
Türklerde askerî müzik geleneğine gelince, Türklerde hakanlık kösü, davul takımı ile mehter birer ordu birliği olup barışta askerî disiplini ve eğitimi sağlayan; savaşta ise ordunun çıkışı, ilerlemesi, duruşu gibi ordu hareketlerini düzene sokan bir savaş aleti ve alameti olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak Türklerde ordu müziği dediğimizde savaş esnasında çalınan askerî müziğin işlevinden de önemli olan anlamı; bu müziğin savaşa başlarken Türklerin din ve devlet felsefesine göre bir “savaş andı” yerine geçmesidir. Nitekim Ögel, bu mefhumu Türklerin din ve devlet felsefelerine dayanan “şehitliğe hazırlık, fedailik, at kuyruğunu bağlama” gibi savaş andı ile ilgili diğer uygulamalarla da bağdaştırmaktadır. Bu da bize Türklerin tarihin en eski dönemlerinden beri istiklâlini sağlayacak ve koruyacak savaşlara her şeyden önce kendilerini manevî ve psikolojik açıdan hazırladıklarını ve savaşma amaçlarının kutsallığını idrak ettiklerini göstermektedir. Bu kutsallık anlayışı, Türklerin savaş andı esnasında tuğa veya bayrağa saçı yapmak, kurban vermek gibi uygulamaları yerine getirmeleri ile de desteklenmiştir. Bu gelenek Osmanlı Devleti’nde tuğların çıkışının devlet töreni olarak kutlanması ve “tuğlara 12 koç kurban verilmesi” ile Feth-i şerif okunmasıyla da devam etmiştir.
Savaş esnasında ise tuğ ve davul, ordunun hareketlerine yön vermek veya işaretleşmek amacıyla bir alet olarak kullanılmıştır. Türklerde devlet ve orduda görev yapanların mertebesini belirlemek için de tuğ kullanılmıştır. Böylece tuğlar savaşta birliklerin yerlerini, konumunu ve hareketini gösteren; sevk ve idareyi kolaylaştıran işaret aleti işlevi de görmüşlerdir. Eski Türk ordularında bayraklar gibi davulların işaret vermek ve almakta önemli hizmetleri olduğu Topkapı Sarayı Müzesinde bulunan Kitab el-hiyel fi el-harb adlı eserden tespit edilmiştir. Hunlardan itibaren davul, ayrı ayrı ritimlerle çalınarak hücum, baskın, geri çekilme, toplanma ve tehlike haber verme gibi amaçlarla kullanılmıştır. Davul ve mehter çalmanın bir diğer amacı da güvenlik nöbetçilerinin uyumamaları ve görevlerini yapmalarını sağlamaktır. Askerî müzik, askere güç ve moral verdiği gibi düşmanı korkutan, sinirini bozan bir niteliğe sahip olduğu için sıcak çarpışmalarda genellikle ilk hedeflerden biri olmuştur ki bunu Gazneli Mahmud’un ve ilk Haçlı seferlerinin kayıtlarından görmekteyiz.
Savaş esnasında hakanlık veya komutanlık otağının kurulması ve at veya yak kıllarından yapılmış tuğun otağın yanına dikilmesi de bir Türk geleneğidir. MÖ 119 yılında Hunlar ile Çinliler arasında yapılan savaşta yer alan “sağ beylerbeyinin otağının önünde dikili, kıllı Hun bayrağının altında Hun ve Çin askerleri göğüs göğüse dövüşmüşlerdi” ifadesi bu tuğu tanımlamaktadır. Söz konusu savaş Çin generalinin Hunların sol bilge generaline hücum etmesi ve birçok esirle birlikte bayrak ve davulunu ele geçirmesi ile sonlanmıştır. Türklerde savaşta bayrak ve davulun düşman eline geçmesi ise ordunun dağılması ve yenilginin kabulü anlamına gelirdi. Dolayısıyla tuğ ve davulun savaşta devletin istiklâlini korumakla görevli ordunun da bir sembolü olduğunu söylemek mümkündür.
Savaşta hakanlık otağının kurulup tuğ veya bayrak dikildikten sonra nevbetin çalınması Karahanlı Devleti’nde de görülen bir gelenektir. Nitekim Kaşgarlı Mahmud’un hakanın sefere çıkışını anlatan “kurvi çuvaç kuruldu/ tuğum tikip uruldı…” sözleri hakanın kubbeli otağı kurulduktan sonra önüne sancağın dikildiğini ve nevbetin çalındığını anlatmaktadır. Osmanlı Devleti’nde “sefere huruc” (akına çıkış) ve “gazaya davet” amacıyla mehterin çalınması ve seferde otağın önünde ve bayrakların altında çalınması ile kimi tarihi kayıtlarda “Kanun-i kadim” üzere olduğu belirtilerek devam etmiştir. Savaşta ordunun yürüyüşünde ise tuğlar en önde giderken arkasında mehter çalınırdı. Aynı şekilde padişah otağının önüne tuğ dikme geleneği devam etmiştir.
Osmanlı kültüründe askerî müziğin savaşlarda, bayramlarda, sûr-ı hümayûnlarda, düğünlerde ve elçi kabul törenlerinde de çalındığı minyatürlerden görülmektedir. Atlara, develere, fillere bindirilmiş mehter takımı bütün görkemiyle resmedilmiştir. Osmanlı mehterinde müzik aletleri olarak kaynaklarda zurna, davul, nakkare, kös, borazan, zil, çevgan ve nefirden bahsedilmektedir. Türklerde barış zamanlarında ise mehter müziğinin yönetici kapılarında ve meydanlarda çalınması suretiyle hem askerî ruhun ve geleneğin yaşatılması hem de halkın müzik ihtiyacının sağlanması amaçlanmıştır. Osmanlı döneminde düğünlere, eğlencelere giden musiki esnafına; halk arasında iki zurna bir davuldan oluşan müzik takımına da “mehter” denilmiş; hatta bu mehterler, savaş zamanı ordu mehterine de katılmışlardır.
16. ve 17. yüzyıl boyunca Avrupa’ya çıkılan seferler (özellikle Viyana seferleri) ve sıkça gerçekleştirilen elçi ziyaretleri münasebetiyle Avrupa’da bir Türk modası Alla Turca başlamış; davul, zil gibi mehter aletleri de Avrupa tarafından alınarak kendilerine göre uyarlanmış ve orkestralarda yerini almış; Beethoven ve Mozart gibi ünlü bestecilerin operalarına ilham kaynağı olmuştur.
II. Mahmud döneminde 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılmasıyla ne yazık ki ona bağlı bir kurum olarak kabul edilen mehterhane de kapatılmıştır. Böylelikle en az iki bin yıllık Türk geleneği olan ve halk müziğine de nüfuz eden mehtere de son verilmiştir. Onun yerine Avrupa’daki askerî bando ekolüne uygun olarak 1831’de Muzıka-yı Hümayûn Teşkilatı’nın kurulması; mehterin Avrupa’da yaptığı etkilerden ötürü Mehmet Ali Şanlıkol tarafından “Avrupa’da evrim geçirmiş mehterin ta kendisinin vatanına geri gelmesi” olarak değerlendirilmiştir.