Trump : Emlakçı Kafasıyla Dış Politika
Şafak Yıldırım yazdı…

Donald Trump, iş dünyasından siyasete uzanan kariyeri boyunca serveti, gücü ve tartışmalı kararlarıyla öne çıkan bir figür olmuştur. Ancak onun bu “başarı” hikayesi, aynı zamanda pervasızlık, düşüncesizlik ve manipülasyona açık bir liderlik tarzını da beraberinde getirdi. Özellikle başkanlık döneminde, bu özelliklerinin ABD’nin iç ve dış politikalarında nasıl bir rol oynadığı, Gazze özelinde somutlaşan tartışmalı planlarıyla bir kez daha gözler önüne serildi. Bu makalede, Trump’ın karakter özelliklerinin politik kararlara etkisi, çevresindeki güç odaklarıyla ilişkisi ve Gazze’ye yönelik “emlakçı kafasıyla” şekillendirdiği planın uluslararası hukuk ve diplomasi açısından taşıdığı riskler ele alınacaktır.
Trump, hayatı boyunca parayı ve gücü kontrol etme arzusuyla hareket etmiş bir isim. Bu süreçte geliştirdiği “kendine aşırı güven” ve “bilgiye dayanmayan kararlar alma” alışkanlığı, siyasi kariyerinin de belirleyici unsuru haline geldi. Örneğin, 2016 başkanlık kampanyası sırasında iklim değişikliğini “Çin’in uydurması” olarak nitelendirmesi veya COVID-19 pandemisinde “dezenfektan enjeksiyonu” gibi bilim dışı önerilerde bulunması, uzmanlık gerektiren konularda dahi düşünmeden konuşma eğilimini gösterdi. Bu tarz çıkışlar, onun “gerçeklerden kopuk” bir lider olduğu eleştirilerini besledi.
Ancak daha da kritik olan, bu özgüvenin Trump’ı manipülasyona açık hale getirmesi. Psikolojide “Dunning-Kruger etkisi” olarak bilinen, bir konuda bilgisiz kişilerin kendilerini yeterli sanma eğilimi, Trump’ın karar alma sürecinde sıklıkla gözlemlendi. Özellikle güvendiği danışmanların yönlendirmeleri, onun politikalarını şekillendirmede belirleyici oldu. İlk başkanlık döneminde Savunma Bakanı James Mattis ve Dışişleri Bakanı Rex Tillerson gibi isimlerle yaşadığı çatışmalar, Trump’ın “danışman filtreleme” mekanizmasının zayıflığını ortaya koydu. Zamanla, etrafında yalnızca kendi fikirlerini onaylayan bir ekip oluştu.
Trump’ın dış politika kararlarında en belirgin etki, İsrail yanlısı gruplardan geldi. Özellikle damadı Jared Kushner’ın Orta Doğu politikalarındaki merkezi rolü ve İsrail Başbakanı Netanyahu ile yakın ilişkisi, ABD’nin bölgedeki tutumunu doğrudan şekillendirdi. Gazze’ye yönelik “boşaltma ve turizm cenneti yapma” planı da bu ilişkinin bir ürünü.
İsrail’in Gazze’yi demografik olarak “Filistinsizleştirme” çabaları yeni değil. 2005’teki tek taraflı çekilme sonrası dahi, Netanyahu hükümeti Gazze’nin Mısır’a entegre edilmesi fikrini defalarca gündeme getirdi. 7 Ekim 2023 Hamas saldırıları sonrası bu plan hız kazandı. İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın sızdırılan bir belgesinde, Gazze halkının Mısır’ın Sina Çölü’ne veya Ürdün’e yerleştirilmesinin “kalıcı çözüm” olarak tanımlandığı biliniyor. Ancak Mısır’ın Camp David Anlaşması’nı (1979) ihlal etme riski nedeniyle bu teklifi reddetmesi, İsrail’i alternatif arayışına itti.
İşte tam bu noktada Trump devreye girdi. İsrail lobisinin etkisiyle şekillenen danışmanları (David Friedman gibi eski büyükelçiler), Gazze’nin “ABD mülkiyetine geçirilmesi” fikrini Trump’a “ticari bir fırsat” olarak sundu. Trump’ın emlakçı geçmişi, bu planı “kârlı bir proje” olarak görmesini sağladı. “Gazze sahillerini lüks otellerle donatmak” gibi vizyonlar, aslında İsrail’in bölgeden Filistinlileri uzaklaştırma hedefiyle örtüşüyordu. Ancak Trump, bu fikri kendisine aitmiş gibi lanse ederek, hem İsrail’in uluslararası tepkiden korunmasını sağladı hem de iç siyasette “proaktif lider” imajını pekiştirdi.
Trump’ın açıklamaları, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği tarafından “zorla yerinden etme niyetinin itirafı” olarak yorumlandı. 1948’deki Nükleer Soykırım Sözleşmesi ve 1951 Mülteci Sözleşmesi, kitlesel nüfus transferlerini açıkça yasaklıyor. Ayrıca, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), zorla yerinden etmeyi “insanlığa karşı suç” kapsamında değerlendiriyor.
- Mısır: Sisi yönetimi, Sina’nın istikrarını bozacağı gerekçesiyle plana karşı çıktı. Mısır Dışişleri Bakanı Sameh Shoukry, “Filistinlilerin topraklarından koparılmasının yeni bir nakba (1948 felaketi) olacağını” vurguladı.
- Avrupa Birliği: AB Dış Politika Şefi Josep Borrell, “Gazze’nin demografik yapısını değiştirme girişimlerinin iki devletli çözümü öldüreceğini” belirtti.
- Arap Ligi: Suudi Arabistan öncülüğünde toplanan lig, “Filistin halkının meşru haklarının gasp edilemeyeceği” çağrısı yaptı.
Ancak İsrail iç siyasetinde Netanyahu, Trump’ın açıklamalarını “ABD desteğinin kanıtı” olarak kullanarak popülaritesini artırdı. İsrail merkezli Maariv gazetesinin anketine göre, halkın %68’i “Gazze’nin boşaltılmasını” destekliyor.
Trump’ın Gazze planı, onun iş dünyasındaki “kâr odaklı, riskleri görmezden gelen” yaklaşımının bir yansıması. Örneğin, 1980’lerdeki iflaslarında olduğu gibi, uzun vadeli sonuçları hesaplamak yerine anlık kazançlara odaklanıyor. Gazze’yi “turizm cenneti” olarak pazarlama fikri de benzer bir strateji: Bölgenin jeopolitik gerilimlerini, insani maliyetlerini ve uluslararası hukuku görmezden gelerek “ticari fırsat” vurgusu yapmak.
Ancak bu yaklaşım, Orta Doğu’da kalıcı barış şansını daha da azaltıyor. Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın “Trump’ın planının Oslo Anlaşmaları’nı (1993) çöpe attığını” söylemesi, iki devletli çözümün fiilen rafa kalktığını gösteriyor.
Trump’ın Gazze planı, yalnızca bir dış politika hatası değil, aynı zamanda onun liderlik tarzının yarattığı sistematik sorunların bir tezahürü. Danışmanların manipülasyonuna açık olması, gerçekleri filtrelemeden hareket etmesi ve insani değerleri ikinci plana atması, uluslararası düzeni derinden sarsabilecek riskler taşıyor.
İsrail-Filistin meselesinde “tek taraflı çözüm” dayatmaları, bölgede yeni bir şiddet sarmalını tetikleyebilir. Nitekim, Hamas’ın “Trump’ın planına direnişle cevap vereceğiz” açıklaması, gerilimin tırmanabileceğine işaret ediyor. Tarih, Filistin halkının topraklarından koparılma girişimlerinin nasıl trajedilere yol açtığını defalarca kaydetti. Trump’ın “emlakçı vizyonu”, bu trajediyi derinleştirmekten başka bir işe yaramayacak gibi görünüyor.