Şafak Yıldırım yazdı…
New York’ta yapılan belediye başkanlığı seçimlerinde resmi olmayan ilk sonuçlara göre oyların yüzde 50,4’ünü alan Demokrat aday Zohran Mamdani, şehrin tarihindeki ilk Müslüman belediye başkanı olmaya hazırlanıyor. Sandıkların yaklaşık yüzde 89’u açılmışken gelen bu sonuç, hem ABD iç siyaseti hem de göçmen kökenli toplulukların siyasal temsil meselesi açısından dikkate değer bir gelişme olarak değerlendiriliyor.
34 yaşındaki Mamdani’nin kimlik ve yaşam öyküsü, ABD’nin çok kültürlü yapısının ve göçmen geçmişinin bir yansıması niteliğinde. Uganda doğumlu, Hint asıllı bir Şii Müslüman olan Mamdani, New York’ta milletvekilliği yaptığı dönemde sosyal politikalar, toplu ulaşım destekleri ve kamusal bakım hizmetleri gibi konularda çalışmalar yürütmüş bir isim. Aynı zamanda Filistin meselesine verdiği açık destekle de ABD kamuoyunda dikkat çekmişti.
Mamdani’nin aile hikâyesi, modern Afrika ve Güney Asya tarihinin gerilimli dönemleriyle iç içe. Babası Mahmood Mamdani, Uganda’da doğmuş Hint kökenli bir akademisyen. 1972’de Uganda devlet başkanı İdi Amin’in ülkedeki Asya kökenlilere yönelik “90 gün içinde ülkeyi terk etme” kararı sonucunda Mamdani ailesi, İngiltere’de bir mülteci kampına sığınmak zorunda kaldı. Bu süreç, ailenin eğitim ve entelektüel birikimini farklı coğrafyalara taşırken, kimlik ve aidiyet konularına dair güçlü bir perspektif de oluşturdu.
Annesi Mira Nair ise Hindistan kökenli bir film yönetmeni. Uluslararası festivallerde ödüller alan filmleriyle bilinen Nair, toplumsal eşitsizlik, sınıf farklılıkları ve göç olgusu gibi temaları işleyen yapımlarıyla tanınıyor. Aile, uzun yıllar Uganda ve ABD arasında yaşamış; Zohran Mamdani de bu çok katmanlı kültürel çevrede büyümüş.
Bugün New York’ta ortaya çıkan tablo, Amerikan siyasetinde son yıllarda belirginleşen iki eğimin devamı gibi görünüyor. Birincisi, göçmen kökenli seçmenlerin ve genç nüfusun siyasal katılımının artması. İkincisi ise yerel yönetimlerde daha kimlik çeşitliliği içeren temsil biçimlerinin güçlenmesi. Mamdani’nin seçilmesinde, örgütlü taban çalışmasının, mahalle ve yerel topluluklarla kurulan bağların etkili olduğu ifade ediliyor.
Türkiye açısından bu gelişme, iki açıdan not edilmeye değer. Birincisi, ABD’de yaşayan Türk ve Müslüman nüfusun siyasal alandaki görünürlüğünün artması bakımından sembolik bir eşik oluşturmasıdır. İkincisi ise Filistin meselesi başta olmak üzere Ortadoğu politikaları üzerinde Amerikan yerel siyasetinde yükselen yeni söylem ve aktörlerin gelecekte Washington’ın genel çizgisi üzerinde dolaylı etkiler yaratabileceği ihtimalidir. Ancak bunun nasıl şekilleneceği, ABD’nin federal karar mekanizmaları kapsamında uzun süreçlere bağlı olacaktır.
Sonuç olarak Mamdani’nin zaferi, New York özelinde sosyal politikaların ve kimlik siyasetinin bir kesişim noktasında ortaya çıkan bir tercih olarak görülüyor. Bu sonuç, geniş anlamda küresel bir siyasal dönüşümün işareti olarak yorumlanmak için henüz erken olsa da, ABD’de yerel yönetimlerin ideolojik çeşitliliğinin arttığı bir döneme işaret ettiği söylenebilir. Mamdani’nin icraatları ve belediye yönetimindeki yaklaşımı, seçim sonucunun kalıcı bir yönelim mi yoksa dönemsel bir dalga mı olduğunu önümüzdeki yıllarda gösterecek.

