Türk kültürünün en önemli figürlerinden biri olarak kabul edilen Dede Korkut, tarihî
bir şahsiyet ile mitolojik anlatı arasında konumlanmış; hem İslâm öncesi inanç sistemlerinin hem de İslâmî değerlerin harmanlandığı kültürel bir sembol olarak öne çıkmıştır. Gerçek hayattaki varlığı ve ne zaman yaşadığına dair tartışmalar sürse de ünü yalnızca Oğuz boylarıyla sınırlı kalmamış, tüm Türk dünyasına yayılmıştır.
Kaynaklarda Dede Korkut’a dair ilk bilgiler Reşîdüddin Fazlullah-ı Hemedânî’nin
Câmiü’t-Tevârih adlı eserinde yer almıştır. Reşîdüddin eserinde Dede Korkut’tan şöyle bahsetmiştir: “Bu Qorqut Bayat boyundan Kara Hoca’nın oğlu olup çok akıllı, bilgili ve keramet sahibi bir insandır. İnal Han Sır Yavquy zamanında ortaya çıkmıştır. 295 yıl ömrü olmuştur. Güzel sözleri, söylenen kerametleri ve hakkındaki hikâyeleri pek çoktur.” Her ne kadar Reşîdüddin Dede Korkut hakkında bazı bilgiler aktarmış olsa da, eserinde hikâyelere yer vermemiştir. Ebülgazi Bahadır Han ise Şecere-i Terâkime adlı eserinde Dede Korkut’un Kayı boyuna mensup olduğunu belirtmiş ve onu Kayı İnal Yabgu’nun veziri olarak tanıtmıştır. Bu eserde de 295 yıl yaşadığı ve üç hükümdara vezirlik yaptığı ifade edilmiştir. Çoğu kaynakta Dede Korkut, Bayat boyuna mensup olarak gösterilmiştir. Bu bilgiyi güçlendiren en önemli kanıt ise hikâyelerin başlangıcında yer almıştır. Hikâyeler besmele ile başlamış ve ardından şu ifadelerle devam etmiştir: “Hazreti Resul aleyhisselam zamanına yakın Bayat boyundan Korkut Ata derler bir er kopdu. Oğuz’un ol kişi tamam bilicisiydi. Oğuz’un içinde tamam velâyeti zahir olmuş idi. Ne derse olurdu, gaipten türlü haberler söylerdi. Hak Teâlâ onun gönlüne ilham ederdi.” Bu anlatım tarzı onun yalnızca bir hikâye anlatıcısı değil aynı zamanda bir bilge, bir akıl hocası ve hatta bir Türk evliyası olduğunu göstermiştir.
Yaşam süresi ve tarihine dair farklı rivayetler bulunsa da genel kanaat Dede Korkut’un
Hz. Muhammed devrine yakın bir dönemde yaşadığı yönünde olmuştur. Örneğin, Bayatlı Mahmud oğlu Hasan’ın Câm-ı Cem-Âyin adlı Osmanlı silsilenâmesinde yer alan bir rivayete göre, Kara Han Müslümanlığı benimsedikten sonra Dede Korkut’u Medine’ye göndermiştir. Burada Peygamber Efendimizin nurunu gören Dede Korkut, Selmân-ı Fârisî ile birlikte Oğuzlara İslâmiyet’i öğretmek üzere yola çıkmıştır. Bu rivayetlerden hareketle Dede Korkut’un yalnızca bir anlatıcı değil hem kültürel hem de İslâmî bir önder olduğunu söylemek mümkündür. Aynı zamanda o, Oğuzların dinî öğreticisi ve ahlakî rehberi olmuştur. Bununla birlikte İslâm öncesi Türk inanç sistemine ve geleneklerine olan bağlılığı da hikâyelerinde açıkça görülmüştür. Türk tarihçiliğinin önde gelen isimlerinden Abdülkadir İnan’ın da belirttiği gibi Dede Korkut anlatılarında İslâm öncesi Türk gelenekleri, İslâmî unsurlardan daha yoğun şekilde hissedilmiştir. Tıpkı Anadolu’daki birçok tasavvufî gelenekte olduğu gibi Dede Korkut hikâyeleri de İslâm ile eski Türk inançlarının sentezini yansıtmıştır.
Dede Korkut’un bazı Şamanist inançlara ait özellikler taşıması, Batılı araştırmacıların
onu pagan ya da büyücü olarak nitelendirmesine neden olmuştur. Ancak bu özellikler onun eski Türk geleneklerini yaşatmasından kaynaklanmıştır. Dede Korkut Türk kültürünün en önemli taşıyıcısı olmuştur. Örneğin erkek çocuklara kahramanlık kazandıktan sonra ad vermesi, kopuz çalıp hikâye anlatması ve doğru yoldan sapan Oğuz beylerini uyarması, bu geleneksel yapının izlerini taşıdığını göstermiştir. “Oğuz elinin bilicisi” olarak tanımlanan Dede Korkut, hem İslâmî hem de kadim Türk kültürüne ait unsurların kesişim noktasında yer almıştır.
Doğumu ve ölümüyle ilgili anlatılar da destan karakterlerinde sıkça görülen olağanüstü
motifleri bünyesinde taşımıştır. Bazı rivayetlerde annesi bir dev kızı olarak tanımlanmış bazılarında ise doğumu sırasında doğaüstü olayların meydana geldiği belirtilmiştir. Ölümüne dair anlatılarda ise genellikle “ölümden kaçış” teması işlenmiştir. Rivayetlere göre, ölümden saklanmak için Sırderya kıyısında bir seccade üzerinde yaşamış ya da ölüm onu bulana dek tüm dünyayı dolaşmıştır. Mezarı da tıpkı hayatı gibi efsanevî bir gizem taşımış, çeşitli yerlerde gösterilse de çoğu kaynak Sırderya kıyısını işaret etmiştir.
Dede Korkut, pek çok meziyeti bünyesinde toplayan müstesna bir şahsiyet olarak kabul
edilmiştir. Onun kudreti yalnızca fizikî değil, aynı zamanda manevi olmuştur. Hatta öyle ki “velâyet ıssı” olarak anılması onu savaşçılardan ve hükümdarlardan daha yüksek bir konuma yerleştirmiştir. Bu bağlamda kopuzla olan ilişkisi de büyük önem taşımıştır. Kopuz onun kudretine kudret katmıştır. Rivayetlerde sıkça kopuzun mucidi olarak anılmıştır. Dede Korkut, hem alkış hem de kargış için kopuz çalmış; hikâyelerin sonunda zaferleri kutlamış ve dualar etmiştir. Kazak şair Mağcan Cumabay’ın yayımladığı bir efsaneye göre Dede Korkut, kopuz ve dombranın mucidi olarak kabul edilmiştir. Kazak-Kırgız coğrafyasında “baksıların piri” olarak saygı görmüştür. Kazak tarihçi Çokan Valihanov da Dede Korkut’un ilk şaman olduğunu ve Kazak şamanlarına kopuz çalmayı öğrettiğini belirtmiştir. Karakalpak Türklerinin rivayetlerine göre ise Korkut Ata, şeytanların konuşmalarını dinleyerek kopuzu hangi ağaçtan yapması gerektiğini öğrenmiş ve bu mucizevî müzik aletini ilahî bir kudretle yaratmıştır. Kopuz, Dede Korkut’tan sonra da Türkler arasında farklı alanlarda kullanılmaya devam etmiş ve kültürel önemini korumuştur. Kopuz’u Dede Korkut’un yaptığı kesin olarak bilinmese de, ozanlık geleneği ile birleşen bu müzik aletinin ozanların piri tarafından yapılıp diğer ozanlara öğretildiği düşüncesi çok sayıda rivayetin kaynağını oluşturmuştur.
Gerçekte yaşayıp yaşamadığı bilinmeyen Dede Korkut; evliya, baksı, ozan, danışman,
hekim ve bahadır gibi birçok vasfı şahsında birleştirmiş, çok yönlü bir kültür temsilcisi olarak öne çıkmıştır. Sahip olduğu bu nitelikler onu yalnızca tarihî bir şahsiyet olmaktan çıkararak Türk milletinin ortak hafızasında yer etmiş soyut ve kuşatıcı bir varlığa dönüştürmüştür. O, bireysel kimliğinden ziyade Türk dünyasının kültürel değerlerini temsil eden, geçmiş ile gelecek arasında anlamlı bir köprü kuran evrensel bir simge hâline gelmiştir. Dede Korkut’un halkı eğiten, erdemi yücelten ve hakikati dillendiren sözlü mirası; nesiller boyunca aktarılan gelenek, görenek ve manevî öğretilerin canlı bir taşıyıcısı olmuştur. Onun anlatılarında yer alan değerler sistemi yalnızca tarihî bir hatıra değil günümüz Türk toplumlarının kimliğini besleyen ve şekillendiren temel kültürel unsurları oluşturmuştur. Bu yönüyle Dede Korkut, yalnızca bir anlatıcı olmamış, Türk kültür coğrafyasının sürekliliğini sağlayan, onu geçmişten geleceğe taşıyan kadim bir rehber olarak varlığını sürdürmüştür.

