TÜRK KÜLTÜRÜNÜN AYNASI DEDE KORKUT HİKÂYELERİ

Turk DEGS
Yazan: Turk DEGS
5 Dk. Okuma
5 Dk. Okuma

Dede Korkut Hikâyeleri, her biri bağımsız birer anlatı niteliği taşımış olsa da, bütüncül

bir yapıya sahip olmuştur. Bu eşsiz destanî miras şimdilik üç temel yazma nüsha aracılığıyla günümüze ulaşmıştır. İlk nüsha, Kitab-ı Dedem Korkut Alâ Lisan-ı Taife-i Oğuzan adıyla kaydedilmiş ve “Dresden Yazması” olarak anılmıştır. İkinci nüsha, Hikâyet-i Oğuzname-i Kazan Bey ve Gayri başlığını taşımış ve literatüre “Vatikan Yazması” adıyla geçmiştir. Üçüncü nüsha ise başlangıç kısmı eksik olduğu için kesin bir adla anılamamış; ancak “Günbet Yazması” olarak tanımlanmıştır.

Hikâyeler özünde Oğuz toplumunun gündelik yaşamını, kahramanlık mücadelelerini

ve toplumsal düzenini yansıtmıştır. Her bir hikâye farklı beylerin serüvenlerini aktarmış; ancak bu çeşitlilik, eserin bütünlüğünü bozmayıp ortak bir olay örgüsü etrafında şekillenmiş bir yapı ortaya koymuştur. İlk ve on ikinci hikâyelerde Oğuz boylarının kendi iç mücadeleleri ele alınmış; bu çatışmalar çoğu kaynakta Oğuz-Peçenek çekişmeleriyle açıklanmıştır. Duha Koca oğlu Deli Dumrul ile Basat’ın Tepegözü öldürdüğü hikâyeler, doğaüstü unsurlar içermesiyle diğerlerinden ayrılmıştır. Daha sonraki dönemlerde Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı öldürmesi gibi yeni motiflerin de bu destan dünyasına eklendiği görülmüştür. Hikâyelerde temel kahraman genellikle bir bey olmuş; ancak diğer beylerin yiğitlikleri de aynı ölçüde övgüyle işlenmiştir. Olaylar çoğunlukla bir toy ya da törenle başlamış, her hikâye ise Dede Korkut’un dua ve öğütleriyle son bulmuştur.

Hikâyelerde Oğuz toplumunun bozkır hayatından çadırların renklerine; savaş

araçlarından dinî inanışlara kadar geniş bir yelpazede bilgiler sunulmuştur. Bu yönüyle eser, sosyolojik ve etnografik bir kaynak niteliği kazanmıştır. Dinî hayat bağlamında, Oğuzların İslâmiyet’i kabul ettikleri görülmüş; ancak eski Türk inanışlarının canlı bir şekilde yaşatılması, İslâmlaşma sürecinin henüz tamamlanmadığını göstermiştir. Düğünlerden yas törenlerine, avlardan savaşlara kadar pek çok alanda eski Türk gelenekleri varlığını korumuştur. Aile yapısında çekirdek aile temel alınmış; anne ve baba hakkına büyük önem atfedilmiş, özellikle anne hakkı Tanrı hakkıyla eş tutulmuş ve kutsanmıştır. Aynı zamanda hikâyeler öğretici ve ahlakî bir karakter taşımıştır. Töreye aykırı davrananlar cezalandırılmış töreye bağlı kalanlar ise ödüllendirilmiştir. Yiğitlik, cesaret ve alplik daima yüceltilmiş; kahramanlık, toplumsal düzenin en önemli değeri olarak vurgulanmıştır. Olay örgüleri farklı görünse de özünde birlik, dayanışma ve toplumsal bütünlük mesajı taşımıştır. Sosyal sınıflar arasında keskin bir ayrım bulunmamış, kahramanların üstünlüğü yalnızca yiğitlik derecelerine göre belirlenmiştir.

Destanların oluşum tarihi hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Ancak yaygın

olarak olayların Oğuzların İslamiyet’i kabul ettikleri X. yüzyıl civarında şekillenmiş olduğu, metinlerin ise XV. yüzyılda yazıya geçirilmiş bulunduğu kabul edilmiştir. Günbet Yazması’nın daha geç bir dönemi yansıttığı da anlaşılmıştır. Hikâyelerde Hanlar Hanı Bayındır Han sıkça anılmış,  onun yüceliği ve otoritesi öne çıkarılmıştır. XV. yüzyılda Dede Korkut coğrafyasında siyasî hâkimiyet kuran Akkoyunluların, soylarını Oğuz Han’ın torunu Bayındır Han’a dayandırdıkları ve Bayındır boyunun sembollerini kullandıkları tespit edilmiştir. Bu durum, metinlerin XV. yüzyıl civarında yazıya geçirildiğini desteklemiştir. Dede Korkut coğrafyası başlangıçta Sırderya ve Mangışlak bölgelerini kapsarken, Günbet Yazması ile birlikte bu coğrafyanın Azerbaycan ve Anadolu sahasına doğru genişlediği anlaşılmıştır.

Dede Korkut’un adına ilk kez Reşidüddin’in Câmiü’t-Tevârih adlı eserinde rastlanmış;

Burada Kayı İnal Han döneminde Bayat boyundan Korkut’un Hz. Muhammed’e elçi olarak gönderildiği belirtilmiştir. Bayat boyundan Kara Hoca’nın oğlu olduğu kaydedilen Dede Korkut’un 295 yıl yaşadığı, hikmetli sözleri ve kerametleriyle tanındığı aktarılmıştır. Ebubekir b. Abdullah b. Aybek ed-Devadari’nin Dürerü’t-Tîcan adlı eserinde de Dede Korkut’tan bahsedilmiş; Oğuzların “Oğuzname” adını verdikleri bir kitaba sahip oldukları ve bu esere büyük saygı gösterdikleri kaydedilmiş, ayrıca Tepegöz hikâyesi ayrıntılı biçimde açıklanmıştır. Yazıcıoğlu Ali’nin Selçuknâmesi, Câm-ı Cem-Âyîn, Şerefnâme ve özellikle Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Terâkime’si gibi eserlerde de Dede Korkut’a dair önemli bilgiler yer almıştır.

Dede Korkut Hikâyeleri’nin dünya çapında tanınması 1815 yılında gerçekleşmiştir. 

Türkiye’de ise metin ilk kez 1916’da yayımlanmıştır. Bununla birlikte 1915 yılı itibarıyla Fuat Köprülü ve Ziya Gökalp gibi Türk aydınlarının bu eserden haberdar oldukları, kaleme aldıkları yazılardan anlaşılmıştır. Türkiye’de metnin tespiti Ali Emiri Efendi tarafından yapılmış, neşri ise Muallim Rıfat tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu ilk yayına dair değerlendirme yazısını Muallim Cevdet kaleme almış, edebiyat tarihi ve sosyolojik açıdan ilk kapsamlı incelemeleri ise Mehmet Fuat Köprülü ve Ziya Gökalp yapmıştır.

Bütün bu özellikleriyle Dede Korkut Hikâyeleri, yalnızca bir edebî miras değil; aynı

zamanda Oğuz toplumunun tarihini, kültürünü, inanç dünyasını ve sosyal yapısını yansıtan bir medeniyet aynası olmuştur. Türk kültür tarihi açısından eşsiz bir kaynak değeri taşımış, asırlar boyunca sözlü geleneğin canlılığını muhafaza ederek kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.

“Yom vereyim Hanım:

Yerli kara dağların yıkılmasın

Gölgelice kaba ağacın kesilmesin

Kanatlarının ucu kırılmasın

Allah’ın verdiği ümidin kesilmesin

Kadir Tanrı seni namerde muhtaç etmesin

Ölüm vakti geldiğinde arı imandan ayırmasın

Günahlarınızı adı görklü Muhammed

Mustafa yüzü suyuna bağışlasın

Hanım, hey”

Bu Yazıyı Paylaş
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir