MİSÂK-I MİLLÎ YOLUNDA BİR DÖNÜM NOKTASI: 20 EKİM 1921 ANKARA ANTLAŞMASI

Turk DEGS
Yazan: Turk DEGS
6 Dk. Okuma
6 Dk. Okuma

Tarihi Arka Plan ve Diplomatik Süreç

Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı toprakları galip devletlerce paylaşılırken, Fransa da bu süreçte Çukurova, Antep, Urfa ve Maraş gibi bölgeleri işgal etti. Ancak bölge halkının Kuvâ-yı Milliye ruhuyla gösterdiği direniş büyüdü ve Fransa’nın bölgede tutunmasını zorlaştırdı. Bu direniş, 1921 Şubat’ında toplanan Londra Konferansı’nda kalıcı bir çözüme ulaşamadı ve Bekir Sami Bey’in Fransa ile imzaladığı antlaşmalar hem TBMM hem de Mustafa Kemal tarafından kabul edilmedi. Fakat diplomatik kanallar tamamen kapanmadı, Fransa bir çıkış yolu olarak diplomat Franklin Bouillon’u Ankara’ya gönderdi.

Bouillon’un Haziran 1921’de başlayan ziyaretleri, Fransa’nın Sevr dayatmasında ısrarcı tutumunu sürdürmek istemesi karşısında Mustafa Kemal’in Misâk-ı Millî çerçevesindeki kararlı duruşu nedeniyle zaman zaman kesintiye uğradı. Ankara Hükümeti, kapitülasyonlar, nüfuz bölgeleri ve millî sınırlar gibi konularda kesin tavizsiz bir tutum izledi. Mustafa Kemal Atatürk büyük Nutkunda bu süreci şöyle anlattı:

‘’9 Haziran 1921’de Ankara’da Mösyö Franklen Buyyon ile Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey ve Fevzi Paşa’nın da katılımıyla iki hafta süren görüşmeler yaptım. 13 Haziran’daki ilk toplantımızda müzakerelerin dayanağı olarak Misâk-ı Millî’yi belirttim. Franklen Buyyon ise Sevr Antlaşması’nın emrivaki olduğunu, Londra’daki Bekir Sami Bey ile yapılan antlaşmanın esas alınmasını ve bunun Misâk-ı Millî’ye aykırı noktalarının tartışılmasını önerdi. Avrupa ve İstanbul’da Misâk-ı Millî’nin tam anlaşılmadığını savundu. Ben de yeni Türkiye Devleti’nin kurulduğunu, milletimizin haklarının tanınması gerektiğini, Sevr Antlaşması’nı Türk milleti için idam kararnamesi olarak gördüğümüzü, bu antlaşmayı kabul edenlerle güven kuramayacağımızı belirttim. Bekir Sami Bey’in Londra’daki tutumunu yetki dışı hata saydım. Avrupa’nın Misâk-ı Millî’den habersiz olmasının mümkün olmadığını, İstanbul halkının da millî harekete vakıf olduğunu ve karşı olanların azınlık olduğunu vurguladım.’’

Uzun müzakereler sonunda, Bouillon’un Misâk-ı Millî’yi okuyup anladıktan sonra görüşmelere devam etme talebi üzerine görüşmeler ertelendi, Paris ile temas kurmak için Ankara’dan ayrıldı. Görüşmelerde en çok üzerinde durulan konular kapitülasyonların kaldırılması ve tam bağımsızlık oldu. Bouillon bu konuların incelenmesi ve üzerinde düşünülmesi gerektiğini belirtti. Mustafa Kemal Atatürk tam bağımsızlıktan asla taviz verilmeyeceğini şu sözlerle vurguladı:

“Tam bağımsızlık bugün üstlendiğimiz görevdir; millete ve tarihe karşı borcumuzdur. Haysiyet ve şerefinden mahrum yaşamayı kabul etmeyen bir millet olarak herkes tek amaçta birleşmiş, gerektiğinde bunun için can vermeye karar vermiştir. Tam bağımsızlık; siyaset, maliye, ekonomi, adalet, askerî ve kültürel alanda serbestlik demektir; bu alanlardan biri eksikse gerçek bağımsızlık yoktur. Gerçek barış ve sükûn yalnızca tam bağımsızlıkla sağlanır; mütareke sonrası hemen huzura razı olsaydık iki yıllık mücadele anlamsız olurdu.”

Sonuç olarak yeniden Ankara’da resmî olarak başlayan görüşmeler Sakarya Meydan Muharebesi’nin zaferle sonuçlanmasıyla hız kazandı. Artık Fransa, askerî ve siyasî çıkarlarını gözeterek Ankara Hükümeti ile uzlaşmanın kaçınılmaz olduğunu fark etti.

Antlaşmanın İçeriği ve Kazanımları

20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Antlaşması hem sahadaki güç dengelerini hem de diplomatik pozisyonları yansıtan dengeli ama Türkiye açısından oldukça kazançlı bir metindi. Fransa, TBMM’yi resmen tanıyarak Sevr’in dayattıklarını büyük ölçüde çökertmiş oldu. Güney Cephesi’nde savaş sona erdi, Türk ve Fransız esirleri karşılıklı olarak serbest bırakıldı. Antep, Urfa, Maraş gibi şehirler Türkiye’ye bırakıldı. Suriye sınırı yeniden çizildi. Böylece Türkiye’nin ilk kez Batılı bir devlet tarafından hukuki ve siyasal düzlemde tanınması gerçekleşmiş oldu. Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’ta ifade ettiği haliyle; ‘’Bu antlaşma ile siyasî, iktisadî, askerî vs. hiçbir hususta bağımsızlığımızdan hiçbir şey feda etmeksizin, vatanımızın kıymetli parçalarını işgalden kurtarmış olduk. Bu antlaşma ile millî emellerimiz, ilk defa olarak Batı devletlerinden biri tarafından tasdik ve ifade edilmiş oldu.’’

Ankara Antlaşması’nın Tarihsel ve Stratejik Önemi

Ankara Antlaşması, sadece sınır düzenlemesi değil, Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesinin Batı’da kazandığı ilk büyük diplomatik zaferdir. Bu belgeyle Fransa, Türkiye’nin Sevr’e karşı mücadelesini tanıdı; İtilaf Devletleri’nin bütünlüğü bozuldu, Türkiye’nin güney sınırı çizildi, Güney Cephesi kapatılarak Batı Cephesi güçlendirildi, Hatay’daki Türk varlığı kabul edildi. Antlaşma, Kurtuluş Savaşı’nın sadece silahla değil diplomasiyle de yürütüldüğünü gösterdi. Ankara Hükümeti’nin diplomatik meşruiyeti güçlenerek, Mudanya ve Lozan’a giden yol açıldı. Lozan’da belirlenen güney sınırları, büyük oranda Ankara Antlaşması temel alınarak şekillendirildi, geriye kalan tek mesele olan Hatay da bu antlaşmanın sunduğu zeminde çözüme kavuşturuldu.

Hatay Meselesi: Geleceğe Bırakılan Bir Miras

Ankara Antlaşması ile İskenderun Sancağı (Hatay), doğrudan Türkiye’ye bırakılmayıp Fransız mandası altındaki Suriye sınırları içinde özel bir statüye sahip oldu. Ancak antlaşmanın yedinci maddesiyle Türk kültürünün gelişimi ve resmî dil olarak Türkçenin kullanımı sağlanarak, Hatay’ın Türk kimliğini koruması ve Türkiye’ye katılması için zemin hazırlandı. Antlaşma, Hatay sorununu geçici olarak erteledi ama Türkiye’nin bölgeyi topraklarına katma kararlılığını azaltmadı. Böylece Ankara Antlaşması, Hatay meselesinin gelecekteki çözümünün temelini ve Türkiye’nin kararlı dış politikasının başlangıcını oluşturdu.

Sonuç

20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Antlaşması, Türk diplomasisinin olgunlukla yürüttüğü bir süreç sonucunda, askerî zaferin siyasî kazanıma dönüşmesini sağladı. Türkiye’nin tam bağımsızlık mücadelesinin, Batı’da diplomatik alandaki ilk büyük başarısı olan bu antlaşma, Misâk-ı Millî hedeflerine ilerlemede önemli bir adım ve Cumhuriyet’in temellerine sağlam bir katkı oldu. Mustafa Kemal Atatürk’ün ileri görüşlülüğüyle şekillenen antlaşma, “Şahsi meselem” dediği topraklar üzerinde Türkiye’nin ileride Hatay’ı vatan toprağı haline getirmesinin zeminini oluşturdu. Bu sayede Türkiye Cumhuriyeti, 1939 yılında Hatay’ı uluslararası arenada geniş bir destekle vatan toprağı haline getirdi. Bu süreç, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü koruma kararlılığını göstermesi bakımından çok önemli bir örnek oluşturdu.

Bu Yazıyı Paylaş
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir