Osmanlı Devleti’nin yüzyıllarca süren hoşgörülü yönetim anlayışı ile dini, milli, sosyal ve kültürel kimliklerini yaşatıp geliştiren Ermeniler arasında, milliyetçilik fikrinin yayılması, misyonerlerin faaliyetleri, yabancı okulların etkisi ve büyük devletlerin destekleri giderek ayrılıkçı fikirlerin ortaya çıkmasına ve bu fikirlerin güçlenerek, kilisenin öncülüğünde bağımsızlık hareketine yönelmelerinde etkili olmuştur. Özellikle 1877–78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması’nın maddeleri arasında Ermenilerin bulundukları bölgelerde Osmanlı Devleti’nin ıslahat yapmasına ve bu ıslahat hareketlerinin yapılıp yapılmadığının kontrolünün de Avrupalı devletlere bırakılması Ermeni meselesini uluslararası bir boyut kazanmasına neden olmuştur. Başta Rusya olmak üzere, bölgede emelleri olan Avrupa devletleri Ermeni meselesini, Osmanlı Devleti’ne baskı aracı olarak kullandıkları bir mesele haline getirmişlerdir. Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan kurmak amacıyla harekete geçmişler, ancak Ermeniler, daha önce Osmanlı’dan ayrılarak devletini kurmuş olan Bulgarlar, Sırplar ve Yunanlar gibi Osmanlı Devleti’nin hiçbir yerinde çoğunluğa sahip olmamışlardır. Dolayısıyla bağımsız bir Ermenistan kurmak için Osmanlı’ya karşı isyan çıkarma ve tedhiş hareketleri düzenleme yolunu seçmişlerdir. Ermenilerin amacı; birincisi, bağımsız devlet kurmayı amaçladıkları bölgedeki Müslüman çoğunluğu ya katlederek, ya da göçe zorlayarak bölgede çoğunluğu sağlamak, ikincisi meydana gelen olayların Batı dünyasında “Ermeni katliamı” olarak propagandasını yaparak Avrupalı devletlerin Ermeniler lehine askerî ve siyasî müdahalesini sağlamak olmuştur.
1887’de Hınçak 1890’da da Taşnaksütyun komitelerini kuran Ermeniler, 1890–1914 yıllar arasında Ermeniler çok fazla sayıda isyan çıkarmış ve terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Erzurum, Kumkapı, Sasun, Zeytun, Osmanlı Bankası Baskını, II. Abdülhamid’e suikast girişimi, Van, Bitlis, Yozgat, Sivas gibi farklı yerlerde çıkardıkları isyan ve tedhiş hareketleri ile Ermeniler, Anadolu’yu yangın yerine çevirmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birden bire bu faaliyetlerini kesmişlerse de daha sonra savaş sırasında Osmanlı Devleti’ni arkadan vurmaya çalışmışlardır. Nitekim Osmanlı Devleti’nin savaşa dahil olmasıyla birlikte Ermeni komiteciler de yeni planlarını devreye sokmuşlardır.
Taşnaksütyun komitesinin İstanbul merkez teşkilatı, Türkiye ve Kafkas Ermenilerinin muhtemel Osmanlı-Rus harbinde takip edecekleri yolu belirlemek için geniş çaplı bir toplantı yapmıştır. Savaşın ilk günlerinden itibaren sadece Taşnaksütyun tarafından değil, Hınçak, Reforme Hınçak, Ramgavar komiteleri, Ermeni gönüllüleri ve çeteleri tarafından Osmanlı’ya karşı planlar uygulamaya koyulmuştur. Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin siyasî ve askerî durumu hakkında casusluk yapmışlar ve Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis gibi savaş sahası olması muhtemel vilayetlerde bulunan Ermenilerin büyük bir kısmını kendi silahlarıyla silah altına alarak, firar edip Ruslara katılmalarını sağlamışlardır.
Ermeni komiteleri, Osmanlı topraklarındaki şubelerine şu talimatı vermişlerdir: “Rus ordusu huduttan ilerler ve Osmanlı askerleri çekilirse, her tarafta birden eldeki vasıtalarla isyan edilecek, Osmanlı ordusu iki ateş arasında bırakılacak, binalar ve resmi daireler bombalarla uçurulacak ve yakılacak. Bilakis Osmanlı ordusu ilerlerse, Ermeni askerleri silahlarıyla Rusya’ya iltica edecek ve kıtalarından firarla çeteler teşekkül edeceklerdir”
Başkumandan Vekili Enver Paşa, Ermenilere dair casusluk yaptıklarına dair bilgilerin artması üzerine Ermeni Patriği’ni davet ederek, kendisine Türkiye’nin bu savaşta Ermeni vatandaşlarından bağlılık beklerken, aksine silahlarıyla birlikte taşraya kaçmış olan Ermenilerin köylere saldırıp, memurları öldürdüklerini resmî raporlarla belgelendiğini söylemiş ve Patrik’ten Ermenilere bu hareketlerinden vazgeçmelerine yönelik öğütlerde bulunmasını istemiştir. Enver Paşa, bundan başka Patrik’e bu hareketlerin devam etmesi durumunda, askerî hükümetin çok sıkı tedbirler almak zorunda kalacağını da belirtmiştir. Bütün bunların içerisinde en can yakıcı olanlardan biri de milletvekilleri Vahan Papazyan ve Karakin Pastırmacıyan’ın da Kafkasya’ya geçerek Osmanlı ordusuna karşı cephe almış olmalarıdır.
24 Nisan 1915 Genelgesi
Osmanlı ordularının Doğu Anadolu’da Rusya karşısında yenilmesinden sonra 18 Mart 1915 tarihinde Çanakkale muharebelerinin başlamasıyla birlikte İstanbul’un tehlike altına girdiği bir dönemde Ermeniler, düşman saldırılarına paralel olarak eylemlerini genişletmişlerdir.
Osmanlı Devleti, Ermeni komitelerinin faaliyetlerini kontrol altına alarak olayları önlemek yoluna gitmiştir. 27 Şubat 1915’te Dahiliye Nezareti tarafından olaylara karıştığı tespit edilen Ermeni polis ve memurların azledilmesi veya Ermenilerin olmadığı vilayetlere gönderilmeleri talimatı verilmiştir. Ancak alınan bu tedbirlerin sonuç vermemesi üzerine Ermenileri silahlandıran ve isyana sevk eden komiteleri kapatmak ve elebaşılarını tutuklamak yoluna gidilmiştir. 24 Nisan 1915 tarihinde yayınlanan genelgede; Hınçak, Taşnak ve benzeri Ermeni komitelerinin kapatılması, belgelerine el konulması, liderleri ile zararlı faaliyetleri bilinen Ermenilerin tutuklanması ve bunlardan bulundukları yerlerde kalmaları sakıncalı görülenlerin uygun yerlerde toplanmaları talimatı verilmiştir.
Bu genelge üzerine İstanbul’da Taşnak, Hınçak ve Ramgavar örgütlerine mensup olduğu tespit edilen komitecilerden bir kısmı tutuklanmıştır. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’nın en yoğun zamanı olan 1915 yılında bu komitecilerin casusluk ve devleti arkadan vurup düşmanla işbirliği içinde hareket etmeleri ile karşı karşıya kalmış, aldığı bu tedbirle cephe gerisinin güvenliğini sağlamaya almaya çalışmıştır.
Osmanlı Hükümeti’nin Ermeni komitelerini kapatması ve bir kısım komitecileri tutuklaması olayları önlemeye kâfi gelmemiştir. İstanbul’da tutuklanmayan, tutuklandıktan sonra serbest bırakılan veya tespit edilemeyen bazı Ermeni komitecilerinin gizlice siyasî faaliyetlere devam ettikleri görülmüştür. Osmanlı Devleti bu durum üzerine 27 Mayıs 1915’te Sevk ve İskân Kanunu’nu çıkararak Ermenilerin bulundukları yerlerden alınarak, savaşın dışında olan yerlere sevk edilerek yerleştirilmelerine dair geçici bir kanun çıkarmıştır. Bu kanunun maddelerine bakıldığında, sevk esnasında nasıl bir yol izleneceğinden sevk edildikleri yerlere nasıl yerleştirileceklerine ve oradaki yaşamlarına kadar en ince teferruatına kadar düşünülmüş olduğu açıkça görülmektedir.
Sonuç olarak, 24 Nisan 1915’te ne oldu? Osmanlı Devleti Çanakkale ve Doğu cephesi gibi birçok cephede ölüm kalım savaşı veriyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın en sıkıntılı günlerinde yüzyıllardır millet-i sadıka dediği Ermenilerin kurduğu örgütlerin ülke içinde çıkardığı karışıklıklarla ve yine o dönemde hala tebaası olan Ermenilerin bilhassa doğu cephesinde Ruslara yardım ederek arkadan vurması ile karşı karşıya kaldı. İşte 24 Nisan 1915, bu hareketleri yapmış olan çeteci ve onlara yardım eden Ermenilerin tutuklandığı tarihtir. Yani Ermenilere “soykırım” yapılan tarih değildir. Ayrıca tarihinde hiçbir millete değil hiçbir canlıya dahi kasten zarar vermemiş Türk milletini “soykırımcı” ilan etmek, tarihinde temiz sayfa olmayan ve elindeki kanı başkasına sürerek temizleyeceğini zanneden bir zihniyetin tezahürüdür. Aslında Ermeni meselesi, büyük devletlerin elde etmek istedikleri topraklara dair yaptıkları çalışmalardan biri olarak kullandıkları bir mesele olmuştur.