Ortaçağ İslâm Dünyasında bilimde ve tefekkür (düşünce) alanında gercekleştirilmiş olan atılımın çok büyük ölçüde olmak üzere Doğu İslâm Dünyasının eseri olduğu görülmektedir. Buna İbn Haldun da dikkati çekmekte, hatta bu noktayı önemle vurgulamaktadır. İbn Haldun’a göre bunda İranlıların, Fars unsurunun, büyük rolü vardı. Oysa, bu büyük sayıdaki bilim adamı ve düşünürlerin coğrafi menşei daha ayrıntılı olarak dikkate alınınca İran’ın kendisinin de bir dereceye kadar geri planda kaldığı, bu gibi bilginlerin asıl beşiğinin Orta Asya veya geniş anlamıyla Türkistan olduğu açıkça görülmektedir. Orta Asya ise bir Türk yurdudur; Türklerin anayurdudur. Bu itibarla, bu uygarlığın, Ortaçağ İslâm uygarlığının, kurulmasında ve geliştirilmesinde Türklerin rollerinin büyük olduğu muhakkaktır.
Ayrıca, Ortaçağ İslâm Dünyası uygarlığının ve entellektuel kültürünün, başlangıç aşamalarından itibaren oluşturulmasında Türklerin hizmeti gecmiştir. Yani, Türklerin olumlu katkılarının izleriyle en erken tarihlerden itibaren karşılaşılmaktadır. Başka bir ifade ile, Türkler bu uygarlığa sonradan katılmış değillerdir; tersine, bunun ilk yaratıcıları arasında yer almaktadırlar. Onbirinci asrın ikinci ceyreğinden başlayarak Doğu İslâm Dünyası tümüyle Türk egemenliği altına girmiştir. Bununla paralel olarak Türkler de Doğu İslâm Dünyasının çeşitli bölgelerinde yerleşmeye başladılar. Bu nedenle, bu tarihlerden itibaren Türk menşeli bilginlerin İslâm Dünyasının Orta Asya dışında kalan bölgelerinden de neşet etmeleri tabiidir.
Ortaçağ İslam Dünyası, bilim ile öğretim ve hayır kurumlarının doğup gelişmesi bakımından büyük önem taşır. Bu çaplı faaliyet doğrultusunda da Türklerin büyük katkısı olduğunu göruyoruz. Bu kurumlar, hastane, kütüphane, rasathane ve medreselerdir. Hastanenin İslâm Dünyasında gerçek anlamıyla doğmasında ve bir hayır kurumu olma vasfı yanında bilimsel tıbbın tutarlı bir bicimde uygulandığı devamlı ve uzmanlaşmış bir tedavi yerine dönüşerek kurumlaşmasında Türklerin büyük bir paya sahip olduğu anlaşılmıştır. Nitekim, ilk hastane kurucuları arasında İslâm Dünyasının tarih sırasıyla beşinci hastanesinin kurucusu Abbasî döneminde devlet memuru ve Halife el-Mütevekkil’in (847-861) sarayının en önemli isimlerinden biri olan Feth ibn Hakan bulunmaktadır. Altıncı hastanenin kurucusu da yine Abbasi döneminde Mısır valisi olan ve ardından burada Tolunoğulları Devleti’ni kuran Ahmed ibn Tolun (868-905)’dur. Bunların her ikisi de Türktür. Yine, kücük bir ihtimalle birinci ve kesinlikle üçüncü İslâm hastanesi Abbasi Devleti’nde vezirlik gibi çeşitli makamlarda bulunmuş bir aile olan Bermekîler tarafından kurulmuştur. Belh şehrinin önde gelenlerinden olan Bermekîlerin ise Akhun (Eftalit) kökenli ve Türk olmaları muhtemeldir. Demek ki İslâm Dünyasındaki ilk altı hastane icinde en azından ikisinin Türkler tarafından kurulduğu kesindir. Bunlara ilave olarak bir üçüncüsünün de bir Türk katkısıyla meydana gelmiş olması muhtemel olduğu gibi, bir dördüncüsünün kuruluşunun da Türklere maledilebilmesi, küçük bir ihtimalle de olsa söz konusu edilebilmek durumundadır. Öte yandan, Ahmed ibn Tolun’la hastane kurumunun vakıf gelirleriyle desteklenmesi ve bu suretle uzun ömürlülüğünün güvence altına alınması yoluna gidildiğini görüyoruz. Ahmed ibn Tolun hastahanesinden sonra kurulan ve vakıflı olduğu bilinen ilk dört hastane icinde ise üçünün kurucusunun Türk olduğu görülmektedir. Demek ki, böylece, İslâm Dünyasının vakıflılar dahil, ilk on hastanesinden, hic değilse beşi, belki altısı, ve hatta belki de yedisi Türklerin eseri olmuş oluyor.
Ayrıca, İslâm Dünyasına hastane kurumu açısından Hint etkisinin Bermekîler tarafından getirildiği görülmekte ve bu etkinin belki de altıncı hastanenin kurucusu olan Ahmed ibn Tolun tarafından yinelendiği anlaşılmaktadır. Fakat, bu etki, Hindistandan doğrudan gelen bir etki olmaktan ziyade, büyük ihtimalle daha önce Hindistan’dan Orta Asya’ya, Orta Asya Türklerine, birden fazla bir yolla gecmiş bir etkinin bu sefer oradan İslâm Dünyasına gecmesi şeklinde gerçekleşmiş olabilir. Böylece, İslâm Dünyasında hastanenin kurumlaşmasında Türklerin kalburüstü bir katkıda bulunmuş oldukları gün ışığına cıkmaktadır. Ayrıca, bu ilk İslâm hastaneleri, anlaşıldığına göre, hastane tarihinde tarih çapında bir aşamayı temsil etmektedirler. Ne eski Yunan, ne Bizans, ve ne de Batı Roma İmparatorluğu hastane bakımından İslâm Dünyası ile boy ölçüşecek bir durumda olmadıkları gibi, İslâm Dünyasında hastane, tarihte ilk kez, bilimsel tıbbın kaleleri haline gelmiş tıp kurumları olarak ortaya cıkmıştır. Bunda Cundişapur’un ve Hint kültürünün olumlu katkısı söz konusudur. İslâm hastaneleri özellikle Selçuklular zamanında cok yaygınlaşmıştır. Bu hastanelerde ayrıca klinik tıp öğretimi geleneğinin yerleştiği görülmektedir. Ortaçağ İslâm hastaneleri Batı Avrupa’yı hem mimarî ve hem de klinik tıp öğretimi bakımından etkilemişlerdir. Bu etkileme özellikle onaltıncı asırda Batı Avrupa’ya intikal etmiştir. Ayrıca askeri sahra hastahanelerinin de Selçuklulardan Haçlılarca oğrenilerek Batı Avrupa’ya intikal ettirildiği anlaşılmaktadır.
(Bu yazı, değerli bilim tarihçimiz Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı’nın 1985 yılında, Erdem Dergisinin ilk cilt ve ilk sayısında yer alan “Ortaçağ Bilim ve Tefekküründe Türklerin Yeri” başlıklı makalesinin bir bölümünden sadeleştirilerek ve bazı açıklamalar eklenerek alınmıştır.)