105. YIL DÖNÜMÜNDE MİSÂK-I MİLLÎ

Turk DEGS
Yazan: Turk DEGS 5 Dk. Okuma
5 Dk. Okuma

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a geçmesiyle attığı ilk adım sadece bir adım olmayacak, binlerce yıldır bağımsız yaşamış Türk milleti için önemli bir milat olacaktır. Mondros Mütarekesi sonrasında İstanbul’da Kazım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy), İsmet (İnönü) gibi silah arkadaşları ile yaptığı sohbetler ve planların hayata geçmesi için Samsun sonrasında emin adımlarla yürüyüşüne devam etmiştir. Havza’da işgallere karşı mitingler yapılmasının ve protesto telgrafları çekilmesinin kıymetine dikkat çekerken Amasya’da Millî Mücadele’nin gerekçesini, yöntemini ilan etmiş âdeta rotasını oluşturmuştur. Erzurum ve Sivas Kongreleri ile toplumsal taban oluşturulmuş ve vatanı kurtuluşa erdirecek planların temeli atılmış ve de yeni kurulacak olan devletin sınırlarını ortaya koyacak Misâk-ı Millî’nin altyapısı oluşturulmuştur. Millî Mücadele’nin nihai amacı olan Misâk-ı Millî Beyannâmesi’nin kabul edilmesinden yaklaşık altı ay önce Erzurum’da dört ay önce de Sivas’ta sınırların nasıl belirleneceği ortaya konmuştu. Misâk-ı Millî’nin temelini teşkil eden Erzurum ve Sivas Kongreleri’nin sonuç bildirgelerinde sınırlar ve egemenliğin korunmasına dair hususlar şöyle düzenlenmiştir: 

“İtilâf Devletleri tarafından Mondros Mütarekesi’nin imza olunduğu 30 Ekim 1918 tarihindeki hududumuz dâhilinde kalıp büyük çoğunluğu İslâm unsurlarıyla yerleşik bulunan ve kültürel ve medeni üstünlüğü Müslümanlara ait bulunan vahdet-i mülkiyemizin taksimi nazariyesinden tamamen feragatle bu topraklar üzerindeki hukuk-ı tarihiye, ırkiye, diniye ve coğrafiyemize riayet edilmesine ve buna aykırı teşebbüslerin iptaline ve bu suretle hak ve adalete dayanan bir karar ittihaz olunmasına intizar ederiz.”

12 Ocak 1920’de açılan son Osmanlı Meclisi, 28 Ocak 1920’de kabul ettiği Ahd-i Millî veya Peymânı Millî olarak da tanımlanan Misâk-ı Millî Beyannânmesi, Erzurum ve Sivas Kongrelerindeki esasa uygun olarak hazırlanmıştı. Misâk-ı Millî’nin maddeleri ise şöyledir:

  1. Osmanlı Devleti’nin sadece Arap çoğunluğunun yaşadığı, 30 Ekim 1918 tarihli Mütarekenin imzalanması sırasında işgal altında kalan kısımlarının mukadderatı ahalisinin serbestçe vereceği oylara göre belirleneceğinden adı geçen Mütareke hattının içinde ve dışında dinen, ırken, emelen birleşmiş, karşılıklı sevgi ve fedakârlık hisleriyle dolu, örfî ve içtimaî haklarıyla mahallî şartlara tamamen riayetkâr Osmanlı-İslâm ekseriyetiyle meskûn bulunan kısımların tamamı hakikaten ve hükmen hiçbir sebeple ayrılma kabul etmez bir bütündür. 
  2. Ahalisi ilk serbest kaldığı zamanda genel oylarıyla anavatana katılmış olan Elviye-i Selâse (Kars, Ardahan, Batum) için gerektiğinde tekrar genel oya başvurulmasını kabul ederiz. 
  3. Trakya barışına bağlanan Batı Trakya’nın hukukî durumunun tespiti de orada yaşayanların serbestçe beyan edecekleri oylara göre belirlenmelidir. 
  4. İslâm hilâfetinin makarrı, saltanatın pâyitahtı ve Osmanlı hükümetinin merkezi olan İstanbul şehriyle Marmara denizinin güvenliği her türlü tehlikeden korunmuş olmalıdır. Bu esas saklı kalmak şartıyla Akdeniz ve Karadeniz boğazlarının dünya ticaret ve taşımacılığına açık kalması hakkında bizimle diğer bütün ilgili devletlerin müttefikan verecekleri karar geçerlidir. 
  5. İtilâf devletleriyle düşmanları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılmış olan antlaşma hükümleri çerçevesinde azınlıkların haklarına, civar ülkelerdeki Müslüman ahalinin de aynı haklardan faydalanması şartıyla riayet edilecektir. 
  6. Millî ve iktisadî gelişmemizin imkân dairesine girmesi ve daha modern bir idareye kavuşmamız için her devlet gibi bizim de gelişme araçlarımızın temininde tam bağımsızlığa ve serbestliğe sahip olmamız hayat ve bekamızın esas temelidir. Bu sebeple siyasî, adlî, malî ve diğer gelişmelerimizi engelleyici kayıtlara karşıyız. Tahakkuk edecek borçlarımızın ödenme şartları da bu esaslara aykırı olmayacaktır.

Misâk-ı Millî’de hedef geniş tutulmuş, fakat şartlar gereği bir kısmı gerçekleştirilememiştir. Mustafa Kemal Paşa’ya ait beyanatlardan da anlaşılmaktadır ki sınırların çizilmesinde esas olan kriter; askerî düşünceler değil tarihî, sosyolojik ve kültürel hususlardır.

Osmanlı Parlamentosu’nda kabul edilip 17 Şubat 1920’de tüm dünyaya ilân edilen Misâk-ı Millî, İtilaf Devletleri tarafından tepkiyle karşılanmış ve 16 Mart’ta İstanbul’u resmen işgal etmiş, Meclis-i Mebusan’ı basarak ileri gelen mebusları ve aydınları tutuklayıp Malta’ya sürmüştür. Mustafa Kemal Paşa hemen harekete geçip Ankara’da yeni bir Meclis açma çalışmalarını başlatmıştır. Tarihi devamlılığın önemini iyi bilen Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları, 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan TBMM’nin dış politika ilkeleri doğrultusunda Misâk-ı Millî’ye bağlı kalınacağını tüm dünyaya ilan etmişlerdir. Fakat uluslararası antlaşmalarda müzakere süreçleri içerisinde talep edilenlerin gerçekleştirilebilmesi için çoğu zaman haklı olmak yeterli olmamakta, siyasî, askerî ve ekonomik bakımdan da güçlü olmak gerekmektedir. O günkü şartlarda diplomatik manada çok büyük mücadele verilmiş olmasına rağmen Batı Trakya, Batum ve Musul sınırlarımız dışında kalmıştır.

Mustafa Kemal Paşa, ölene kadar Misâk-ı Millî’yi gerçekleştirme hedefinden hiç vazgeçmemiştir. Amerikalı General McArthur ile 1933’te Ankara’da yaptığı bir mülakatta Misâk-ı Millî’ye yönelik düşüncelerini tekrarlamaktan geri durmamıştır. McArthur “Sizin Türkiye’nin geleceği hakkındaki tasavvurlarınız nedir?” şeklinde bir soru yöneltince Mustafa Kemal Paşa: “Ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selanik de dâhil Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine katacağım” şeklinde karşılık vermiştir.

Bu Yazıyı Paylaş
Bir yorum bırakın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir