Stalin döneminde Sovyetler Birliği’nin Türk Dünyasına yönelik uyguladığı kapsamlı ve çoğu zaman acımasız politikalar, yirminci yüzyılın en çarpıcı sosyo-politik dönüşümlerinden birini teşkil etmiştir. Bu süreç, Moskova merkezli ideolojik hegemonyanın, kültürel asimilasyonun ve siyasi kontrolün Türk toplulukları üzerindeki derin ve kalıcı etkilerini gözler önüne sermiştir. “Sovyetleştirme” olarak adlandırılan bu çok boyutlu proje, sadece siyasi rejimin dayatılmasından öte, Türk Dünyasının sosyal, ekonomik ve kültürel dokusunu derinden sarsan bir yeniden inşa girişimi olmuştur.Stalin liderliğindeki Sovyet yönetimi, Türk Dünyasını kendi ideolojik ve stratejik çıkarları doğrultusunda şekillendirme amacını gütmüştür. Bu amaç doğrultusunda hayata geçirilen politikaların temelinde, Pan-Türkizm ve benzeri birleştirici ideolojilerin bertaraf edilmesi, merkezi otoriteye mutlak bağlılığın tesis edilmesi ve sosyalist sistemin inşası yer almıştır. Bu bağlamda, dil reformları aracılığıyla alfabelerin Latin’den Kiril’e geçirilmesi, ortak kültürel mirasın farklı Sovyet “milletleri” çerçevesinde yeniden yorumlanması ve geleneksel toplumsal yapıların kolektivizasyon ve sanayileşme politikalarıyla dönüştürülmesi gibi uygulamalar öne çıkmıştır. Farklı Türk lehçeleri için Kiril alfabesi uyarlanırken, bazı seslerin ve dil özelliklerinin tam olarak karşılanamaması veya farklı şekillerde temsil edilmesi, lehçeler arasındaki yazılı iletişimi zorlaştırmış ve potansiyel dil birliğinin önünde bir engel teşkil etmiştir. Diğer taraftan Sovyetler Birliği’ndeki Türk topluluklarının Kiril alfabesini kullanmaya başlaması, Türkiye Türkçesi’ni Latin alfabesiyle kullanan Türkiye Cumhuriyeti ile aralarında bir iletişim ve kültürel alışveriş zorluğu yaratmıştır.Sovyetleştirme politikalarının en belirgin yansımalarından biri, siyasi alanda görülmüştür. Yerel yönetimlerin Moskova’nın sıkı kontrolü altına alınması, millî liderlerin tasfiye edilmesi ve Komünist Parti’nin tek otorite olarak tesis edilmesi, Türk topluluklarının siyasi özerkliklerini önemli ölçüde sınırlandırmıştır. “Halk düşmanı” ve “milliyetçi sapkınlar” gibi yaftalamalarla yürütülen siyasi baskılar, topluma rehberlik eden aydınları ve dini liderleri hedef almış, toplumsal hafızada derin yaralar açmıştır. Sürgünler, toplu tutuklamalar ve idamlar, Sovyetleştirme sürecinin karanlık yüzünü oluşturmuş ve Türk Dünyasının demografik yapısını olumsuz etkilemiştir.Ekonomik alanda kolektivizasyon politikaları geleneksel tarım ve hayvancılık pratiklerini alt üst etmiştir. Toprakların kamulaştırılması ve kolhoz (kolektif çiftlik) sistemine geçiş, kırsal kesimde büyük bir huzursuzluğa ve verimlilik düşüşüne yol açmıştır. Öyle ki kolektifleştirme sonucunda halkın emeğine göz dikilerek tarımsal ve hayvansal ürünlere el konulması büyük bir gıda krizine yol açarak Türk Dünyasının çeşitli köşelerinde nüfusun önemli bir bölümü yaratılan “suni açlık”tan hayatını kaybetmiştir. Sanayileşme çabaları ise daha çok merkezi planlama ve Rusya merkezli sanayi bölgeleriyle entegrasyon şeklinde ilerlemiş, yerel ekonomik dinamiklerin gelişimi çoğu zaman sekteye uğramıştır. Bu ekonomik sömürü, Türk topluluklarının yaşam biçimlerini ve geçim kaynaklarını derinden etkilemiştir.Marksist-Leninist felsefenin bir gereği olarak ateizm, Sovyet devletinin resmi ideolojisi haline getirilmiştir. Din, “halkın afyonu” olarak görülmüş ve bilimsel ateizmin yaygınlaştırılması için “Tanrısızlar Birliği” gibi örgütler aracılığıyla yoğun propaganda faaliyetleri yürütülmüştür. Camiler, mescitler, medreseler ve diğer dini yapılar kapatılmış, yıkılmış veya farklı amaçlarla (depo, kulüp vb.) kullanılmıştır. Dini eğitim veren okullar ve kurumlar kapatılarak yeni nesillerin ateist bir dünya görüşüyle yetiştirilmesi hedeflenmiştir. Din adamları tutuklanmış, sürgün edilmiş veya idam edilmiştir. Kültürel alanda Sovyetleştirme, dil, eğitim, sanat ve tarih yazımı gibi alanlarda kapsamlı bir yeniden yapılandırma sürecini beraberinde getirmiştir. Rus dilinin ve kültürünün yaygınlaştırılması, yerel dillerin ve kültürlerin ikinci plana itilmesine neden olmuştur. Eğitim sistemi, Sovyet ideolojisinin ve propagandasının temel aracı haline gelirken tarih yeniden yazılarak Türk topluluklarının geçmişi Sovyet perspektifinden sunulmuştur. Sanat ve edebiyat ise, “sosyalist gerçekçilik” dogmaları çerçevesinde sınırlandırılmış ve ideolojik amaçlara hizmet edecek şekilde yönlendirilmiştir.Ancak Sovyetleştirme politikaları Türk Dünyasında sadece boyun eğme ve asimilasyonla sonuçlanmamıştır. Bu süreç aynı zamanda çeşitli biçimlerde direniş ve uyum çabalarını da beraberinde getirmiştir. Açık siyasi muhalefetin zor olduğu koşullarda, kültürel kimliğin korunmasına yönelik bilinçaltı direniş biçimleri, geleneksel değerlere sıkı sıkıya bağlılık ve sözlü kültürün yaşatılması gibi pratikler gözlemlenmiştir. Ayrıca, bazı Türk aydınları ve entelektüelleri, Sovyet sisteminin sınırları içinde kalarak milli kimliği ve kültürel mirası koruma ve yaşatma yönünde çeşitli stratejiler geliştirmişlerdir.Sonuç olarak Stalin dönemi Sovyetleştirme politikaları, Türk Dünyası için travmatik ve dönüştürücü bir dönem olmuştur. Merkezi hegemonyanın dayatılması, kültürel asimilasyon çabaları ve siyasi baskılar, Türk halklarının sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamında derin izler bırakmıştır. Ancak bu süreç, aynı zamanda direnişin, uyumun ve milli kimliğin korunma çabalarının da filizlendiği karmaşık bir dönemdir. Stalin’in totaliter rejiminin Türk Dünyası üzerindeki bu çok yönlü mirası, günümüzdeki kültürel ve siyasi dinamiklerin anlaşılması açısından kritik bir öneme sahiptir. Bu dönemin akademik olarak incelenmesi, sadece geçmişi anlamakla kalmayıp, gelecekte benzer hegemonyacı yaklaşımlara karşı daha bilinçli ve dirençli olunmasına da katkı sağlayacaktır.
SOVYETLEŞTİRME SÜRECİNDE STALİN DÖNEMİ TÜRK DÜNYASI POLİTİKALARI
Bu Yazıyı Paylaş
Yorum yapılmamış