Unutulmuş Sürgünler 1944 Sürgününün İzleri ve Karaçay-Balkar Hafızası

Turk DEGS
Yazan: Turk DEGS
6 Dk. Okuma
6 Dk. Okuma

8 Mart ve 2 Kasım’ın Kara Yükü

Tarih, sadece büyük zaferleri ve ihtişamlı yükselişleri değil, ulusların belleğine kazınan derin ve sessiz çığlıkları da kaydeden ortak belleğimizdir. Sovyetler Birliği’nin acımasız ve paranoyak dönemi olan Stalin rejim, 1940’lı yıllarda Kuzey Kafkasya halklarına karşı insanlık dışı bir suçlar işledi. Bunlardan birisi Karaçaylar için 2 Kasım 1943 ve Balkarlar için 8 Mart 1944 tarihlerinde gerçekleşen sürgündü. Bu sürgün coğrafyanın hafızasına kazınan en kanlı ve en az konuşulan trajedilerden biridir.

Bu iki sürgün, resmi tarih anlatılarında kendisine yeteri kadar yer bulamadı ya da diğer büyük sürgünlerin (Kırım Tatarları, Çeçenler) gölgesinde kaldı. Oysa bu unutulmuş sürgünlerin izleri, Kafkas Dağları’nın eteklerinden Orta Asya’nın bozkırlarına kadar uzanana ve bugün dahi Karaçay-Balkar kimliğinin temelini oluşturan izlerdi.

Kolektif Suçlama ve Ölüm Yolculuğu

II. Dünya Savaşı’nın en kritik aşamalarında, Kızıl Ordu Alman işgalcileri geri püskürtürken, Stalin rejimi Kafkasya’daki bazı halkları Nazilerle iş birliği yapmakla suçlayarak onları kolektif cezaya tabi tuttu. Bu suçlamanın temelsiz olduğu, sürgünden dönen binlerce kişinin ordu saflarında savaşmış olmasıyla kanıtlandı. Ancak amaç, suçluyu bulmak değil, isyan potansiyeli taşıdığı düşünülen halkları anavatanlarından koparıp iktidarın merkezileşmesini sağlamaktı. Keza, sadece sürgün değil kimliksizleştirme vd. uygulamalar savaş öncesinde ve sonrasında Stalin rejimi tarafından sürdürülen planlı çalışmalardı.

Sürgün son derece hızlı ve gaddarca uygulandı. Askerler, Karaçay ve Balkar köylerine girerek halka hazırlanmaları için sadece birkaç saat verdi. Tüm mal varlıklarını geride bıraktılar. İnsanlar, kış ortasında, hayvan vagonlarına doldurularak binlerce kilometre uzağa, Kazakistan ve Kırgızistan’ın ıssız bölgelerine doğru gönderildi. Bu yolculuk, başlı başına bir ölümdü. Açlık, susuzluk, salgın hastalıklar ve dondurucu soğuk nedeniyle vagonlarda yüzlerce insan hayatını kaybetti. En savunmasız olanlar yaşlılar, hastalar ve çocuklardı. Sürgünün bu ilk aşaması, hayatta kalanların hafızasında ölüm vagonları olarak yer etti.

Sürgün Yılları ve Hafızanın İzleri

Sürgün edilen Karaçay ve Balkar halkları, Orta Asya’da zorlu bir 13 yıl geçirdi. Gittikleri yerlerde hiçbir altyapı yoktu. Yerel halkın yardımı ve inanılmaz bir direnç sayesinde hayatta kalabildiler. Ancak rejim, bu halkların kimliklerini tamamen silmeyi hedeflemişti. Karaçay Özerk Bölgesi ve Balkar Özerk Bölgesi lağvedildi, topraklar komşu cumhuriyetlere dağıtıldı. Öyle ki bu, sadece fiziki bir sürgün değil, aynı zamanda hukuki ve coğrafi bir silme operasyonuydu. Sürgün yıllarında açlık ve hastalık yüzünden nüfusun önemli bir kısmı yok olmuştu. Kaynaklar, Karaçayların ve Balkarların sürgünde nüfuslarının dörtte birini kaybettiğini belirtir. Bu kayıp, özellikle dönemin genç nesil üzerinde derin bir travma bıraktı.

Hafıza, bu coğrafyada güçlü bir direniş aracıdır. Sürgün yıllarına ait hikâyeler ve ağıtlar ve o dönemi yaşamış olanların sözlü anlatılarıyla kuşaktan kuşağa aktarıldı. Sürgün sadece fiziksel bir yer değişimi değil, kaybolan bir dünya ve sürekli hissedilen bir haksızlık duygusu yarattı.

Dönüş ve Yarım Kalan Adalet

Stalin’in 1953’te ölümü ve ardından gelen çözülme süreci, sürgün edilmiş halklar için umut ışığı oldu. Kruşçev’in 1956’daki 20. Parti Kongresi’nde Stalin’in suçlarını ifşa etmesiyle birlikte, Karaçay ve Balkarların itibar iadesi süreci başladı.

1957 yılında başlayan dönüş yine zorlu ve sancılıydı. Geri döndüklerinde, evlerini ve topraklarını başkalarının işgal ettiğini gördüler. Düşmanca karşılandılar ve yıllarca süren bürokratik engellerle mücadele etmek zorunda kaldılar. En önemlisiyse bu geri dönüş adalet getirmemişti. Ne hukuki ne de maddi tazminat alabildiler. Sürgünün izlerini silmeyi amaçlayan toplumsal bir amnezi dayatılmıştı.

Bu sürgünün “unutulmuş” olmasının bir nedeni de budur. Sürgün trajedileri hiyerarşisinde, Karaçay-Balkar sürgünü genellikle Çeçen, İnguş ve Kırım Tatar sürgünlerinin yoğun ve daha büyük anlatılarının gölgesinde kalmıştır. Oysa bu sürgün ve acıların her biri bir diğeri kadar hatırlanmalıdır. Her bir kayıp hayat, her bir yok edilen kültür, insanlık tarihinin ortak yası olmalıdır.

Hafızayı Canlı Tutmak: Direniş ve Adalet

Bugün, Türkiye’deki güçlü Karaçay-Balkar diasporası ve Kafkasya’daki halklar, bu hafızayı canlı tutmak için büyük çaba harcıyor. Geleneksel anma törenleri, kültürel etkinlikler ve akademik çalışmalar, 1944 trajedisinin sadece tarih kitaplarındaki bir not olarak kalmasını engellemeyi amaçlıyor.

Unutulmuş Sürgünler, bize iki önemli gerçeği hatırlatır. Bunlardan ilki hafıza ve direniştir. Bir halkın en büyük silahı, yaşadığı acıyı unutmaması ve bunu gelecek nesillere aktarmasıdır. Karaçay ve Balkar halkları, sürgün travmasını kimliklerinin ayrılmaz bir parçası haline getirerek kültürel varlıklarını korumuştur. İkincisi ise adaletin sürmesi gerektiğidir. Sürgün edilmelerinin üzerinden 80 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen, ne tam bir siyasi ve hukuki tazminat sağlanmış ne de tarihsel gerçeklik tam olarak kabul görmüştür. Bu halkların anavatanlarında özgür, adil ve kültürel kimlikleriyle var olma mücadeleleri, insan hakları ve tarihsel adalet mücadelesinin bir parçasıdır.

1944 Sürgünü’nün izlerini sürmek, sadece Karaçay ve Balkar halkının değil, tüm insanlığın geçmişteki otoriter rejimlerin dehşetini hatırlaması ve gelecekteki adaletsizliklere karşı koyulması için bir görevdir. Bu hafıza, susturulmuş acıların sesi olmaya devam edecektir.

Bu Yazıyı Paylaş
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir