRENDİM
TÜRKER YALÇIN ile geçtiğimiz aylarda “Kıbrıs Şehitlerini Anma Platformu”nun düzenlediği ve her yıl benim de kstıldığım savaş yerlerini ziyaret gezisinde tanıştık. Yanında getirdiği mektupların hikayesini anlattı ve onları bana verdi, fotoğraflarını çektim, okudum, çok duygulandım, içim yandı…
Sahibini bulmak için yardımımı istedi.
Aşağıda mektubun bilgisayar çıktısı ile orijinal el yazılı halini bulacaksınız.
Mektuplar 29 Mayıs 1974 ve 30 Mayıs 1974 tarihli.
Yani Barış Harekatı’ndan 1.5 ay kadar önce yazılmış.
Mektubu yazan FÜSUN’un o tarihlerde 20’li yaşlarında olduğunu tahmin ediyorum.
“CENGİZİM” diye hitap ettiği kişinin Barış Hatekatı’ndan 1.5 ay önce adada olduğu anlaşılıyor.
Acaba Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı’nın veya TMT’nin o tarihte adada bulunan bir mensubu muydu?
Bilmiyoruz.
Mektuplarda adı geçen ve o tarihlerde Ankara’da yaşayan isimlerden tanıdığınız varsa bana yazın, iletişime geçelim, sahibini bulalım, 50 yıl sonra emaneti iade edelim ve hikayesini öğrenelim
29 MAYIS 1974 TARİHLİ MEKTUP
29 Mayıs 1974
Canım benim;
Tam beş gün oldu sen gideli. Oysa ben kalemi ancak elime alabildim. Daha doğrusu ancak inanabildim yokluğuna. Her defasında acıydı gidişin. Ama bunun kadar değil. Bilemiyorum neden. İnanamadım uzun süre ne geldiğine ne de gittiğine. O kadar kısaydı ki. Sanki beraber olmamışız gibi geldi bana.
Cuma günü rüyada gibi dolaştım. Her an seni görecekmişim gibi bir his vardı içimde. Bilemiyorum bir tanem herhalde anlatamayacağım. Gerçekten zor çünkü. Öyle anlatılmaz öyle başkaydı ki.
Cumartesi günü kendimi Halelere zor attım. Pazartesi akşamına kadar da oradaydım. Hepsi seni göremediklerine çok üzüldüler. Cuma günü Halkevine uğradım. Hür oradaydı. Birlikte Kuğulu parka gittik. Akşama da Dikmene ev ziyaretine gidecektim biliyorsun. Saat 4 e doğru Tekin, Aysel, Nihal ve Yetkin (Tekinin kardeşi) geldiler. Nihal hemen boynuma sarıldı. Eniştem gelmiş niye biz görmedik diye epey sitem etti. Yetkin de gözün aydın dedi. Ben gayet havalı teşekkür ettim. Sonra kaç günün kaldığını sordu. Hala onu neden ilgilendiriyorsa. 15 dk sonra ben işim var deyip kalktım. Oysa daha vaktim vardı. Sadece onlarla oturmak istemedim özellikle Yetkinle. Neyse ki pazar günü gitmiş. Ben 8 gün boyunca Halelerdeydim.
Öyle güzel ki hayatım. Gitmesine 1,5 ay kaldı. Durmadan hazırlanıyor. Oturup uzun uzun konuştuk. Onun heyecanı bana da geçti. Biz de o günleri yaşayacak mıyız diye düşündüm. Öyle apayrı bir heyecanı var ki. Aslında Hale kurulmuş hazır bir eve gidiyor. Oysa biz evimizi de kendimiz hazırlayacağız. O daha da zevkli. Bütün bunları düşündükçe daha da uzayan günler geçmek bilmiyor. İki gün sonra Mayıs da bitecek. Tam üç ay var tekrar beraber olmamız için. Bu arada ben 20 Haziran’da eve gideceğim. Ya da birkaç gün sonra. Eve gittiğimde dönmene iki ay kalmış olacak. Günleri yüzlerce kez hesaplıyorum. Yine de o kadar yavaş eksiliyorlar ki.
Dün okulda görüşmem vardı. Oradan doğru Halkevine gittim. Bütün eskiler oradaydı. Hür, Galip, Zülal, Kamelya, Eşfak ve o iki yeni çocuk. Yemek yiyorlardı. Sonra herkes dairesine döndü. Biz de Hürle Kuğulu’nun yolunu tuttuk. Yolda makbuzları almak için Genel Merkeze uğradık. Şahsi oradaydı seni sordu. Bir kızı daha olmuş. Biraz konuşup biraz da çay içtikten sonra Kuğulu’ya çıktık. Oturduk konuştuk. Biliyor musun Hür evden ayrılmaya oldukça kararlı. Tamamen koparmış bağlarını.
Sen gittikten sonra havalar hep aynı kaldı. Havalar iyi olunca da Kuğulu daha bir önem kazanıyor. Her gün hemen hemen ya Hür bana geliyor ya da ben ona gidiyorum. Sonra doğru Kuğulu’ya gidiyoruz.
Hayatım sana unutma demiş olmama rağmen unuttuğun formları hemen ertesi gün Ceyda’ya götürdüm. Artık o gönderdi mi bilmiyorum. Bu arada maçın sonucunu da çok merak ediyorum. Onu bana yazarsan sevinirim.
Bir tanem herhalde şimdilik bu kadar. Sana gene yazarım. Çünkü birazdan mülakatım var. Anlayacağın gibi merkezden yazıyorum. Epey payladılar beni fena tatil yapmışım diye.
Bir haber daha, kalan 4 dersin birinden daha geçtim. Şimdi 3 tane kaldı.
Pazartesi ve hatta mümkünse canım daha önce mektubunu bekliyorum. Seni çok ama milyonlarca kez öperim.
FÜSUN
Pantolonumu aldım. Aptal adam bozukluğun nerede olduğunu bilememiş. Ben söyledim de öyle düzeltti. Şimdi pek fena sayılmaz. Çok güzel bir kıyafet olmuş öyle dediler. Aslında ben güzelim de ondan değil mi hayatım.”
30 MAYIS TARİHLİ MEKTUP
30 Mayıs 1974
Bir tanem ister misin sana çok komik bir o kadar da güzel bir hikaye anlatayım. Dinle öyleyse. Dün sana yazmıştım ya. Hür uğradı sonra. Kuğulu’ya gittik. O ara mektubunu atamadım. Yurda geldim. Sonra tekrar Kızılay’a inip mektubunu attım. Geri döndüm. Akşam oldu yemek yedik. Oturduk sonra da yattık. Meral kitap okuyordu. Ben de senin verdiğin Uzaydan Gelenleri okumaya başladım. Sonra da kitabı yastığın altına koyup uyudum. Güzel rüyalarla dolu bir geceydi. Seni gördüm. O hızla herhalde elimi yastığın altına soktum. Elim bir şeye değdi. Uyuyordum inan. Bilinçdışı kitap olsa gerek diye düşündüm. Sonra birden uyandım. Kitap o kadar ince olamazdı. Elimi çektim yastığın altından bir mektupla çıktı. Alacakaranlıktı ortalık. Güçlükle yazını tanıdım. O zaman iyice uyandım. Mektubu kaptığım gibi dışarı çıktım. Saat 4 tü. Sonra tekrar yattım. Sabah uyandığımda elim tekrar mektuba gitti. Rüya görmüş gibiydim. Bir daha, bir daha okudum. Ancak o zaman gerçek olduğunu anlayabildim. Öyle bir mutlulukla doldu ki içim. Düşünebiliyor musun hayatım. Sonra bu işin failini aradım. Çünkü bizim dairede mektuplar hep yatağın üzerine konulur, yastığın altına değil. Uzun aramalardan sonra kimin marifeti olduğunu buldum. Nasıl izah ediyor biliyor musun sebebini? Bir aşk mektubu olduğu için meraklı gözlerden gizlemiş. Hem de bana sürpriz olsun istemiş. Gerçekten büyük sürpriz oldu. Aslında beklemiyordum da hemen yazmanı. Güç olacağını biliyordum dönüşünün.
Canım benim, biricik sevgilim sana ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Ne hissettiğini biliyorum. Aynı şey beni de uygun süre etkisinde tuttu. Seni bir anda yitirdiğime inanamadım her şey öyle güzeldi ki. Geriye sadece iki buçuk ay sonrasını hayal etmek kaldı. Beraber olmak. Bana gelişin. Seni gördüğüm ilk an. Heyecanım. Boynuna sarılmak. Seni çılgınca öpmek gelmişti içimden. Yapamadım. Sonra gayesizce sokaklarda dolaşışımız. Neler konuşmuştuk hatırlıyor musun? Yurda geldiğimde birden inanamamıştım seni gördüğüme. Sonra sabah yolunu bekleyişim. Göründüğünde içimi dolduran ferahlık. Yanımdaydın, rüya görmemiştim. Birden güven gelmişti içime. Beraberdik işte sanki ertesi gün ayrılmayacakmışız gibi. Ne kadar çabuk geçti o iki gün. Botaniğe gidişimiz. Ve künyelere, ölüme tasasızca gülüşümüz. Çılgıncasına mutluydum, sen de öyle. Oysa vaktimiz o kadar azalmıştı ki. Sonra bana söylediklerin. Yalandı onlar biliyordum ama yine de inanmıştım. Gitmiyorum dedin bana. Sadece saat 9.30 olduğu için seni yurda bırakıyorum. Yarın yine geleceğimi düşün. Hatırlıyor musun bunları. Gittiğini bildiğim halde bekledim seni. Her an geleceğini düşündüm. Yolda yürürken arkamdan seslenmeni bekledim. Oysa biliyordum gittiğini. Kilometrelerce uzaktaydın benden. Ama beraberinde benden bir şeyler götürmüştün ve bende bir şeyler kalmıştı senden. Ancak günler sonra inandım gidişine. Yine takvimler kalmıştı bana. Yine günleri sayacaktım ve ben saydıkça onlar geçmek bilmeyecekti.
Bugün sen gideli tam bir hafta oldu. Yarım saate kadar yola çıkacaksın. Ve geri dönmene 2,5 aydan fazla var. Tek bir şeyle avutuyorum kendimi şimdi. Döndüğünde birlikte yapacağımız tatil. O dünyanın en güzel şeyi olacak. Bizim de en güzel günlerimiz. Hep beraber mutlu. İntikam alırcasına. O günleri düşün. Ve unutma ki 20 güne kadar ayrılığımız normal yaz tatili ayrılığına dönüşecek. Bunu sen söylemiştin. Yine unutma ki bir zamanlar beraber olmak için 20 ay beklemek zorundaydık. Şimdi ise sadece 2,5 ay var. Sadece 80 gün. Beklemesini bilmemiz lazım. O zaman daha da değer kazanacak yeniden beraber oluşumuz.
Biliyor musun seni hep botanikteki gülen halinle hatırlıyorum. Ne kadar güzeldi. Bunları yazmak bile güzel. Sana yaydığım her mektup zaman biraz daha kısaltıyor. Seninkileri beklemek de öyle.
Seni mutlu görmek istiyorum. Hep buradaki mutlu halinle hatırlamak. Ne kadar güzeldi. Mektuplarındaki küçük espriler beni öyle sevindiriyor ki onları yapabilme gücünü kendinde bulabildiğin için.
Yine bir gece başladı Cengiz’im. Mutlu bir gece. Seninle dopdoluyum. Mutluyum beni düşündüğün için. Biliyorum ki yanında olmamı en az benim kadar istiyorsun. Aynı şeyleri düşünüp aynı şeyleri istemek ne kadar güzel. Biraz sonra ışıkları söndüreceğim ve seni hayal edeceğim karanlıkta. Sen de beni düşün. Beraber olamasak bile düşüncelerimiz, hayallerimiz beraber olsun. Ve sonra güneş doğduğu zaman beraber uyanalım. Tıpkı bir zamanlar olduğu gibi.
FÜSUN “