TÜRKLERDE KÜTÜPHANE KURUMU -1 (İSLAM ÖNCESİ DÖNEM)

Turk DEGS
Yazan: Turk DEGS
5 Dk. Okuma
5 Dk. Okuma

 Bir toplumda, elde edilen bilginin toplanması, depolanması ve dağıtılması işlevlerini gören hizmet birimleri olan kütüphanelerin geçmişi M.Ö. 2400’lü yıllara, Sümerler tarafından depolanan kil tabletlerin bulunduğu mekânlara kadar uzanır. Yazılı bilginin Mısır, Mezopotamya, Çin, Anadolu, Yunanistan gibi uygarlık merkezlerinde kil tablet, papirüs, parşömen ve nihayet günümüzde kullandığımız kağıt üzerine aktarılarak saklanması toplumların bilgi birikimlerini gelecek nesillere aktarmada ve uygarlık yarışında öne geçmelerinde önemli adımlar kat etmelerine imkân sağlamıştır. Nitekim düşman bir millet bir merkezi işgal ettiğinde bu bilgi birikimini yok etmek için ilk sıralarda kütüphaneleri özellikle tahrip etmiştir. M.S. 4. Yüzyılda İskenderiye Kütüphanesi’ni yakıp yıkan Hristiyan Romalılar ile 3.-7. yüzyıllar arasında Maniheizm’in kutsal kitaplarını yağmalayan, yakan sırasıyla Sasanîler, Romalılar ve Araplar örneğinde olduğu gibi, izleri silinmek istenen bir dinin külliyatı da tarihte bu vandalizmden payını almıştır.

En eski milletlerden olan Türkler, kendi dillerindeki ilk yazılı eserlerini bozkıra diktikleri ve “bengü (ebedi)” kıldıkları taş yazıtlar olarak dünya uygarlığına kazandırmışlardır. Ancak bundan önce, Milattan sonra 400’lü yıllarda Çin’e inerek hanedan kuran Hun Türkleri, burada Çin tesiriyle Budizm’i kabul etmiş ve hatta günümüzde UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer alan Dunhuang Budist Mağara Tapınakları’nın da temellerini atmışlardır. Bu tapınaklardan 17 numaralı olanı ise, Çin’de Tang hakimiyeti döneminde onbinlerce Budist yazma eseri saklayan bir kütüphane olarak işlev görmüştür. Budist dini külliyat, M.Ö. 6.-5. yüzyılda Budizm’in kurucusu Buda Şakyamuni zamanında yazıya geçirilmese de, onun vaazlarını işiten rahiplerin yaptıkları aktarımlarla ve Budist hükümdarların himayesinde düzenlenen dini konseylerin sonucunda ortaya çıkan ve zaman içinde farklı mezheplerin de öğretilerini içerecek şekilde genişleyen çok sayıda Hint dilindeki eserlerden (sutralar) ve onların farklı dillere çevrilmiş eserleri ile tefsirlerinden (şastralar) oluşmuştur. Kutsal bilgiye çok önem verilen Budist dini çevrelerde, kutsal kitapların, yazma eserlerin saklanması için “pagoda” adı verilen, yüksek kuleler inşa edilmiştir ki bunlar Budistlerin ilk kütüphaneleridir. Budist inanca göre pagoda ne kadar yüksek olursa, kulenin üst katında yer alan kutsal kitapların gölgesinin düştüğü kutsal alan o kadar genişler ve halkı korurdu. Budistlerin “vihara” olarak adlandırdıkları, içinde tapınak, Budist rahiplerin yaşadıkları manastırlar, pagodalar ve stupalar (Budistlerin türbe işlevi gören yapıları) bulunan külliyeler de, bu kütüphaneleri içeren merkezler olarak önem arz etmiştir.

Bu bilgiler ışığında klasik anlamda ilk kütüphaneleri kuran Türklerin, Budizm’i kabul eden Hunlar olabileceğini düşünmekle birlikte Karahoca ve Turfan kazılardan alınan sonuçlar bize açıkça bunların  sırasıyla Maniheizm ve Budizm’i kabul eden  Uygurlar olduğunu göstermektedir. 8. yüzyıl ortasında henüz Orhun bölgesindeyken Bögü Kağan’ın İran kökenli Maniheizm’i kabul etmesiyle birlikte Karahoca, Bezeklik gibi merkezlerde tapınak külliyeleri inşa edilmiş ve 20. yüzyıl başında  başta Avrupa devletleri olmak üzere Turfan bölgesinde yapılan kazılarda binlerce belge, yazma eser veya parçaları ele geçirilmiştir. Maniheizm’in kurucusu Mani’nin oluşturduğu dini külliyatın minyatür, tezhip, kaligrafi gibi kitap sanatlarının öncül örnekleri içeren eserleri Maniheist Uygur rahipler tarafından Türkçeye çevrilmiş ve bahsedilen sanatlar da eserlere en güzel haliyle yansıtılmıştır. Bize minyatürlerinde dini eserleri kaleme alan Uygur katiplerin ve öğrencilere kitaplarıyla ders veren Maniheist rahiplerin temsillerini aktaran Maniheist Uygur eserler, bu dönemde kitap kültürünün ne kadar yaygın olduğunu en açık şekliyle aktarmaktadır.

840 yılında devletleri Kırgızlar tarafından yıkılan Uygurlar göç ettikleri Turfan ve Kansu bölgelerinde de Budizm’i tanımışlar ve 10. yüzyıldan itibaren bu dinin gereklerini yerine getirerek bu kez Budist dini külliyatı Türkçeleştirmiş ve başta Bezeklik Mağara Tapınaklarında olmak üzere özellikle duvar resmi ile heykel alanlarında Budist sanatın en güzel örneklerini vermişlerdir. Turfan Uygurlarından günümüze, harabe şeklinde olsa da çok sayıda pagoda ve tapınak külliyesi kalıntıları gelebilmiştir. Kazılarda bulunan Uygurlara ait metinleri neredeyse yüzde doksanına yakın kısmı, dini külliyat kapsamındadır. Üstelik bunlar başta Uygurca olmak üzere Çince, Soğdca, Toharca gibi bir çok dilde yazılmış eserleri de içermektedir.  Budizm’de “buyan” olarak bilinen ve “iyi amel, sevap” anlamına gelen faaliyetlerinin en önemlilerinden biri  Budist sutra yazmak veya  bir rahibe/rahibeye sutra yazdırmaktır. Bu sebeple aynı yazma eserin farklı yerlerde bir çok nüshasına rastlanabilmektedir. Günümüzde bu metinler dünyanın dört bir yanına dağılmış olsalar da akademisyenlerin işbirliği ve yoğun gayretleriyle tespit edilmeye, birleştirilmeye ve günümüz Türkçesine çevrilmeye devam etmektedir.

Sonuç olarak, Türkler İslâm öncesi dönemden itibaren bilgiye, bilgeliğe önem veren ve bilgi üreten merkezler ile kişileri koruyan, yaşatan bir millet olarak dünya uygarlık tarihinde yerini almıştır. Türklerin bir diğer önemli özellikleri de hangi dine girerlerse girsinler samimi bir inanca sahip olmaları ve dini kendi dillerinde anlamaya çalışmalarıdır. Uygurlarda görüldüğü üzere kütüphane kurumu da her iki gelenekten nasibini fazlasıyla almıştır.

Bu Yazıyı Paylaş
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir