Kırım Türkü yazar Cengiz Dağcı, 9 Mart 1919 tarihinde, Yalta şehrinin Gurzuf köyünde doğdu. Çocukluğu babasının köyü olan Kızıltaş’ta geçti, ilk eğitimine burada başladı. Bu yıllarda Sovyetler Birliği, toplumsal yapıda köklü bir değişiklik sağlamaya yönelik baskıcı politikalar uyguluyordu. Bunların başında gelen kolhozlaştırmanın, köylüyü kendi toprağında işçi olarak çalışır hale getirmesi Dağcı’nın ailesini de etkiledi. Babası, kolhoz malı olmadan önce kendilerine ait olan bağdaki asmaları öpmesi gerekçesiyle tutuklanıp sürgüne gönderildi. Birkaç ay sonra serbest bırakıldığında ise Akmescit’e yerleşip önce okumasını istediği oğlu Cengiz’i, daha sonra ailesinin geri kalanını yanına aldı. Ortaokula Akmescit’te devam eden Dağcı, 1937’de Pedagoji Enstitüsü’nde tarih eğitimine başladı. Kırım’ın geçmişinin yok sayılması; okullarda anlatılmaması, kitaplarda yer almaması bu tercihinde etkili oldu.
Küçük yaşlarda başlayan edebiyat merakı, enstitü yıllarında ailesine destek olmak için çalışmaya başladığı Konsomolest Gazetesi’nde tanıştığı isimler ve yaptığı geziler sayesinde artarak devam etti. Bu gezilerden birinde Bahçesaray’a gitti, burada ziyaret ettiği Hansaray’dan etkilenerek “Söyleyin Duvarlar” şiirini yazdı.
II. Dünya Savaşı’nın devam ettiği 1940 yılının kışında Sovyetler tarafından askere alındı ve 6 aylık bir eğitimin ardından subay üniforması giydi. Haziran 1941’de cepheye gönderildi, çok uzun zaman geçmeden Ukrayna topraklarındaki savunma esnasında Almanlara esir düştü. Bundan sonraki birkaç yılı esir olarak; kamplarda açlıktan, susuzluktan, işkenceden ölen binlerce insanın arasında geçti. Önce Kirovograd’a, oradan da Uman esir kampına götürüldü. Bu yolculuğa çıkan esirlerin çok azı sağ kalabildi. Buralarda hayatta kalma mücadelesini ilerleyen yıllarda yazdığı “Korkunç Yıllar” romanı ile daha sonraki roman ve anılarında da tarif etti. 1942’de Almanlar, Ruslara karşı kullanmak gayesiyle oluşturdukları lejyonlarda savaşmak üzere Sovyet vatandaşı esirleri milletlerine göre gruplandırdı. Cengiz Dağcı da meydana getirilen Kafkas, Gürcü, Ermeni, Türkistan lejyonlarından sonuncusuna yerleştirilerek eğitim için Varşova’ya gönderildi. Lejyon yapısı, Almanlar tarafından bu esirlere bir özgürlük kapısı, kendi toprakları için onurlu bir mücadele olarak pazarlansa da elbette gerçek bunlardan farklıydı. Esasen ne bu insanların vatanlarının bağımsızlığı ne de onurları Almanların umurundaydı. Onlar yalnızca Ruslar tarafından toprakları işgal edilen, Rus safında savaşmak zorunda bırakılan bu insanları kendi lehlerine kullanabilmeyi önemsiyorlardı. Dağcı da bu gerçeğin bilincinde olanlardan biriydi ancak daha iyi bir seçeneği yoktu. Lejyonlarda yeni esirlerin eğitiminde görev aldıktan sonra izin alarak ata toprağını görmeye gitti. Ancak Kırım’ı da ailesini de bıraktığı gibi bulamadı ve belki de bunun Kırım’ı son görüşü olduğunu bilmeden lejyona geri döndü.
1943 sonlarında Kırım’a temelli dönüş için izin alabilse de savaş koşullarından dolayı bu yolculuğu gerçekleştirmesi mümkün olmadı. Varşova’da yolun açılmasını beklerken Regina Klezsko adlı bir kadınla tanıştı. Rusların Avrupa yönünde ilerlediği günlerde, Stalin’in lejyon ve komitelerde Ruslar aleyhine çalışmış kişileri vatan haini ilan ederek öldürülmeleri emri yüzünden tehlikede olan Dağcı, bu kadının yardımıyla bir müddet Varşova yakınlarında saklandı. Buradan Frankfurt’a giderek Tatar Milli Komitesi ile iletişim kurmasından sonra da Berlin’e geçip Yaş Türkistan gazetesinde çalışmaya başladı. Kızıl Ordu’nun Berlin’e yaklaşmasıyla buradaki günleri de sona erdi ve Regina ile birlikte çıktıkları yol onları Landeck mülteci kampına ulaştırdı. Haziran 1945’te bu kampta evlendiler. Buradan önce İtalya, sonra İngiltere’deki mülteci kamplarına nakledilmelerinin ardından 1947 yılında Dağcı, iş bulmak arzusuyla kamptan ayrılıp Londra’ya gitti. Kırım’a dönemese de vatanı gördüğü başka bir toprağa, Türkiye’ye gidebilmek umuduyla Londra’daki Türk konsolosluğuna başvurdu ancak dönemin gerektirdiği hassas şartlar kabul edilmesine engel oldu. O, yine de Türkiye’ye küsmedi. Şairlikten roman yazarlığına geçtiğinde eserlerini Türkiye Türkçesi ile yazıp Türkiye’de bastırdı. Çünkü dil, milletin benliğiydi ve o bunu çok iyi biliyordu. Nitekim yazdığı kahramanların ağzından da bu mevzuyu sıklıkla dile getirdi. Aynı zamanda Kırım, Türkistan, Kafkasya, Anadolu ve nice memleketteki Türklerin tümünün birbirine sarılması gerektiğini de eserlerinde yansıttı.
Romanlarındaki mekânları çocukluğunun, gençliğinin geçtiği köyünün, kasabasının zihninde yaşayan hayallerine dayanarak betimledi. Vatanları işgal edilmiş Kırım Türklerinin bir taraftan da insanlık dışı koşullarda sürgün edilmelerini konu edinen eserleri, Cengiz Dağcı’nın kendi hayat hikayesini de önemli ölçüde barındırıyordu. Böylece bu romanlar hem Dağcı’nın kalbinde büyüyen vatan hasretinin sesi hem de Kırım’ın feryatlarının tarihî belgesi oldu.
Ömrünü Kırım’ı, Kırımlıların acılarını anlatmaya adayan ve ata topraklarına dönme hayaliyle yaşayan Cengiz Dağcı, 2011’de İngiltere’de hayatını kaybetti. Cenazesi, Kırım vakıflarının ve Türk dış işlerinin çabalarıyla hayattayken dönemediği vatanına defnedildi. Ardında ise Korkunç Yıllar, Yurdunu Kaybeden Adam, Onlar da İnsandı, O Topraklar Bizimdi, Badem Dalına Asılı Bebekler gibi pek çok romanın yanı sıra öyküler, denemeler ve bir de “Hatıralarda Cengiz Dağcı” adlı hatırâtını bıraktı.
23 Temmuz 2025 – İstanbul

