Esirler ve köleler yüzyıllar boyunca savaşlarda etkin bir biçimde kullanılmışlardır. Hemen hemen bütün orta çağ doğu toplumlarında kullanılan gulâm sistemi, devletlerin bünyesine olabildiğince sinmiştir. Her ne kadar “gulâm, memlük, kul, abd, hadim, bende ve sakâlibe” gibi farklı isimlerle anılsalar da bu grupların yapıları ve temel görevleri benzerlik gösterdiğinden, yer aldıkları devletler için vazgeçilmez bir rol oynamışlardır. Özellikle Abbâsî, Sâmânî, Karahanlı, Gazneli, Selçuklu, Eyyûbî ve Memlüklerde bu sistem oldukça etkili olmuş ve zamanla önemli bir konuma ulaşmıştır.
Gulâm sistemi, kölelerin veya esirlerin özel olarak seçilip eğitilerek, orduda görevlendirilmesini ifade eden bir sistem olmuştur. Gulâm sistemi, sıradan kölelerin yaptıkları askerlik hizmetlerinin ilerisine geçmiş; yepyeni bir düzen getirmiştir. Gulâmlar, iyi bir eğitimden geçerek, becerilerine göre görevlendirilmiş ve yüksek rütbelere erişebilmiş, düzenli bir askerî grup olmuştur. Bu sistemde gulâmlar, çoğu zaman özgür insanlardan daha iyi yaşam koşullarına sahip olmuş; hatta özgürlüklerini kazanarak “emirlik” ya da “vezirlik” gibi makamlara kadar yükselebilmişlerdir. Sâmânî gulâmı Alp Tegin’in, Gazneli hanedanını kuran Sebük Tegin’in efendisi olması veya Baybars’ın Eyyûbîlerde yüksek mertebelere gelerek ardından Memlük Devleti’ni kurması, bir gulâmın ulaşabileceği seviyelere örnek olmuştur.
Gulâm sisteminin temelleri, Hz. Ömer ve ardından Emevîler dönemindeki esirlerin askere alınma uygulamalarına kadar götürülmüştür. Bu sistemin esas gelişimi ise Abbâsîler döneminde, özellikle Türk ve Acem unsurların ordu ve devlet kademelerinde güç kazanmasıyla başlamıştır. Gulâm sistemin kurumsal bir yapıya kavuşmasının ise Sâmânîler dönemiyle başladığı kabul edilmiştir.
Gulâm sisteminin ortaya çıkışına dair en temel iki görüşü sosyolog, tarihçi ve devlet adamı İbn-i Haldûn ve Büyük Selçuklu Veziri Nizâmü’l-mülk dile getirmiştir. İbn-i Haldûn’a göre, yerleşik hayata geçen hanedanlar, kendi kavimlerini taht için rakip olarak görmeye başlamış ve otoritelerini pekiştirmek için kendilerine sadık yabancılara, yani gulâmlara ihtiyaç duymuşlardır. Gulâmlar, varlıklarını hükümdara borçlu oldukları için daha sadık kabul edilmişlerdir. Nizâmü’l-mülk ise, farklı milletlerden gulâmların orduda bulunmasının rekabeti artırarak hizmet kalitesini yükselteceğini belirtmiştir. Keza özellikle Selçuklu Devletinde gulâmlar, konar göçer Türkmenlere karşı bir denge unsuru olarak kullanılmıştır. Bu sebeplerin yanı sıra; Arap birliklerinin yeterli derecede etkili olmaması, nüfus düşüklüğü, Emevî ve Abbâsîlerin imparatorluk sürecine girmeleriyle merkezî ordu ve koşulsuz itaat eden birliklerin aranışı, profesyonel ve daimî asker ihtiyacı gibi sebepler gulâm sisteminin ortaya çıkmasının ve yayılmasının sebepleri olarak kabul edilmiştir. Gulâm tedarikinin temel kaynağı ise, köleler ve savaşlar sonucunda ele geçirilen esirler olmuştur. Türklerin İslam’a geçişiyle birlikte, gaza ruhuyla yapılan akınlardan elde edilen gayrimüslim esirler daha önemli hale gelmiştir. Gulâmlar sadece devlete ait olmamış; zengin kişiler de eğitimli gulâmlar bulundurabilmişlerdir. Hediye yoluyla veya görevinden azledilen, öldürülen devlet görevlilerinin mallarıyla birlikte gulâmlarına el konulmasıyla da gulâmlar temin edilmiştir. Gulâmların temini sırasında farklı yöntemler olsa bile, çocuk yaşta alınan bir gulâm ile yetişkin bir esir arasında fark olduğu görülmüştür. Bu sebeple yetişkin olan gulâmlar geri hizmetlerde kullanılmış; esas vurucu güç, çocuk yaşta alınan gulâmlar olmuştur. Büyük Selçuklular döneminde, yeni alınan gulâmları eğitmek için, “kara gulâm” adı verilen büyük bir “gulâm eğitim merkezi” kurulmuştur. Gulâmların eğitimleri, küçük yaşta hizmete alınan aceminin, at binmeyi, kılıç kullanmayı, ok atmayı öğrenmesinin ardından, rütbesinin ve giysilerinin kademeli olarak yükseltilerek hizmete alınması şeklinde gerçekleşmiştir. Gulâmlar, Türkiye Selçuklularında “Gulâmhane” denilen kışlalarda “babayan” adı verilen kişiler tarafından eğitilmişlerdir. Askerî eğitimin yanı sıra dinî, ahlakî ve örfî eğitimler de verilerek hükümdara sadık “kullar” yetiştirilmesi amaçlanmıştır. Ancak bu her zaman böyle olmamıştır. Örneğin, 1040 yılındaki Dandanakan Savaşı’nın hemen öncesinde Sultan Mesud’un ordusundan birçok gulâm, kötü şartlardan ve yönetimden dolayı Tuğrul ve Çağrı Beylere sığınmış ve himayelerini tanımıştır.
Gulâmlar genellikle asker olarak görev yapmalarına rağmen, sıklıkla sivil ve idarî alanlarda da hizmet vermişlerdir. Eğitimini tamamlayan bir gulâmın yükselişi kendi başarısına bağlı olmuştur. Sâmânîler döneminde hükümdarın ve sarayın muhafazasından sorumlu merkez kuvvet olarak “gulâmân-ı meliki” veya “gulâmân-ı dergâh” adı altında hizmet etmişler; ayrıca törenlerde de görev almışlardır. Karahanlı sarayında “okçu, mühürdar, hazinedar, kâtip, kapıcı başı” gibi çeşitli görevlerde bulunmuşlardır. Gaznelilerde ise “hâciblik” ve şehirlerin savunmasından sorumlu “şahnelik” gibi yüksek makamlara gelmişlerdir. Bu sistem Selçuklularda da gelişerek devam etmiştir. Özellikle “Gulâmân-ı Hâss” denilen direkt olarak Sultan’a bağlı gulâmlar Selçuklular döneminde daha fazla değer kazanmıştır. Bazı gulâmlara ise, hükümdara ait bir mülkün gelirinin tahsisi edilmesini ifade eden “iktâlar” verilmiştir. Hatta Malazgirt Savaşı’nda Doğu Roma İmparatoru Romanos Diogenes’i esir alıp, Sultan Alparslan’ın huzuruna getiren de bu gulâmlardan biri olmuştur.
Gulâmlar bir devrin en önemli askerî yapısını oluşturmuş ve bağlı bulundukları devletin girdiği mücadelelerde belirleyici güç olmayı başarmışlardır. Öyle ki sonraları Osmanlı Devleti’nde kullanılan “kapıkulu sistemi”, gulâm sisteminin adeta devamı olmuştur. Gulâmların bıraktığı etki oldukça derin olmuştur. Merkezî otoriteyi güçlendirmişler; bazen ise hanedan kavgalarında söz sahibi olmuş, hatta kendi hanedanlarını kurmuşlardır.

