Mondros Mütarekesi’nin imzalanması sonrasında Birinci Dünya Savaşı’nın sonunu getirecek antlaşmaların hazırlanması sürecine geçilmiş ve yaklaşık 32 devlet ve milletin temsilcisi Paris’te toplanmıştı. Savaşın galipleri İtilaf devletleri, savaşın mağlubu İttifak devletlerine çok ağır maddelere sahip antlaşmalar imzalatmak için kolları sıvamıştır. 18 Ocak 1919’da başlayan Paris Barış Konferansı daha sona ermeden Yunan temsilci Venizelos, Türk milleti için çok acı bir karar olacak İzmir’i işgal iznini bölgedeki Rumları korumak bahanesiyle Yüksek Konsey’e kabul ettirmişti. 15 Mayıs 1919 tarihi İzmir’in Yunanlarca işgal edildiği tarih olarak, Milli Mücadele tarihimizin dönüm noktalarından biri olmuş ve Mondros’un maddelerinin adeta vücut bulmuş hali olacaktı. Bu olay tüm Anadolu’da gazeteler aracılığıyla halka aktarılacak ve böylece işgal ne demektir nasıl bir şeydir sorularının somut örneği gözler önüne serilecekti. İşte İzmir’in işgali sonrasında Türk milleti arda arda gelen işgallere karşı bir duruş sergilemek ya da kendi bölgesini işgallerden korumak maksadıyla kendi öz benliğinden bir Milli Mücadele başlatacaktı. Türk milleti haklarını savunmak için Müdafaa-i Hukuk adı verilen bölgesel oluşumlar kurulmuştu. Bu milli hareketin silahlı kısmını ise Kuvâ-yı Milliye adı verilen gruplar oluşturmuştur. Kuvâ-yı Milliye, kelime manası olarak milli kuvvetler demektir.
Milis güçleri şeklinde hareket eden Kuvâ-yı Milliye birliklerine, asker ve sivil devlet memurlarının öğütleri ile halk her yerde hevesle kaydolmaya başladı.
Kuvâ-yı Milliye birliklerinin belli başlı faydaları şunlardır:
1- Batı Anadolu’yu işgale çalışan Yunan kuvvetleri daha fazla ilerlemeden, belirli noktalarda durdurulması.
2- Ermeni ve Rum çetelerinin faaliyetlerine karşı Türk yerleşim birimlerinin korunması.
3- Millî Mücadele aleyhine çıkan ayaklanmaların bastırılması.
4- TBMM’ye bağlı düzenli ordunun kurulabilmesi için zaman kazandırması.
Tam anlamıyla bir askeri disipline sahip olmasalar da Kuvâ-yı Milliye birlikleri özellikle Batı Anadolu’da düzenli ordu birliklerinin faaliyete geçmesine kadar, Güney Anadolu’da ise Millî Mücadele’nin sonuna kadar etkili oldular. Kuvâ-yı Milliye’nin ihtiyaçlarının sağlanmasında Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri mühim roller üstlenmişlerdi.
Milletin kendi öz benliğinden oluşturduğu Kuvâ-yı Milliye birlikleri oldukça önemli bir zamanda varlık göstermişti. Vatanı kurtarmak için Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarının Samsun’dan başlayıp TBMM’nin açılmasıyla zaferle sonuçlanan, ülkeyi kurtarmaya yönelik siyasi gelişmelerin karşısında İtilaf Devletleri’nin ve İstanbul Hükümeti’nin çeşitli siyasi manevraları sürüyor, Mondros Mütarekesi sonrası başlayan işgaller de genişleyerek devam ediyordu. Doğuda Ermeni, güneyde Fransız, batıda da Yunan işgallerine karşı mücadele veriliyordu. Öte yandan İtalyan ve İngiliz işgalleri de yayılıyordu. Bilindiği üzere, Türk ordusu Birinci Dünya Savaşı’nda çok ciddi kayıplara uğramış ve geride kalan kadro da Mütareke gereğince terhis edilecekti. Yani bu günlerde işgallere karşı koyabilecek güçlü bir ordu ve Mütareke şartlarından dolayı hukukî zemin de bulunmuyordu. Bu dönemde bazı komutanlar, gelecek tehlikeyi fark edip, mütareke hükümlerini mümkün olduğunca uygulamayı erteleyip bazı tedbirler almışlardı. Ancak, eldeki kuvvetlerle yeterince savunma yapılamayacağı ortadaydı. İşte Türk milleti çaresiz kaldığı böyle bir ortamda, ülkenin hemen her yerinde kendiliğinden gönüllü milis kuvvetler oluşturarak silahlı savunma iradesini ortaya koydu. Millî Mücadele tarihimizde “Kuvâ-yı Milliye olarak adlandırılan bu silahlı gönüllü kuvvetlerin oluşumunda, bazı yöneticilerin ve subayların önemli rolleri oldu. Düzenli Ordu’ya geçiş zamanına kadar yani Ekim-Kasım 1920’ye kadar aşağı-yukarı 1,5 yıllık sürede, işgallere karşı koyan belki de tek güç “Kuvâ-yı Milliye” idi. Kendi bölgesinin işgaline karşı ya da işgal edilmemiş bir bölgeyi de işgale karşı korumak için kurulmuş eli silah tutan herkesin yer aldığı milis kuvvetleri olarak tarihe geçmişti. Anadolu’da işgallere karşı bu süreç yaşanırken, Mustafa Kemal Paşa da silah arkadaşları ile Anadolu’ya geçmiş ve kutlu hareketin yönlendiricisi ve lideri olarak Anadolu’daki oluşumları bir araya getirecek ve çok daha ileri götürecektir.