Türkistan; yüzyıllar boyunca ilim ve sanat yuvası olmuş, pek çok Müslüman-Türk aydın yetiştirmiş bir coğrafyadır. Ancak XVI. yüzyıl itibarıyla yaşanan siyasî olaylar, iktisadî gerilemeyi ve kültürel yozlaşmayı beraberinde getirdi. Yozlaşmanın temeli, eğitim sisteminin harap edilmesiyle atıldı. Bu doğrultuda mektep ve medreselerde gerçekleşen eğitimde matematik, tarih, edebiyat, tıp gibi bilimlerin öğretilmesi yasaklanıp buralarda yalnızca dinî bilgilerin okutulması emredildi. Bu hâl, Türk topraklarında işgallere devam eden ve buraları Ruslaştırmayı hedefleyen Rus idaresinin işine yaradı. XX. yüzyıla gelindiğinde İdil-Ural ve Türkistan Türkleri cehaletin ve Rusların pençeleri arasında adeta can çekişmekteydi. Vaziyet böyle seyrederken XX. yüzyıl bir aydınlanma hareketine de kucak açtı. Adını Arapça’da “yeni” anlamına gelen “cedîd” kelimesinden alan ceditçilik; Müslüman-Türk toplumunun ilerlemesini amaçlayan; dinî, toplumsal, kültürel, siyasal alanlarda etkili olmakla birlikte esasını eğitimde çağdaşlaşmanın teşkil ettiği bir harekettir. “Usûl-i cedîd” tabiri ise geleneksel yolları benimseyen “usûl-i kadîm”e karşılık eğitimin modernleşmesini hedefleyen yeni yöntemleri ifade etmektedir.
Ceditçi hareketin öncülüğünü üstlenen Kırımlı aydın Gaspıralı İsmail Bey (1851-1914) İstanbul’da Genç Türkler’den etkilendi, Avrupa seyahatlerinde Batı’nın eğitim sistemini tanıdı ve millî kaynaklardan beslenen ıslah hareketlerinde bunlardan da esinlendi. 1883 yılında “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” şiarıyla çıkarmaya başladığı “Tercüman” gazetesi aracılığıyla mevcut sistemin yetersizliğini eleştirdiği yazılar kaleme alan İsmail Bey, bizzat hazırladığı usûl-i cedîd programını tanıttı. O; ilkokulların özel öğretmenlerinin olması, okullarda okumayla beraber yazmanın da öğretilmesi, dinî ilimler ve Kuran derslerinin yanında coğrafya, matematik, tarih vb. derslerin de okutulması, sınıfların fizikî koşullarının iyileştirilmesi gibi birçok gerekliliği savunuyordu. 1884’te Bahçesaray’da açtığı ilk usûl-i cedîd mektebi ile programın uygulanışında da ilk adımı yine kendisi attı. Sonradan bu ilk okul örnek alınarak açılan diğer okullar da “usûl-i cedîd mektepleri” olarak anıldı. İsmail Gaspıralı, bu okullarda okutulması için ders kitapları ve öğretmenler için öğretim metotlarını içeren rehber kitapları yazdı.
Yeni eğitim, dinî bilgilere öncelik veriyor ancak pozitif bilimleri ve günlük hayatta fayda sağlayacak bilgileri de içeriyordu. Önce Türkçe eğitimi veriliyor, Arapça ve Rusça bunun ardından geliyordu. Ayrıca klasik hece yöntemi terk edilerek Türkçeye uygun olarak harflerin sesleri öğretiliyordu. “Usûl-i savtiyye” denilen bu yolla verimsiz ve uzun zaman alan okuma-yazma eğitimi kırk günde tamamlanır hale geldi. Usûl-i ceditte eğitimin içeriği kadar şekli de önemliydi. Minderlerde oturulan mektep düzeninin yerini öğrenci sıraları ve öğretmen masası aldı. Okula kabul sadece yılın belli dönemlerinde yapılmaktaydı. Öğrenciler seviyelerine göre sınıflara devam etmeli, bütün öğrenciler aynı anda eğitime başlayıp aynı anda bitirmeliydi. Dersler bireysel değil sınıfça ilerlemeli, bir konu tamamen kavranmadan diğerine geçilmemeli, her ders için başarı durumunu belirleyecek sınavlar yapılmalıydı. Ders saatleri 1 saati geçmemeli, dersler arasında mola verilmeliydi. Yazın okul kapatılmalı veya dersler hafifletilmeliydi. Usûl-i kadîmin aksine öğrenciler dövülmemeli, cezalandırılmaktan çok teşvik edilmeliler ve böylece okul sevdirilmeliydi. Ayrıca bu sistemde yalnız erkek çocuklar değil, kızlar da eğitime dâhil ediliyordu. Okullardaki yeni tarz eğitimin yanı sıra eğitim için yurtdışına da öğrenciler gönderiliyor, çeşitli yayın organlarıyla halk aydınlatılıyor, okuma-yazma bilmeyip okul çağında olmayanlara akşam okullarında ders veriliyordu.
Ceditçi eğitim başarılı sonuçlar verdikçe cedit okullarının sayısı da artmaya devam etti. Kırım’da başlayan bu mücadele, Türkistan ve Azerbaycan’da da benimsenmeye, temsilciler bulmaya başladı. Türklerde millî bilinç uyandıran ve onların entelektüel seviyelerini yükselten bu okullar ve eğitimciler elbette birtakım engellerle de karşı karşıya kaldılar. Bunların başında ceditçilerin İslâm’ı sarsacağına inanan kadimcilerin muhalefeti geliyordu. Diğer yandan başlarda sessiz kalmalarına rağmen okulların başarısının kendi emellerine engel olacağını gören Ruslar da ceditçilere karşı önlemler almaya başladı. Kadimcileri kışkırtmanın yanı sıra cedit okullarını kapatma, öğretmenlerini sürgüne gönderme, İlminskiy metoduyla eğitim yapılacak olan Rus okulları açıp çocukları buralarda eğitime yönlendirme gibi çeşitli yollara da başvurdular. Gaspıralı İsmail Bey, usûl-i cedîd eğitimini milli bağımsızlık mücadelesinin bir adımı olarak görüyorsa da öncelikli amacı olan Rusya Müslümanlarının birliğini sağlama yolunda Ruslara karşı temkinli davrandı, ifadelerinde daima ılımlı oldu. Buna rağmen cedit hareketi etki alanını genişlettikçe baskılar da arttı. Bilhassa Sovyet döneminde Pantürkizm ve Panislamizm fikirleri ve Sovyet düşmanlığı gibi suçlamalarla hareketin önde gelen isimleri sürgüne gönderildi, hapsedildi ya da öldürüldü. Mîr Sultan Galiyev, Bekir Çobanzade, Münevver Karî gibi mühim ceditçiler, öldürülenler arasındaydı. İstanbul Darülfünûnu Umûmî Türk Tarihi kürsüsünün kurucusu olan Ahmed Zeki Velidî Togan da ceditçi hareketin siyasî kolunda faaliyet göstermiş isimlerden biriydi. Togan, Başkurdistan’ın muhtariyetini ilan edince Sovyetler Birliği tarafından mahkûm edildiği hapisten kaçıp İstanbul’da hayatına devam etti.
XX. yüzyıl boyunca faaliyetleri bu derece baskı altına alınmış olmasına rağmen Rus idaresi altında yaşayan Müslüman-Türklerin millî ve dinî kimliklerini muhafaza edebilmelerine fayda sağlaması bakımından cedit hareketi, Türk fikir hayatında önemli bir yer edindi. Sovyetlerin dağılma sürecinde girilen bağımsızlık yolunda, ceditçilerin fikrî mirasları yeni Türk devletlerinin inşasında temel oldu.

