
Türkler, tarih sahnesine çıktıkları ilk zamanlardan beri yaşadıkları coğrafyalarda yabanî halde yaşayan, türlü cinsten atları ehlîleştirerek insanlık hizmetine sunmuşlardır ve bu tarihe yön vermiş büyük bir hamle sayılmıştır. Zira ot yiyen hayvanlar arasında adale kuvveti en fazla, tabîî zorluklara en dayanıklı, değişik iklimlere tahammül bakımından en güçlü ve sürekli hızda rakipsiz olan at; tarihî ve içtimaî hayatta olduğu gibi din, edebiyat ve sanat alanlarında da büyük gelişmelere imkân vermiştir. İlk defa at sayesinde fark edilen sürat kavramı, mesafelerin kısalması ve kazanılan zaman dolayısıyla insanlığa derin bir zihniyet değişikliği getirmiş; hususî bir maharet ve cesaret isteyen ata binme işi, at üstünde olana, yayalar üzerinde maddî-manevî hâkimiyet kurma yolunu açmıştır.
Türklerin hayatında atın yeri, hiçbir başka varlıkla ölçülemeyecek kadar büyük ve önemli olmuştur. At bu dünyada yalnız onun silah arkadaşı olduğu için değil, öldükten sonra da öteki dünyada her bakımdan kendisinden yararlanacağına inandığı için ayrı ve eşsiz bir değer taşımaktadır. Bundan dolayı atın inançlarda, destanlarda, efsanelerde, deyimlerde ve atasözlerinde kısacası hayatın her dönemecinde karşımıza çıkmasını olağan karşılamak gerekmektedir. Kutadgu Bilig’de hayvan yetiştirenlerin devlet teşkilâtı içindeki özellikleri şu sözlerle çok güzel bir biçimde anlatılmıştır: “Hayvan yetiştirenler doğru ve dürüst insanlardır, hiçbir gizli kapaklı tarafları yoktur ve kimseye de yük olmazlar”. Yusuf Has Hacib bu sözlerle Türklerde hayvan yetiştiriciliğinin insan ahlakı üzerinde de çok etkili olduğunu ve hayvan yetiştirmenin sanıldığı kadar basit bir iş olmadığını anlatmaya çalışmıştır. Hayvan yetiştirmek Türk sosyal hayatının ahlâkî ve ekonomik yönleriyle bir bütün içinde olmuş ve Türk töresini oluşturan unsurlardan biri olarak yerini almıştır. Türk siyasî ve sosyal hayatında ata kutluluk derecesinde değer verdiren ve destanlarında, yeminlerinde bağlılığını dile getirdiği demir ve demirciliği de aynı mertebeye yükselten Bozkır kültürü, Türklerin atalarını diğer topluluklardan çok farklı bir dünya görüşü ve yaşayış tarzına götürmüştür. Savaşçılık kabiliyetini iyiden iyiye güçlendiren demirciliğin yanında otlak ve su için mücadelesi dolayısıyla metaneti artan bozkırlı, herkesin saygı hissi ile donanması ve herkesi barış içinde tutabilmek için bir hukuk düşüncesine ulaşmıştır. Bu da “devlet” fikrinin doğuşudur.
Kaşgarlı Mahmud “Devlet” manasına gelen “el” kelimesini açıklarken şöyle demektedir: “El:atı anlatır bir isimdir. Çünkü at, Türk’ün kanadıdır. Atlara bakan seyise “el başı” derler, vilayetin başı demektir”. Yani devletin olmazsa olmaz var olma unsuru attır.
Türklerde il yani devlet yalnızca hayvanlar, insanlar ve bitkiler ile değil başta Tanrı olmak üzere bütün kutsal unsurlarla birlikte anılır. Atın da bu yapı içinde rolü olduğu anlaşılmaktadır. Türk’ün kanadı olan at, Tanrı’nın buyrukları yerine getirilsin, Türk bodununun adı sanı yitirilmesin, bodunu daim bodun kalsın diye kağana gönderilen yardımcı unsurlardan biriydi. İlde ona da görev düşüyordu. Kanatlanıp uçabiliyor, kahramanın sıkışık halinde ona yardım edip onu kurtarabiliyordu.
Atlı olmak hâkimiyetin, kahramanlığın, belirli bir kimlik ve benliğe sahip olmanın işaretidir. Türklüğün başlangıcından bu yana Türk kültüründe at hediye olarak alınıp-verilen bir unsurdur. Askerî usullere Türkler tarafından kazandırılan en önemli şey hareket kabiliyeti ve sürattir. Bu hareket kabiliyetini sağlayan en önemli unsur da attır. Türk bozkır kültürünün at üzerinde kurulduğunu söylemek yerinde olacaktır. Türklerin atı evcilleştirmeleri ve akabinde oluşturdukları kültürü dünya tarihine “atlı bozkır kültürü” diye sunmaları medeniyet tarihi açısından son derece önemli bir gelişmedir.
Atlar sosyal ve ekonomik hayatta oynadıkları rollere göre sınıflandırılmışlar ve Türklere her alanda çok yardımcı olmuşlardır. Bazen kutsal bir hayvan olarak ona saygı duyulmuş, bazen de gücü ve hareketliliği ile Türk’e gerek savaş meydanlarında gerekse de devlet içinde kolaylık sağlamıştır.