Türk dili, dünyanın en köklü ve en geniş coğrafyalara yayılmış dillerinden biri olmuştur. Yazılı belgelerle kökeni M.Ö. 3. yüzyıla kadar izlenebilen Türkçe, tarih boyunca farklı coğrafyalarda gelişim göstermiş, çeşitli lehçe ve şiveler aracılığıyla zenginleşmiştir. Türkçenin bilinen en eski yazılı örneklerini, 8. yüzyılda dikilen Orhun Yazıtları oluşturmuştur. Bu yazıtlar yalnızca Türk dilinin değil, aynı zamanda Türk milletinin kültür ve tarihinin ilk yazılı belgeleri niteliğini taşımıştır. Kök-Türk Kağanlığı döneminde dikilen Orhun Yazıtları, Türklerin bağımsızlık, millet bilinci ve yönetim anlayışı konusundaki düşüncelerini dile getirirken, Türkçenin o dönemdeki gelişmişliğini de gözler önüne sermiştir.
Türk dili, tarihî süreçte Karahanlı Türkçesi, Harezm-Kıpçak Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesi gibi evrelerden geçerek günümüz Türkiye Türkçesine evrilmiştir. Özellikle 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un kaleme aldığı “Divânu Lügati’t-Türk” adlı eseri, Türkçenin zenginliğini ve sistematik yapısını ortaya koymuştur. Aynı şekilde Yusuf Has Hacib’in 11. yüzyılda yazmış olduğu “Kutadgu Bilig” adlı eseri, Türk kültür ve medeniyetinin yanı sıra Türkçenin bilim ve edebiyat dili olarak işlevini göstermesi bakımından önemli olmuştur. Bu tarihî gelişim, Türkçenin yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda bir kimlik, kültür ve medeniyet taşıyıcısı olduğunu kanıtlamıştır.
Cumhuriyet dönemine gelindiğinde Türk dili, yeniden bir diriliş ve arınma sürecine girmiştir. Osmanlı döneminde Arapça ve Farsçanın etkisiyle ağırlaşan, halk ile aydın kesim arasında bir uçurum oluşturan Türkçe, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte sadeleşme sürecine girmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin bağımsızlığını pekiştirmenin ve millî kimliğini sağlamlaştırmanın en önemli unsurlarından birinin dil olduğunu vurgulamıştır. Nitekim onun “Türk demek, Türkçe demektir; ne mutlu Türküm diyene!” sözü, dil ve kimlik arasındaki ayrılmaz bağa işaret etmektedir.
Bu düşünceler doğrultusunda 12 Temmuz 1932’de Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde Türk Dil Kurumu (o zamanki adıyla Türk Dili Tetkik Cemiyeti) kurulmuş, Türk dilinin bilimsel yöntemlerle incelenmesi, sadeleştirilmesi ve geliştirilmesi için çalışmalar başlatılmıştır. Ayrıca her yıl 26 Eylül’de kutlanan Türk Dil Bayramı da bu sürecin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. 1932 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen Birinci Türk Dil Kurultayı, yalnızca dilin geleceğini değil, aynı zamanda milletin kültürel bağımsızlığını da güvence altına alan bir dönüm noktası olarak kabul edilmiştir.
Türk Dil Bayramı, Türk milletine dilin önemini hatırlatan, dil bilincini pekiştiren ve Türkçenin dünya dilleri arasındaki saygın yerini vurgulayan bir bayram olarak kutlanmıştır. Dil bayramı, yalnızca geçmişe bir saygı ifadesi değil, aynı zamanda geleceğe bir sorumluluk bilinci olarak algılanmıştır. Çünkü bir milletin dili, onun varlığını sürdürebilmesinin en temel güvencesi olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk bu gerçeği şu sözleriyle dile getirmiştir: “Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
Sonuç olarak, Türk dili tarih boyunca çeşitli evrelerden geçmiş, zenginleşmiş ve çağdaşlaşmıştır. Türk Dil Bayramı ise bu tarihî mirası yaşatmanın ve geleceğe taşımanın bir sembolü olarak değerli görülmüştür. Dil bilinci, yalnızca bireysel bir sorumluluk değil, aynı zamanda toplumsal bir görev haline gelmiştir. Türkçenin korunması ve geliştirilmesi, kültürel bağımsızlığın sürdürülmesinin ve millî kimliğin gelecek kuşaklara aktarılmasının teminatı olmuştur.

