Hindistan’daki Türk varlığı ve siyasî egemenliği yüzyıllar boyunca sürmüştür. Hunlar, Türk Şahiler, Gazneliler, Delhi Sultanlığı (Tuğluklar ve Halacîler), Babürlüler ve diğer pek çok Türk devleti, bölgeyi derinden etkilemiştir. Orta çağda bölgede kurulan Türk devletleri, varlıklarını az sayıda fakat iyi eğitimli Türk askerî birliklerine borçlu olmuşlardır. Bu askerler ve bürokratlar, çeşitli sebeplerle bölgeye göç eden özgür Türk boylarından olduğu gibi, önemli bir kısmı da çatışmalarda köleleştirilip bölgeye getirilen Türklerden oluşmuştur. Bu gulâm veya memlûk sınıfı, Türk kültürünü, askerî disiplinini ve geleneklerini yaşatmayı bir görev olarak görmüşlerdir. Bozkır hayatı nedeniyle halihazırda binicilik ve atlı okçuluk yetenekleri olan Memlûkler, ağır süvari olarak eğitilmişlerdir. Zırhları ve ağır silahları ile yaya kuvvetlere eşlik eden Memlûkler, sultanın elit birlikleri olmuşlardır.
Sultan İltutmuş (1192-1236), Türk Memlûkler arasında kimlik ve asabiyet oluşturmak amacıyla yeni adlar vermiş ve bu adların Türkçe olmasına özen göstermiştir. Türk dili ve unvanlarının kullanımına da dikkat edilmiştir. Farsça önemli bir devlet dili olmasına rağmen sultanların ve askerlerin dili olan Türkçe bir kenara itilmemiştir. Hindistan’daki Türk devletleri hakkında yazan Fahr-i Müdebbir (1157-1236), Türk dilinin önemini şu şekilde vurgulamıştır:
‘‘…Fars dilinden başka Türk dili kadar güzel ve soylu bir dil yoktur. Bugünlerde Türk dili çok yaygınlaştı. Bu durum emirlerin ve komutanların çoğunun Türk olmasından kaynaklanır. Türkler en başarılı ve en zengin kimseler olduğu için onların dilini (öğrenmeye) ihtiyaç duyanlar çoktur…’’
Türk soyluEmîr Hüsrev-i Dihlevî, Nüh Sipihr adlı eserinde Türk dilini öğrenen Hint yurdundaki çok sayıda Farstan bahsetmiş ve Türk yurtlarından gelenlerin bile Fars bürokratların Türk diline hakimiyetine şaşırdıklarını anlatmıştır. Emîr Hüsrev-i Dihlevî, Türk yurtlarına gitmeden bu ustalaşmanın mümkün olmasının gerekçesini, yöneticilerin dilinin Türkçe olması ve yaygınlığı olarak göstermiştir.
Fars dili ve Fars kökenli bürokratların istihdamı yaygın olmasına rağmen, Türk yöneticiler, Türk Memlûkleri yalnızca askerî görevlere değil, aynı zamanda sivil memuriyetlere de atamıştır. Türk unvanlarının prestiji nedeniyle Türk olmayan kişilere bu unvanların verildiği tarihi kayıtlara geçmiştir. Günümüzde dahi Hindistan ve Pakistan’da çok sayıda kişi Khan, Baig (Bey/beg), Agha (Ağa) ad ve soyadlarına sahiptir. Türk Memlûkleri, yönetici ve askerî sınıf olarak, toplumun geri kalanından hem sınıfsal hem kökensel olarak ayrılmış, üst bir kast işlevi görmüşlerdir. Köle kökenlerine rağmen büyük bir siyasî ve maddi gücü ellerinde tutmuşlardır. Beyhakī, Türk Gulamların törensel kıyafetlerini ve zenginliğini şöyle tarif etmiştir: ‘‘zengin cüppeleri, mücevherli kemerleri ve kuşakları ile altın ve gümüşle süslenmiş silahları (vardır)…’’ Türk Memlûkler, askerî yetenekleri, cesurlukları ve dayanıklıklarıyla bilinmişlerdir. Nesturî hekim İbn Butlan, Türk Memlûklerin askeri yeteneklerini ve cesaretini şöyle tarif etmiştir:
‘‘Kim hayatını ve malını korumak için bir köle istiyorsa, Hintlilerden veya Nubyalılardan seçmelidir. Kim hizmet için bir köle istiyorsa, Siyahî veya Ermenilerden almalıdır. Cesaret ve savaş için bir köle isteyen ise Türklerden veya Slavlardan seçmelidir. Güzel bir cariye isteyen, Berberilerden birini almalıdır. Khuzzān olarak bir köle isteyen, Rum kölelerden seçmelidir. Bebek bakımı için bir köle isteyen, Perslerden almalıdır. Zevk için bir cariye isteyen, Siyahî kadınlardan seçmelidir. Şarkı söylemesi için bir cariye isteyen ise Mekke’den birini almalıdır.’’
Türkler, köle oldukları coğrafyalarda bile özgürlüklerini kazanmış ve yönetimde söz sahibi olmuşlardır. Türk dili ve kültürü, Hindistan gibi uzak ve yabancı coğrafyalarda dahi korunmaya çalışılmış ve bunun değerli olduğu düşünülmüştür. Türk Memlûkleri ve yöneticiler, Türk kimliğini ayırt edici ve üstün bir özellik olarak görmüş, bu kimliği yaşatmaya özen göstermiştir.

