BİR İLİM ADAMININ GÖÇ ETTİĞİ ÜLKEYE KATKISI:  MACAR ABDULLAH BEY’İN FAALİYETLERİ VE HİLÂL-İ AHMER’İN KURULUŞUNA ETKİSİ

Turk DEGS
Yazan: Turk DEGS
18 Dk. Okuma
18 Dk. Okuma

BİR İLİM ADAMININ GÖÇ ETTİĞİ ÜLKEYE KATKISI:  MACAR ABDULLAH BEY’İN FAALİYETLERİ VE HİLÂL-İ AHMER’İN KURULUŞUNA ETKİSİ

Müslüman olduktan sonra Abdullah adını alacak Dr. Karl Eduard Hammerschmidt, geliştirdiği aletler ve yöntemlerin yanı sıra farklı alanlara olan ilgisini ve merakını o alanlara dair uzmanlık derecesinde eserler vererek kadar ileri götürüp gelecek nesillere güzel bir miras bırakmış Tıp Fakültesi mezunu bir bilim adamıdır. Hayatı “İlim dünyasına ve insanlığa karşı nasıl faydalı olabilirim?” sorusuna cevap aramakla geçmiş gibidir. Bulduğu cevaplarla insanlığın bir adım daha ileri gitmesine çabalamıştır. Bunun yanı sıra başka bir ülkeye sığınmış kişilerden biri olarak “Gittiği yere katkı sağlamak nasıl olmalıdır?” sorusunun cevabı niteliğinde bir ömür geçiren Abdullah Bey’in herkese farklı açılardan örnek olabilecek bir hayatı olmuştur.

Karl Eduard Hammerschmidt, Avusturya’nın Viyana şehrinde Transilvanya (Macaristan) doğumlu bir maliye memuru olan Anton Hammerschmidt’in oğlu olarak 12 Haziran 1801’de Viyana’da doğmuştur. Karl Hammerschimdt’in Osmanlı topraklarına gelmeden önceki hayatına dair belli başlı eğitim bilgileri haricinde bilgilerimiz yok denecek kadar azdır. Osmanlı Devleti bünyesindeki faaliyetleri daha çok bilinmektedir.

Karl Eduard Hammerschimidt, Viyana Üniversitesinde önce felsefe eğitimi almış, sonrasında hukuk okumuş ve Viyana’da bir süre avukatlık yapmıştır. Ardından tıp ve doğa bilimlerine merak sarmış ve Avusturya Askerî Cerrahi Akademisi Josephinum’da öğrenim tıp eğitimi alarak doktor olmuştur. Bilhassa doğa bilimlerinde böcek metamorfozu (başkalaşım) üzerine çalışmalar yapmış, dönemin önemli bilim dergilerinde (Gazette Agronomique gibi) yazarlık yapmaya başlamıştır. 1830-1832 yıllarında Breslav ve Viyana’da dünyada yer alan her sınıftan 1.000’den fazla böceğin metamorfozunu sergilemiş ve bu girişimiyle Breslav Leopaldina-Carolina İmparatorluk Akademisi tarafından ödüllendirilmiştir. Bu koleksiyon, o devirde dünyada bulunan her sınıftaki böceklerin başkalaşımını gösteren en büyük koleksiyondur.

Hammerschmidt, 1847-1848 yılları arasında diş hekimi Dr. J. Weigner’la “eter anestezisi” üzerine çalışmıştır. Bu deneyler dünyada bilimsel anesteziyolojinin öncü çalışmaları arasında kabul edilmektedir.

Abdullah Bey, doktorluk ve Tıp Fakültesi’ndeki hocalığının yanı sıra doğa aşığı bir bilim adamıdır. Böcekler ve bitkilerin incelenmesi ve ilk hâllerini daha uzun süre korumalarının sağlanması üzerine çalışmakla beraber tıp zoolojisiyle de ilgilenmiştir. Ayrıca bu çalışmalarını el yazısı notlar ve kendi çizimleriyle destekleyerek gelecek nesillere aktarmıştır. Bunların yanı sıra eskiçağlara ait kalıntılardan çıkarılan fosillerin incelenmesi ve sergilenmesi hususunda ne yapılabilir düşüncesiyle hareket etmiş ve bu konuda bazı girişimlerde de bulunmuştur. Çok farklı alanlara merakı olan Abdullah Bey, bir yandan eskiçağa ait dilleri incelemiş, onların daha kolay öğrenilmesiyle ilgili yöntemler geliştirmeye çalışmış diğer yandan da orta seviyede batı müziği nazariyatı sayılabilecek notlar kaleme almıştır. Osmanlı Devleti’nde geniş kapsamlı ilk doğa bilimleri müzesini kurmuş, bu müzeyle başta öğrenciler olmak üzere Osmanlıların doğaya olan ilgilerinin artmasına vesile olmuştur. Âdeta bu dünyaya izini bırakmak istercesine meraklı olduğu ve üzerinde çalıştığı hemen her konuya dair notlarıyla gelecek nesillerin ve de bilimin gelişmesine katkı sağlama anlayışıyla geçen bir ömür yaşamıştır.

Dr. Abdullah Bey, farklı alanlarla ilgili yeni yöntemler bulmaya gayret eden ve yeni aletler geliştirmeye yönelik çalışmalar yapan bir bilim adamıdır. Tıp fakültesinde öğrenci yetiştirirken diğer yandan “ilim dünyasına ve insanlığa katkı sağlamak için ne yapabilirim?” sorusuna cevaplar aramış, bulduğu cevaplar insanlığı bir adım daha ileriye götüren sonuçları beraberinde getirmiştir. Eter narkozu konusunda geliştirdiği alet, kendisinden önceki örneklerinden çok daha pratik olması yönünden önemli bir gelişme olarak tıp tarihine geçmiştir. 1848 yılında vatanını bırakmak zorunda kalarak kaçıp geldiği Osmanlı Devleti’nde yaptığı çalışmalarla kendisini koruyan devletin de ilim dünyasında adının duyurulmasına katkıda bulunmuştur.

Abdullah Bey, sadece yaptığı ilmi çalışmalarla değil aynı zamanda Osmanlı topraklarında Kızılhaç benzeri yaralı askerlere yardım sağlayacak bir kuruluşun ilk çalışmalarını da başlatmıştır. Hilâl-i Ahmer Cemiyeti adıyla kurulacak bu kurumun temelleri 1864 yılına dayanmaktadır. 1864’te Cenevre Sözleşmesi’nin imzalanmasıyla savaş alanlarında yaralılara yardım etme hayalini gerçekleştirme yolunda önemli bir adım atan Henry Dunant ve arkadaşları, bu sözleşmeyi imzalayarak ülkelerinde Kızılhaç derneklerini kurabilecek uygun kişileri aramaya başlamışlardır. Abdullah Bey’le Paris’te yollarının kesişmesi Osmanlı Devleti için de bu konuyla ilgili bir milat olmuştur. Hilâl-i Ahmer’in kurulması için harekete geçen Abdullah Bey, canla başla çalışmış, bu vazifeye kendini adamıştır. Ülkesinden kaçarak geldiği Osmanlı Devleti’ni yeni bir vatan olarak benimseyen Abdullah Bey, Osmanlı’ya katkı sağlamak için yaptığı çalışmalarındaki titizliği ve hassasiyeti Hilâl-i Ahmer’i kurmak için de göstermiştir. Osmanlı Devleti’ni çeşitli uluslararası toplantılarda temsil eden Dr. Abdullah Bey, 1867’de Paris’teki Uluslararası Fuar’da Osmanlı Devleti’nin temsil etmiş ve kendi özel çalışmalarından bazılarını da burada sergilemiştir. Fuar’da yapılan madalya töreninde Osmanlı Devleti’ne gümüş madalya kazandırmıştır. Buradaki temasları Osmanlı Devleti için başka bir gelişme adına da önemli bir adım olmuştur.

Paris’teki sergi sonrasında Abdullah Bey’in çabaları ilk meyvesini vermiş, 11 Haziran 1868’de Hilâl-i Ahmer’e giden yolun ilk adımı olan Mecrûhîn ve Marzâ-yı Askeriye-ye İmdâd ve Muâvenet Cemiyeti 66 üye ile kurulmuş ve tüzüğü 7 Temmuz 1869 tarihinde oy birliğiyle kabul edilmiştir. Fakat bütün bu uğraşlara rağmen Osmanlı Devleti’nin oldukça sıkıntılı günler yaşaması, kuruluşundan çok kısa bir süre sonra Hilâl-i Ahmer’e olan ilginin azalmasına neden olmuştur. Osmanlı Devleti, bir yandan Balkanlar’daki isyanlarla uğraşırken bir yandan da Arap vilayetlerinde yaşanan hareketlenmelerle karşı karşıya kalmıştır. Bununla beraber Mısır’da Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla büyük devletlerin bu bölgede yoğunlaşan nüfuz mücadelesinin ortasında kalmıştır. Bütün bunlara ilaveten Osmanlı topraklarının çok yakınında, millî birliğini kuran iki yeni devlet ortaya çıkmıştır. Yeni kurulan Almanya ve İtalya’nın kendilerine sömürge bulma çalışmalarına başlamaları tam da bu döneme denk gelmiştir. Bilhassa İtalya’nın saldırgan politikası Osmanlı topraklarına yönelmiştir.

XIX. yüzyılın başında, dünya için oldukça zor yılların içine doğmasına rağmen Abdullah Bey, kendisi de zorlu yollardan geçerek hiçbir şeyi altın tepside kendisine sunularak elde etmediği bir ömrü çoğu akranından daha bereketli bir şekilde yaşayıp arkasında güzel anılan bir isim bırakmıştır. Fakat maalesef Abdullah Bey’in, kurulması için büyük özveri ve çaba gösterdiği Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin gelişimini görmeye ömrü vefa etmemiştir. Doğayı ve çalışmayı çok seven Dr. Abdullah Bey, yaz sıcaklarına ve ilerlemiş yaşına aldırmadan arazide çalışma yapmaya devam etmiştir. İşini severek yapmanın ötesinde âdeta işine aşk ile bağlı bir bilim adamı olarak çalışmalarına hayatı boyunca hiç ara vermemiştir. Anadolu Şimendifer hattının Üsküdar-İzmit kısmında bir arazi çalışması yaptığı sırada rahatsızlanmıştır. Yorgun bedeni, arazi şartlarında ve yaz sıcağında çalışmaya daha fazla dayanamamış ve 30 Ağustos 1874’te İstanbul’da Kalyoncu Kulluğu karşısında oturduğu evinde vefat etmiştir. Cenazesi Defterdar Cami’nin kabristanına defnedilmiştir. Adnan Menderes döneminde ise caminin haziresi yol yapımı nedeniyle küçültülürken mezar başka bir yere nakledilmiştir. 1975 yılında Kemal Erguvanlı’nın da içinde yer aldığı bir heyet Dr. Abdullah Bey’in mezarını bulmaya yönelik bir çalışma başlattılarsa da o dönemlerde yeni yol geçmesi ve mezarlığın onarılması nedeniyle mezar taşlarının bir kısmının kaldırıldığını öğrenmişler ve Abdullah Bey’in mezar taşını bulamamışlardır. 2012 yılında Defterdar Mahmut Efendi Cami’nin bahçesine hem Dr. Abdullah Bey’in hem de Hilâl-i Ahmer’in kurucuları arasında yer alan Dr. Aziz Kırımlı Bey’in adlarının yazılı olduğu sembolik bir mezar taşı dikilmiştir.

1968 yılına gelindiğinde, Ankara Kızılay’ın merkez binasının bahçesine Abdullah Bey’in büstü dikilmiştir. Kızılay Derneği’nin 100. yıldönümü vesilesiyle Hilâl-i Ahmer’in kurulmasına katkısı olan Dr. Marko Paşa ve Dr. Abdullah Bey’in resimlerinin olduğu pul basılmıştır. Türk Mikrobiyoloji Derneği, Abdullah Bey’in ölümünün 100. Yılı vesilesiyle Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde bir anma toplantısı düzenlemiş, kendisinin hayatı ve eserleri hakkında konuşmalar gerçekleştirilmiştir.

1801’de Macar topraklarında Karl Eduard Hammerschimdt adıyla dünyaya gelen ve 1848’de kaçarak geldiği Osmanlı topraklarında Müslüman olduktan sonra yeni bir isim alıp âdeta yeniden doğan Dr. Abdullah Bey; 73 yıllık ömründe hem farklı alanlarda ilmi çalışmalar yapmış hem de insanlık için evrensel ideallerle Osmanlı Devleti’nde en mühim yardım kurumlarından biri olan Hilâl-i Ahmer’in kurulması için ilk adımı atmışsa da bu kurumun büyüyüp geliştiğini görmeye ömrü vefa etmemiştir.

Müslüman olduktan sonra Abdullah adını alacak Dr. Karl Eduard Hammerschmidt, geliştirdiği aletler ve yöntemlerin yanı sıra farklı alanlara olan ilgisini ve merakını o alanlara dair uzmanlık derecesinde eserler vererek kadar ileri götürüp gelecek nesillere güzel bir miras bırakmış Tıp Fakültesi mezunu bir bilim adamıdır. Hayatı “İlim dünyasına ve insanlığa karşı nasıl faydalı olabilirim?” sorusuna cevap aramakla geçmiş gibidir. Bulduğu cevaplarla insanlığın bir adım daha ileri gitmesine çabalamıştır. Bunun yanı sıra başka bir ülkeye sığınmış kişilerden biri olarak “Gittiği yere katkı sağlamak nasıl olmalıdır?” sorusunun cevabı niteliğinde bir ömür geçiren Abdullah Bey’in herkese farklı açılardan örnek olabilecek bir hayatı olmuştur.

Karl Eduard Hammerschmidt, Avusturya’nın Viyana şehrinde Transilvanya (Macaristan) doğumlu bir maliye memuru olan Anton Hammerschmidt’in oğlu olarak 12 Haziran 1801’de Viyana’da doğmuştur. Karl Hammerschimdt’in Osmanlı topraklarına gelmeden önceki hayatına dair belli başlı eğitim bilgileri haricinde bilgilerimiz yok denecek kadar azdır. Osmanlı Devleti bünyesindeki faaliyetleri daha çok bilinmektedir.

Karl Eduard Hammerschimidt, Viyana Üniversitesinde önce felsefe eğitimi almış, sonrasında hukuk okumuş ve Viyana’da bir süre avukatlık yapmıştır. Ardından tıp ve doğa bilimlerine merak sarmış ve Avusturya Askerî Cerrahi Akademisi Josephinum’da öğrenim tıp eğitimi alarak doktor olmuştur. Bilhassa doğa bilimlerinde böcek metamorfozu (başkalaşım) üzerine çalışmalar yapmış, dönemin önemli bilim dergilerinde (Gazette Agronomique gibi) yazarlık yapmaya başlamıştır. 1830-1832 yıllarında Breslav ve Viyana’da dünyada yer alan her sınıftan 1.000’den fazla böceğin metamorfozunu sergilemiş ve bu girişimiyle Breslav Leopaldina-Carolina İmparatorluk Akademisi tarafından ödüllendirilmiştir. Bu koleksiyon, o devirde dünyada bulunan her sınıftaki böceklerin başkalaşımını gösteren en büyük koleksiyondur.

Hammerschmidt, 1847-1848 yılları arasında diş hekimi Dr. J. Weigner’la “eter anestezisi” üzerine çalışmıştır. Bu deneyler dünyada bilimsel anesteziyolojinin öncü çalışmaları arasında kabul edilmektedir.

Abdullah Bey, doktorluk ve Tıp Fakültesi’ndeki hocalığının yanı sıra doğa aşığı bir bilim adamıdır. Böcekler ve bitkilerin incelenmesi ve ilk hâllerini daha uzun süre korumalarının sağlanması üzerine çalışmakla beraber tıp zoolojisiyle de ilgilenmiştir. Ayrıca bu çalışmalarını el yazısı notlar ve kendi çizimleriyle destekleyerek gelecek nesillere aktarmıştır. Bunların yanı sıra eskiçağlara ait kalıntılardan çıkarılan fosillerin incelenmesi ve sergilenmesi hususunda ne yapılabilir düşüncesiyle hareket etmiş ve bu konuda bazı girişimlerde de bulunmuştur. Çok farklı alanlara merakı olan Abdullah Bey, bir yandan eskiçağa ait dilleri incelemiş, onların daha kolay öğrenilmesiyle ilgili yöntemler geliştirmeye çalışmış diğer yandan da orta seviyede batı müziği nazariyatı sayılabilecek notlar kaleme almıştır. Osmanlı Devleti’nde geniş kapsamlı ilk doğa bilimleri müzesini kurmuş, bu müzeyle başta öğrenciler olmak üzere Osmanlıların doğaya olan ilgilerinin artmasına vesile olmuştur. Âdeta bu dünyaya izini bırakmak istercesine meraklı olduğu ve üzerinde çalıştığı hemen her konuya dair notlarıyla gelecek nesillerin ve de bilimin gelişmesine katkı sağlama anlayışıyla geçen bir ömür yaşamıştır.

Dr. Abdullah Bey, farklı alanlarla ilgili yeni yöntemler bulmaya gayret eden ve yeni aletler geliştirmeye yönelik çalışmalar yapan bir bilim adamıdır. Tıp fakültesinde öğrenci yetiştirirken diğer yandan “ilim dünyasına ve insanlığa katkı sağlamak için ne yapabilirim?” sorusuna cevaplar aramış, bulduğu cevaplar insanlığı bir adım daha ileriye götüren sonuçları beraberinde getirmiştir. Eter narkozu konusunda geliştirdiği alet, kendisinden önceki örneklerinden çok daha pratik olması yönünden önemli bir gelişme olarak tıp tarihine geçmiştir. 1848 yılında vatanını bırakmak zorunda kalarak kaçıp geldiği Osmanlı Devleti’nde yaptığı çalışmalarla kendisini koruyan devletin de ilim dünyasında adının duyurulmasına katkıda bulunmuştur.

Abdullah Bey, sadece yaptığı ilmi çalışmalarla değil aynı zamanda Osmanlı topraklarında Kızılhaç benzeri yaralı askerlere yardım sağlayacak bir kuruluşun ilk çalışmalarını da başlatmıştır. Hilâl-i Ahmer Cemiyeti adıyla kurulacak bu kurumun temelleri 1864 yılına dayanmaktadır. 1864’te Cenevre Sözleşmesi’nin imzalanmasıyla savaş alanlarında yaralılara yardım etme hayalini gerçekleştirme yolunda önemli bir adım atan Henry Dunant ve arkadaşları, bu sözleşmeyi imzalayarak ülkelerinde Kızılhaç derneklerini kurabilecek uygun kişileri aramaya başlamışlardır. Abdullah Bey’le Paris’te yollarının kesişmesi Osmanlı Devleti için de bu konuyla ilgili bir milat olmuştur. Hilâl-i Ahmer’in kurulması için harekete geçen Abdullah Bey, canla başla çalışmış, bu vazifeye kendini adamıştır. Ülkesinden kaçarak geldiği Osmanlı Devleti’ni yeni bir vatan olarak benimseyen Abdullah Bey, Osmanlı’ya katkı sağlamak için yaptığı çalışmalarındaki titizliği ve hassasiyeti Hilâl-i Ahmer’i kurmak için de göstermiştir. Osmanlı Devleti’ni çeşitli uluslararası toplantılarda temsil eden Dr. Abdullah Bey, 1867’de Paris’teki Uluslararası Fuar’da Osmanlı Devleti’nin temsil etmiş ve kendi özel çalışmalarından bazılarını da burada sergilemiştir. Fuar’da yapılan madalya töreninde Osmanlı Devleti’ne gümüş madalya kazandırmıştır. Buradaki temasları Osmanlı Devleti için başka bir gelişme adına da önemli bir adım olmuştur.

Paris’teki sergi sonrasında Abdullah Bey’in çabaları ilk meyvesini vermiş, 11 Haziran 1868’de Hilâl-i Ahmer’e giden yolun ilk adımı olan Mecrûhîn ve Marzâ-yı Askeriye-ye İmdâd ve Muâvenet Cemiyeti 66 üye ile kurulmuş ve tüzüğü 7 Temmuz 1869 tarihinde oy birliğiyle kabul edilmiştir. Fakat bütün bu uğraşlara rağmen Osmanlı Devleti’nin oldukça sıkıntılı günler yaşaması, kuruluşundan çok kısa bir süre sonra Hilâl-i Ahmer’e olan ilginin azalmasına neden olmuştur. Osmanlı Devleti, bir yandan Balkanlar’daki isyanlarla uğraşırken bir yandan da Arap vilayetlerinde yaşanan hareketlenmelerle karşı karşıya kalmıştır. Bununla beraber Mısır’da Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla büyük devletlerin bu bölgede yoğunlaşan nüfuz mücadelesinin ortasında kalmıştır. Bütün bunlara ilaveten Osmanlı topraklarının çok yakınında, millî birliğini kuran iki yeni devlet ortaya çıkmıştır. Yeni kurulan Almanya ve İtalya’nın kendilerine sömürge bulma çalışmalarına başlamaları tam da bu döneme denk gelmiştir. Bilhassa İtalya’nın saldırgan politikası Osmanlı topraklarına yönelmiştir.

XIX. yüzyılın başında, dünya için oldukça zor yılların içine doğmasına rağmen Abdullah Bey, kendisi de zorlu yollardan geçerek hiçbir şeyi altın tepside kendisine sunularak elde etmediği bir ömrü çoğu akranından daha bereketli bir şekilde yaşayıp arkasında güzel anılan bir isim bırakmıştır. Fakat maalesef Abdullah Bey’in, kurulması için büyük özveri ve çaba gösterdiği Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin gelişimini görmeye ömrü vefa etmemiştir. Doğayı ve çalışmayı çok seven Dr. Abdullah Bey, yaz sıcaklarına ve ilerlemiş yaşına aldırmadan arazide çalışma yapmaya devam etmiştir. İşini severek yapmanın ötesinde âdeta işine aşk ile bağlı bir bilim adamı olarak çalışmalarına hayatı boyunca hiç ara vermemiştir. Anadolu Şimendifer hattının Üsküdar-İzmit kısmında bir arazi çalışması yaptığı sırada rahatsızlanmıştır. Yorgun bedeni, arazi şartlarında ve yaz sıcağında çalışmaya daha fazla dayanamamış ve 30 Ağustos 1874’te İstanbul’da Kalyoncu Kulluğu karşısında oturduğu evinde vefat etmiştir. Cenazesi Defterdar Cami’nin kabristanına defnedilmiştir. Adnan Menderes döneminde ise caminin haziresi yol yapımı nedeniyle küçültülürken mezar başka bir yere nakledilmiştir. 1975 yılında Kemal Erguvanlı’nın da içinde yer aldığı bir heyet Dr. Abdullah Bey’in mezarını bulmaya yönelik bir çalışma başlattılarsa da o dönemlerde yeni yol geçmesi ve mezarlığın onarılması nedeniyle mezar taşlarının bir kısmının kaldırıldığını öğrenmişler ve Abdullah Bey’in mezar taşını bulamamışlardır. 2012 yılında Defterdar Mahmut Efendi Cami’nin bahçesine hem Dr. Abdullah Bey’in hem de Hilâl-i Ahmer’in kurucuları arasında yer alan Dr. Aziz Kırımlı Bey’in adlarının yazılı olduğu sembolik bir mezar taşı dikilmiştir.

1968 yılına gelindiğinde, Ankara Kızılay’ın merkez binasının bahçesine Abdullah Bey’in büstü dikilmiştir. Kızılay Derneği’nin 100. yıldönümü vesilesiyle Hilâl-i Ahmer’in kurulmasına katkısı olan Dr. Marko Paşa ve Dr. Abdullah Bey’in resimlerinin olduğu pul basılmıştır. Türk Mikrobiyoloji Derneği, Abdullah Bey’in ölümünün 100. Yılı vesilesiyle Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde bir anma toplantısı düzenlemiş, kendisinin hayatı ve eserleri hakkında konuşmalar gerçekleştirilmiştir.

1801’de Macar topraklarında Karl Eduard Hammerschimdt adıyla dünyaya gelen ve 1848’de kaçarak geldiği Osmanlı topraklarında Müslüman olduktan sonra yeni bir isim alıp âdeta yeniden doğan Dr. Abdullah Bey; 73 yıllık ömründe hem farklı alanlarda ilmi çalışmalar yapmış hem de insanlık için evrensel ideallerle Osmanlı Devleti’nde en mühim yardım kurumlarından biri olan Hilâl-i Ahmer’in kurulması için ilk adımı atmışsa da bu kurumun büyüyüp geliştiğini görmeye ömrü vefa etmemiştir.

Bu Yazıyı Paylaş
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir