Doğukan Miraç DEMİRCAN : Kalkınma Yolu ve Kerkük-Baniyas Boru Hattı: Anlaşmanın Sona Erdirilmesiyle Türkiye Enerji Jeopolitiğinde Kritik Dönemeç

Turk DEGS
Yazan: Turk DEGS
16 Dk. Okuma
16 Dk. Okuma

Yazan: Doğukan Miraç DEMİRCAN

Kalkınma Yolu ve Kerkük-Baniyas Boru Hattı: Anlaşmanın Sona Erdirilmesiyle Türkiye Enerji Jeopolitiğinde Kritik Dönemeç

  1. Jeopolitik Boşluk: Kerkük-Baniyas Hattı Yeniden Gündemde

Ortadoğu enerji haritasını değiştirebilecek, Türkiye’nin enerji koridorlarındaki merkezi konumunu baltalayabilecek tehlikedeki Kerkük-Baniyas petrol boru hattı projesi İngiltere ve Fransa’nın adımlarıyla yeniden canlandırılıyor. Irak hükümeti yıllar sonra ilk kez Suriye ile masaya oturarak (aslında oturtularak), Kerkük’ten Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki Baniyas limanına uzanan petrol boru hattını yeniden faal hale getirmeyi görüştüğü kamuoyuna 2025 yılının ilk aylarında açıklanmıştı. Esad rejiminin yıkılmasının ardından Suriye iç savaşının Süveyda bölgesindeki Dürzi isyanı haricinde sona ermesiyle ortaya çıkan yeni denklem bu adımı mümkün kılıyor: Türkiye ile YPG/PKK terör örgütü arasındaki çatışmanın yakın geçmişe nispeten durgunlaştığı, Suriye’nin Arap dünyasına dönüşü ve ABD ile AB’nin Suriye’ye yönelik yaptırımlarının kalktığı, IŞİD tehdidinin neredeyse tamamen ortadan kalkmış durumda olması ve Şam-Bağdat hattındaki güvenin yeniden tesis edildiği göz önünde bulundurulduğunda söz konusu projenin hayata geçirilmesinin önünde bir engel kalmayacak gibi görünüyor. Nitekim Bağdat ve Şam yönetimleri boru hattının teknik ve ekonomik fizibilitesini değerlendirmek üzere üst düzey görüşmelere başladı.

Bu gelişmeler, 1950’lerde inşa edilen ve on yıllardır atıl kalan Kerkük-Baniyas hattının yeniden canlandırılmasının önündeki siyasi engellerin büyük ölçüde kalktığına işaret ediyor. Türkiye açısından jeostratejik bir karşı hamle niteliğindeki bu boru hattının Kalkınma Yolu Projesi’ne alternatif olması için türetilen bir tuzak olduğunu düşünmekte bir beis yoktur. Daha önce Suriye’deki iç savaş, terör tehditleri ve uluslararası yaptırımlar gibi engeller hattı imkansız kılmıştı. Şimdi geriye kalan tek ve en somut sorun ise finansman zorluğu: Hattın yeniden inşası ve onarımı için en az 8 milyar dolarlık bir yatırım gerekiyor. Boru hattının mevcut yapısı, savaş ve ihmal yüzünden ağır hasar gördüğü için çoğunluğu ( döşenmesi gereken yeni hattın %70’inin Suriye’de olduğu düşünülüyor) muhtemelen yeni bir hat döşenmesi ve pompa istasyonlarının yeniden kurulması gerekecek. Bu yüksek maliyetli projenin hayata geçmesi için Londra yönetimi gibi uluslararası aktörlerin finansman sağlaması olası gözüküyor. Nitekim boru hattının tarihsel geçmişinde de British Petroleum (BP) gibi Batılı şirketler rol almıştı ve söz konusu hat 1952’de BP öncülüğünde inşa edilmişti. Dolayısıyla Birleşik Krallık, enerji güvenliği ve stratejik çıkarları doğrultusunda gerekli kredileri sağlayarak projeyi destekleyebilecek ülkelerin başında geliyor.

  • “Ceyhan’a Alternatif” Boru Hattı ve Bölgesel Hesaplar

Bağdat yönetimi için Kerkük-Baniyas hattını diriltmek, ihracat rotalarını çeşitlendirme stratejisinin kritik bir parçası olsa da Kalkınma Yolu Projesi bu hattın aksine daha düşük güvenlik riski ve lojistik kolaylık sağlamasına rağmen İngiltere ve Fransa gibi sömürgeci rolünü diriltmek isteyen ülkelerin baskısına yönelik ciddi şüphe duyuyoruz. Irak şu an günlük 3,5 – 4 milyon varil petrol üreterek Suudi Arabistan’dan sonra OPEC’in en büyük ikinci üreticisi konumundadır. Buna karşın ihracatının %85’i Basra Körfezi’ne bağımlıdır. Hürmüz Boğazı’nda oluşabilecek en ufak gerilim, milyarlarca dolarlık petrol gelirini riske attığı çok yakın dönemde yaşanan İran-İsrail savaşından anlaşılmıştı. Yıllardır Kerkük-Ceyhan boru hattı üzerinden yapılan sevkiyatlar ise bir türlü istikrara kavuşamadı. Türkiye üzerinden Akdeniz’e uzanan bu hat, kapasitesi 1 milyon varil üzerinde olsa da güvenlik sorunları ve siyasi ihtilaflar nedeniyle maalesef son yıllarda günde 400-500 bin varilden öteye geçemedi. Buna ek olarak Mart 2023’te Uluslararası Tahkim Mahkemesi, Türkiye’nin Irak merkezi hükümetinin onayı olmadan Kuzey Irak Kürt petrolünü Ceyhan’dan ihraç etmesini anlaşmaya aykırı bulup 1,5 milyar dolar tazminata hükmetti. Bu karar sonrası Kerkük-Ceyhan hattı kapatıldı ve o tarihten bu yana petrol akışı başlamadı. Ankara her ne kadar teknik olarak hattın hazır olduğunu belirtse de Irak’la hukuki anlaşmazlık çözülmeden sevkiyat tam manasıyla yapılamıyor.

İşte bu ortamda Bağdat, ihracatının Türkiye’ye bağımlı kısmını azaltmak için Kerkük-Baniyas seçeneğini tekrar masaya koydu. Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaşacak hat, Irak’a doğrudan Avrupa pazarına çıkış imkânı verecek. Söz konusu hat günde 300.000 varilden fazla petrol taşıma kapasiteli olarak planlanıyor. Bu düzey, Kerkük-Ceyhan’ın son yıllarda fiilen taşıyabildiği miktarla kıyaslandığında oldukça yüksek miktardadır. Bağdat ile Şam arasında yapılan görüşmelere göre, ön çalışmalar ve mühendislik etütleri başlamış durumda ve hat aktif hale gelirse Türkiye topraklarını tamamen devre dışı bırakarak Irak petrolünü doğrudan Baniyas terminalinden dünya pazarlarına sunma tercihini masada tutuyor gibi görünüyor. Öte yandan Türkiye’nin, Irak hükümetine yeni, elektrik ve petrokimya sektörlerini de içeren, geniş kapsamlı bir anlaşma taslağı önerisiyle gittiği bugün (22 Temmuz) tarihinde yayımlanan haberlerde vurgulandı.

Kerkük-Baniyas hattının devreye girmesi demek, Türkiye’nin yıllardır sürdürdüğü “enerji koridoru” rolünün darbe alması demektir. Türkiye, Ceyhan/Yumurtalık terminali sayesinde hem Irak’ın hem Azerbaycan’ın petrol ve gazını Akdeniz’e ulaştırarak transit gelirleri elde ediyor ve bölgesel enerji merkezi olma iddiasını vurguluyordu. Ayrıca bu hattın yapımı gerçekleşirse, Ankara’nın Erbil üzerinde sahip olduğu ekonomik koz da zayıflayacak.

Öte yandanı Şam, uzun vadede bu enerji zengin bölgelerin kontrolünü geri alarak hem kendi ekonomisini canlandırmak hem de YPG’nin petrol gelirlerini kesmek isteyecektir. YPG/PKK terör örgütünün bu durumda petrol kartını kaybetmesi ile siyasi ağırlığı azalacak ve Ankara da güney sınırında kendisine tehdit oluşturan otonom bir yapının zayıfladığını görecektir. Söz konusu durum Türkiye lehine bir gelişme olacaktır fakat bu durumun sağlanması için bile boru hattının YPG/PKK terör örgütünün fiilen kontrol ettiği bölgelerden geçmesi ve buna her an müdahale etme ihtimalinin bulunması, bu projeyi güvensiz kılıyor.

Bu tablo, Ankara açısından bir jeopolitik “tuzak” olarak da değerlendirilebilir. Nitekim Irak ve Suriye, Türkiye’yi devre dışı bırakarak kazanımlarını maksimize etmeye çalışırken, ABD ve bazı Batılı güçlerin desteklediği diğer projeler de Türkiye’yi baypas etmeyi hedefliyor. Bu noktada dikkatler, yakın zamanda gündeme gelen Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru (IMEC) girişimine çevriliyor.

  • IMEC Koridoru ve Türkiye’yi Baypas Etme Stratejisi

2023 G20 Zirvesi’nde duyurulan Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC), küresel ticaret yolları rekabetinin son örneklerinden biri oldu. ABD, Hindistan, Suudi Arabistan, BAE ve Avrupa Birliği gibi aktörlerin imza attığı bu girişim, Hindistan’ı Basra Körfezi üzerinden Orta Doğu’ya, oradan da demiryolu ve denizyolu kombinasyonlarıyla Avrupa’ya bağlamayı hedefliyor. Ancak dikkat çekici bir ayrıntı, rotanın Türkiye ve Irak’ı dışarıda bırakacak şekilde tasarlanmış olmasıdır. IMEC’in resmi haritalarında yük trenlerinin Suudi Arabistan’dan Ürdün ve İsrail’e uzanıp Akdeniz’e ulaşması, böylece Türkiye üzerinden geçen geleneksel “orta koridor”un devre dışı bırakılması planlanıyor. Bu durum “Türkiye’yi pasifize etme çabası” olarak algılanmaktadır ve bu algı biçimi haklıdır.

Gerçekten de Coğrafi konumu gereği Türkiye yüzyıllardır Asya-Avrupa ticaretinin kavşak noktası konumundadır. IMEC projesi ise büyük ölçüde kâğıt üzerindeki bir plan olup önünde hem jeopolitik riskler hem de fizibilite sorunları bulunuyor. Örneğin projenin öngördüğü güzergâhın bir kısmı İsrail üzerinden geçiyor. İsrail, bir terör devleti olarak bölgedeki istikrarsızlığın, hatta Dünya’daki birçok denge sorununun ana kaynağıdır. 2023 sonbaharında patlak veren İsrail-Hamas çatışması sonrasında bu rotanın güvenliği ve istikrarı belirsiz hale geldi. Kızıldeniz’de ve İsrail limanlarında yaşanabilecek krizler, IMEC’in uygulanabilirliğini şimdiden açıkça engelliyor.

Buna karşılık, Türkiye ve Irak’ın ortak vizyonuyla geliştirilen “Kalkınma Yolu Projesi” (Development Road), IMEC’e alternatif olabilecek somut bir bölgesel koridor olarak öne çıkıyor. Basra Körfezi’nden Türkiye’ye uzanan 1200 kilometrelik otoyol ve hızlı tren hattını içeren bu proje, Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani tarafından 2023’te ilan edildi ve Türkiye tarafından kuvvetle desteklendi. Hedef, Basra’daki El-Faw Büyük Limanı’nı Türkiye’nin sınırına ve devamında Avrupa’ya bağlamak, böylece Asya-Avrupa ticaretinde en hızlı kara+deniz rotasını tesis etmektir. Projenin maliyeti yaklaşık 17 milyar dolar olarak hesaplandı ve ilk aşamasının 2028’e dek tamamlanması planlanıyor. Türkiye, bu projeye doğrudan 5 milyar dolar yatırım yapmaya hazır olduğunu beyan ederek güçlü bir irade gösterdi fakat tarafımca kanaatim söz konusu miktarın yeterli olmadığıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem 2023’teki Ankara-Bağdat zirvesinde hem de BM Genel Kurulu’nda Kalkınma Yolu’nun Türkiye’yi “küresel bağlantısallığın merkezi” konumuna taşıyacağını vurguladı. Nitekim Türkiye, lojistik avantajlarını kullanarak bu koridorda sadece transit ülke değil, aynı zamanda ürün ve enerji dağıtım merkezi olmayı hedeflemelidir.

Kalkınma Yolu’nun arkasındaki bölgesel ve küresel destek de büyüyor. 2023 Ağustos ayında Bağdat’ta düzenlenen uluslararası konferansta, birçok Körfez ve Avrupa ülkesi temsilcisi projeye ilgi gösterdi. Bu destek, aslında IMEC’in Türkiye’yi dışlama hamlesine karşı bir denge arayışını da yansıtıyor. Zira Kalkınma Yolu, IMEC’e göre daha kısa, daha güvenli ve halihazırda planlama aşamasını geçmiş bir girişim olarak görülüyor. Irak’ta inşaat çalışmaları için bütçe ayrıldı, saha etütleri başladı. Yani bir anlamda “kim daha hızlı hareket edecek” yarışı söz konusudur: Ya IMEC beklenenden çabuk hayata geçip Orta Doğu ticaretini Türkiye aleyhine yönlendirecek ya da Türkiye-Irak hattı önce bitip bölgenin ana arterine dönüşecektir.

Enerji boyutunda da Kalkınma Yolu’nun stratejik bir açılımı var. Türkiye, yalnızca ticari taşımacılık değil, enerji nakli için de bu koridoru kullanmayı planladığı birkaç yıl önce ilan edilmişti. 21 Temmuz 2025 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararıyla 1970 döneminden kalma Irak-Türkiye petrol boru hattı anlaşmasını 2026 itibarıyla sonlandırılacağı ilan edildi, Bağdat’a kapsamlı bir yeni enerji işbirliği anlaşması taslağı sunuldu. Bu yeni çerçevede, petrol ve gaz ticaretinden elektrik ve petrokimya yatırımlarına dek pek çok alan bulunuyor. Ankara, Kerkük-Ceyhan hattını modernize ederek yeniden devreye almak isterken, Kalkınma Yolu projesine paralel şekilde petrol boru hatlarını Güney Irak’a kadar uzatma fikrini de masaya ekledi. Basra’daki Büyük Faw Limanı’ndan Türkiye’ye uzanacak hızlı tren ve otoyolun yanına yeni bir petrol boru hattı entegre edilmesini, böylece Basra petrollerinin de Türkiye üzerinden Akdeniz’e ulaştırılmasını önermekteyiz.

  • Türkiye Kazanımlarını ve Risklerini Nasıl Yönetmeli?

Gelinen noktada Türkiye kritik bir karar aşamasında. Ankara ne kazandı, ne kaybetti? İlk bakışta, son gelişmeler Türkiye’nin hanesine diplomatik ve ekonomik kayıplar yazdı: Tahkimde tazminat ödemek zorunda kaldı, iki yıldır Ceyhan’dan petrol akışı olmadığı için yaklaşık 400 milyon dolar transit gelirinden mahrum kaldı ve enerji müzakerelerinde eli zayıfladı. Dahası, Irak petrolünü taşıyan alternatif hatların gündeme gelmesi Türkiye’ye yönelik jeostratejik bir meydan okuma anlamı taşıyor. Ancak bu meydan okuma doğru hamlelerle fırsata çevrilebilir. Türkiye’nin önünde, kendi kozlarını güçlendirme ve bu “tuzak” olarak görülen senaryoyu bertaraf etme imkânları var. İşte karar vericiler ve kamuoyu için öne çıkan bazı öneriler:

  • Kerkük-Ceyhan Hattının Yenilenmesi ve Güvenliği: Türkiye, öncelikle mevcut Irak petrol hattının modernizasyonuna hız vermelidir. Bakım, kapasite artırımı, dijital güvenlik sistemleri ve güzergâh güvenliği konularında yatırımı artırarak Ceyhan rotasının en güvenilir ve verimli seçenek olduğunu yeniden kanıtlamalıdır.
  • Bağdat-Erbil Anlaşmazlığında Arabulucu Rolü: Ankara, Kerkük-Ceyhan’ı devre dışı bırakan sorunun temelinde yatan Bağdat-IKBY anlaşmazlığının çözümünde aktif rol almalıdır. Merkezi hükümet ile Erbil arasında adil bir gelir paylaşım mekanizması kurulmasına aracılık etmek hem Irak içindeki gerilimi azaltacak hem de Türkiye’nin güvenilir ortak konumunu pekiştirecektir. Kürt petrolünün tekrar akması için Ankara’nın ikna edici diplomasi yürütmesi, geçmişte oluşan güven kaybını telafi etmeye yardımcı olabilir. Bu sayede Irak petrolünün yeniden Ceyhan’a akışı sağlanacaktır.
  • Kalkınma Yolu Projesine Öncelik ve Mutlak İvme Kazamnılması: IMEC gibi projelerin hız kazanmasına karşın Türkiye mutlak surette Kalkınma Yolu’nu önceliklendirmeli ve ivedilikle hayata geçirmelidir. Bu, yalnız Türkiye’nin değil, Irak’ın da çıkarına olacaktır. Ankara, 2026 ve sonrasında bütçe ve kaynak planlamasında Kalkınma Yolu’na özel pay ayırmalı, gerekirse Çin’in Kuşak-Yol fonlarından, Avrupa İmar Bankası’ndan veya Körfez sermayesinden ek finansman çekmelidir. Unutulmamalıdır ki “oyun eninde sonunda hızla bitirenin olacaktır” – eğer Türkiye-Irak hattı 2028 gibi işler hale gelirse, IMEC’in rotası ne derece çizilirse çizilsin cazibesini büyük ölçüde yitirecektir. Dolayısıyla lojistik altyapı inşası, gümrük entegrasyonu ve sınır geçişlerinin kolaylaştırılması konularında Ankara-Bağdat arasında ortak çalışma grupları kurulup takvim öne çekilmelidir.
  • Uluslararası Yatırımcılar: Bölgedeki dev enerji yatırımlarının seyri, Türkiye’nin stratejisini baltalayacak şekilde değerlendirilebilir. Örneğin BP, Irak’ın Kerkük sahalarını geliştirmek için 25 milyar dolara kadar yatırım yapma kararı aldı. Benzer şekilde Fransız TotalEnergies, Basra’da 27 milyar dolarlık kapsamlı bir enerji projesine başladı. Bu ölçekte yatırımlar, Irak’ın petrol üretimini önümüzdeki yıllarda ciddi biçimde artıracaktır (Bağdat yönetimi 2027’ye kadar üretimi 8 milyon varile çıkarma hedefi koymuş durumda). Türkiye, bu üretim artışının kendi topraklarından dünyaya taşınması için uluslararası şirketlerle ortaklıklar geliştirebilir. Örneğin, BP’nin Kerkük petrolü için rotalardan biri de Ceyhan olacaktır; Ankara, BP gibi şirketlere Ceyhan terminalinde depolama, altyapı ortaklığı veya işletme avantajları sunarak büyük petrol şirketlerini Türk rotasına çekebilir. Aynı şekilde, Kerkük-Baniyas hattının revizyonu gündeme geldiğinde, burada da Türk müteahhitlik firmaları, finans kuruluşları veya enerji şirketleriyle konsorsiyum oluşturulması değerlendirilebilir. Eğer İngiltere gibi ülkeler bu hattı finanse etmeye istekliyse, Türkiye de projede söz sahibi olmayı talep edip kendi çıkarlarını güvenceye alacak anlaşmalara imza atabilir. Bu sayede hem Suriye’nin yeniden imar sürecine katkı verilir hem de Türkiye devre dışı kalmak yerine oyunun içinde kalır.
  • Jeostratejik İşbirliklerini Artır: Son olarak, Türkiye bu süreçte çok boyutlu diplomasiyle hareket etmelidir. Washington ve Brüksel’de, IMEC projesinin Türkiye’yi dışlamaması gerektiği yönünde girişimlerini sürdürmelidir. Zira Avrupa’nın uzun vadede Türkiye üzerinden gelecek güvenli enerji ve ticaret koridorlarına ihtiyacı olduğu tezi güçlü bir argümandır.
  • Türkiye için Uyanış Zamanı

Cumhurbaşkanı kararıyla yürürlükten kaldırılacak olan anlaşma ile bölgedeki hızlı gelişmeler, Türkiye’yi enerji ve ticaret jeopolitiğinde bir eşik noktasına, boşluğa getirmiş durumdadır. Ankara, yarım asırlık petrol hattı anlaşmasını sonlandırarak risk aldı ancak bu risk, yeni bir kazanım sayfası açmak için fırsata çevrilebilir. Kerkük-Baniyas boru hattının diriltilmesi ve IMEC koridorunun gündeme gelmesi, Türkiye’nin bugüne dek elde ettiği jeostratejik konumu sarsmayı hedefleyen adımlar olarak okunabilir. Bu adımların bir “tuzak” olup olmadığı, büyük ölçüde Türkiye’nin vereceği cevaba bağlı olacak. Eğer Ankara proaktif, hızlı ve vizyoner politikalar uygularsa ne enerji oyununda ne de ticaret yollarında dışarıda kalmayacak, tam tersine merkez ülke konumunu pekiştirecektir. Bunun yolu da kendi projelerimize öncelik vermek, ortaklıkları güçlendirmek ve yeni gerçeklere hızla uyum sağlamaktan geçiyor. Sonuç olarak Türkiye, kaderinin kendi ellerinde olduğunu bilerek, kararlılıkla adımlarını atmalı ve küresel koridor rekabetinde “ben de varım” diyebilmelidir. Unutmayalım, bugün atılacak doğru adımlar, yarın ülkemizi hem ekonomik hem stratejik açıdan çok daha güçlü bir konuma taşıyacaktır.

Ne Mutlu Türk’üm Diyene, Zafer Bizim!

-DMD

Bu Yazıyı Paylaş
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir