Asıl adı “Siyerü’l-Mülûk” (Hükümdarların Hikâyeleri) olan ama Siyâsetnâme ismiyle bilinen eser, Selçuklu Türk Devleti’nin büyük veziri Nizâmülmülk lakabıyla meşhur Hasan et-Tûsî tarafından kaleme alınmıştır. Babası da memur olan vezir, ilk eğitimini ondan almışsa da sonraki yıllarda İslâm beldelerinin çeşitli noktalarında muhtelif konularda dersler alarak bilgisini artırmıştır. Gazneli Türk Devleti kadrolarında da vazife görmüş olan Tûs’lu vezir, Selçuklu Türklerinin Dandanakan Savaşı akabinde Horasan’ı ele geçirmeleriyle birlikte Çağrı Bey’in (ö. 1059) hizmetine girmiştir. Efendisinin ölümüyle birlikte onun oğlu Melik Alp Arslan’ın (ö. 1072) himayesi altına giren Nizâmülmülk, Alp Arslan’ın saltanat makamına oturmasıyla birlikte baş vezirliğe getirilmiştir. 1092 yılındaki ölümüne dek bu vazifeyi idame ettirmiş ve Büyük Sultan Melikşah’ın da “Atabeg”i olarak onu yetiştirmiştir. Baba Alp Arslan ile oğul Melikşah’ın birinci adamı pozisyonundaki Hasan Vezir, otuz yıla yakın bir süre boyunca Selçuklu Türk Devleti’nin idarî işlerinden mesul olmuştur. Bu on yıllarca devam eden süreçte devlet, onun sahip olduğu idarî ve siyasî kabiliyetler sayesinde altın çağını yaşamıştır. Nizâmülmülk, hayatının son yıllarında Sultan’ın teşvikiyle konumuz olan eseri kaleme almıştır. Böylece bilgi ve tecrübesini sonraki nesillere aktarmıştır.
Siyâsetnâme’yi kaleme alırken ideal bir hükümdar portresi çizen büyük vezir, anlatmak istediğini doğrudan yazmakla yetinmeyerek eski İran hükümdarlarının, geçmiş halifelerin vb. hayatlarından misaller vererek almış olduğu hadis derslerinden edindiği bilgiler çerçevesinde hadislere atıf yaparak delillendirme yoluna da gitmiştir. Eserde yer verdiği bu hikâye ve hadisler dışında tecrübelerini de aktaran Nizâmülmülk, ortaya önemli bir eser ve mühim ideal hükümdar portresi koymuştur.
Her şeyden önce hükümdarların üzerinde oturdukları tahtın Allah’ın lütfu olduğunu hatırlatan Nizâmülmülk, Yaradan’ın hiçbir surette unutulmaması ve ona karşı sorumlu olunduğunun her daim akılda tutulması gerektiğine vurgu yapmıştır. Akabinde adaleti devletin temeli olarak tanımlayarak sultanların her şeyden önce hukuku gözetmesinin gerekli olduğunu söylemiştir. Adaletin tesisi meselesini sürekli başkalarına havale etmeyi devlete zararlı gören büyük vezir, hükümdarların bizzat hak arayışındaki kimselere haklarını vermesini tavsiye etmiştir. O, bu durumda suça meyli olanların taht sahibinin korkusundan harekete geçemeyeceklerini düşünmüştür. Ayrıca mevcut kanunların yanlış ve eksiklerinin tamamlanması için sürekli olarak âlimlerin münazara yapmalarının teşvik edilmesini ve bu toplantılarda sultanların da bizzat bulunmalarını da zaruri görmüştür. Bunların dışında hükümdarların kendilerinin her şeyi bildiği düşüncesine kapılmayarak devlet işlerini görürken sürekli surette âlim ve uzmanlara danışması gerektiğini de eklemiştir. Üzerinde durduğu bir diğer mesele de devlet işlerinde acelenin yeri olmadığı ve iyice düşünüp tartarak karar alınması gerektiği olmuştur.
Eserde devlet görevlilerinin tayininde liyakatin esas alınmasının önemi vurgulanmış, bu hususun mülkün ayakta kalması için en önemli unsurlardan biri olduğu aktarılmıştır. Aksi hâlde devlet işlerinin aksayacağı ve halkın da mağdur olacağına işaret edilmiştir. Müellif; sultanların kendi memurlarının işlerini yerine getirip getirmediğini, ihmalkârlıklar yapıp yapmadıklarını, halka zulmedip etmediklerini gerek açıktan gerek gizlice teftiş ettirmelerini, hata yaptıklarının tespit edilmesi durumunda görevlerinden alınarak cezalandırmalarını, vazifelerini aksatmadan yerine getiren, kabiliyetli ve işleri kolaylaştıranları da layık oldukları şekilde takdir edip yükseltmeleri gerektiğini belirtmiştir. Müfettişleri seçerken de tecrübeli, o güne dek güven problemi yaşanmamış, itimat edilen kimselerin tercih edilmesini nasihat etmiştir. Memurlara verilecek maaşın ne devlet hazinesini boşaltacak kadar çok ne de hırsızlığa ve rüşvete yönelmelerine sebep olacak kadar az olmasını tembihleyen Selçuklu Veziri, işrâf (teftiş) sisteminden başka olarak ülke içinde ve sınır ötesinde istihbarat toplaması için bir de Berîd Teşkilatı kurulmasının zaruretinden bahsetmiştir. Bu gerekliliğin sebebini de mezkûr teşkilat sayesinde hükümdar ve devletin aleyhindeki tüm komploların ve teşebbüslerin hükümdarca malum olması ve hızlı bir müdahale ile bertaraf edilebilmesi şeklinde tarif etmiştir. Yine başka memleketlerden gelen elçilerin, tek amaçlarının mesaj iletmek olmayıp istihbarat faaliyetinde de bulunabileceği uyarısını yapmış, özen ve dikkatle karşılanmaları gerektiğini aktarmıştır. Nizâmülmülk, vefa gören kimselerin bunu hissedip hizmette kusur etmemeleri için devlete önceleri büyük hizmetleri bulunmuş memurların mutlaka himaye edilmesi gerektiğine de eserinde yer vermiştir. Yine o; sultanların arkadaşlık ettiği kimselerle ilişkilerine de dikkat etmelerini, arkadaşlarına karşı bile olsa saltanat ağırlığını korumalarını, ayrıca etrafındakilerin halk gözündeki hâl ve hareketlerinin hükümdara bakışı da etkilemesinden dolayı bu kimselerin de özenle seçilmesini ve devletin düzeni hakkında izlenim veren protokolün işin ehli olanlara emanet edilmesini, şaşmadan yerine getirilmesini öğütlemiştir.
Devleti var eden ordunun da teşkilatlanması üzerinde duran büyük vezir; lojistik meselelerin organizasyonunun göz ardı edilmemesinin, teçhizatın daima iyi hazırlanmasına özen gösterilmesinin, askerlerin maaşlarının düzenli ödenmesinin ve ihtiyaçlarının yerine getirilmesinin altını çizmiştir. Askerî hiyerarşinin de düzgün şekilde işletilmesini zaruri görmüştür.
Selçuklu Devleti’ni kuran ve ayakta tutan Türklerin göz ardı edilmemesi gerektiğini de dile getiren Nizâmülmülk, onları devletin nimetlerinden mahrum bırakmamak gerektiğini aksi takdirde kurdukları devleti ortadan kaldırabileceklerini ima etmiştir. Böylece onları Selçuklu Türk Devleti’nin ana unsuru olarak görmüştür.
Engin tecrübelerini ve geniş bilgisini kâğıda dökerek meydana getirdiği Siyâsetnâme isimli eserinde yalnızca kendi çağı için değil sonraki yüzyıllar için de ideal bir hükümdar portresi çizen Nizâmülmülk Hasan et-Tûsî, sultanlara ayna niteliğinde bir kitap kaleme almıştır. Neredeyse 1000 sene önce telif edilen söz konusu eserin bugünün devlet adamlarına dahi katkı sağlayabilecek nitelikte olduğu görülmektedir.

