
Şafak Yıldırım kaleme aldı…
Son dönemlerde eski ABD Başkanı Donald Trump, Kanada’nın ABD’nin bir eyaleti olması gerektiğini ve Panama Kanalı’nın aslında ABD’ye ait olması gerektiğini ifade eden açıklamalarda bulundu. Bunun yanı sıra, Grönland’ı satın alma isteğini de yeniden gündeme getirdi. Hatta bu açıklamaların ardından oğlu Eric Trump, bu üç bölgeyi temsilen bir alışveriş sepetine koyduğu bir tweet paylaştı. Bu girişimlerin altında, Amerika’yı yeniden büyük bir devlet haline getirme vizyonu yatıyor. Peki, tüm bu gelişmeler ne anlama geliyor?
Bu sorunun cevabını anlamak için öncelikle Grönland’ın tarihsel, coğrafi ve stratejik önemine odaklanmak gerekiyor. Grönland, Kuzey Amerika’da bulunan ancak vatandaşlarının Avrupalı sayıldığı özerk bir bölgedir. Buzla kaplı bu topraklar, kendisinden 50 kat daha küçük olan Danimarka’ya bağlıdır ve 300 yıldan uzun bir süredir Avrupa toprağı olarak kabul edilmektedir. Bu durum, Kanada için Avrupa’ya sınırı olan bir ülke tanımını ortaya çıkarıyor. Ancak işler göründüğünden daha karmaşıktır. Grönland, 1979 yılında kendi kendini yöneten bir özerk ülke haline geldi ve 1985 yılında yapılan bir referandumla Avrupa Birliği’nden ayrıldı. Bu süreçte, Avrupa Birliği’nden ayrılan ilk ülke olarak tarihe geçti.
Ancak Danimarka, Grönland’ı hala askeri anlamda savunuyor ve dış politikanın büyük bir kısmını kontrol ediyor. Grönland, neredeyse tamamen buzullarla kaplı olmasına rağmen dünyanın en büyük adasıdır. Ancak harita projeksiyonları bizi yanıltabilir. İki boyutlu bir haritada Grönland, neredeyse Afrika kadar büyük görünür. Gerçekte ise 2.166.000 km² yüz ölçümüyle Türkiye’den yaklaşık 2,5 kat daha büyüktür. Avustralya, Grönland’dan daha büyük olmasına rağmen bir kıta olarak kabul edildiği için en büyük ada unvanı Grönland’a aittir. Ancak bu devasa coğrafi büyüklüğe rağmen, adada sadece 56.000 insan yaşamaktadır.
Bu nüfus, Türkiye’nin en düşük nüfuslu ili olan Bayburt’tan bile daha azdır. Bu durum, Grönland’ı dünyanın en seyrek nüfuslu bölgelerinden biri yapmaktadır. Grönland’ın tamamen buzla kaplı olduğu düşünülse de, topraklarının %20’si yeşillik ve yaşanabilir alanlardan oluşmaktadır. Bu alanlar çoğunlukla kıyı şeridinde yer alır. Nüfusun yaklaşık %33’ü batı kıyılarında bulunan başkent Nuuk’ta yaşarken, geri kalanı ülkenin batı kıyılarına dağılmış durumdadır. Adada yaşayan yerliler, Inuit kökenli bir halktır ve genetik olarak Avrupalı değillerdir. Peki, tüm bu özelliklere rağmen Trump, nüfusun bu kadar az olduğu ve buzullarla kaplı bu toprakları neden istiyor? Aslında Trump’ın Grönland’ı satın alma isteği yeni bir fikir değildir. Bu arzusunu ilk olarak 2019 yılında dile getirmişti.
Ancak ABD’nin Grönland’a olan ilgisi çok daha eskilere dayanmaktadır. 1867 yılında ABD Dışişleri Bakanı William Seward, Grönland için teklif vermeyi düşünmüş ancak Alaska’yı satın aldıktan sonra bu fikirden vazgeçmiştir. 1910 yılında yeniden teklif yapıldı ve Danimarka bu teklifi resmi olarak değerlendirdi. Hatta Grönland karşılığında, günümüzde Filipinler’de bulunan Müslüman özerk bölgesi Mindanao’yu takas etmeyi önerdiler. Ancak bu takas gerçekleşmedi.
ABD’nin Grönland’ı satın almaya en yakın olduğu dönem ise 1946 yılıydı. O dönemde Danimarka’ya 100 milyon dolar değerinde altın teklif edilse de, Danimarka bu teklifi kabul etmedi. II. Dünya Savaşı sırasında Grönland, stratejik açıdan oldukça önemli bir konumdaydı. ABD, Nazi Almanyası’nın adayı işgal etmesini önlemek için buraya askeri üsler kurdu. Savaşın ardından Grönland’ın statüsü konusunda iki ülke arasında görüşmeler yapıldı ve 1979 yılında Grönland’a özerklik verildi. Bu durum, adanın kendi iç işlerinde daha fazla söz sahibi olmasını sağladı. 1985 yılında yapılan bir referandumla Avrupa Birliği’nden ayrılan Grönland, 2009 yılında daha geniş özerklik hakları elde etti.
Bugün adada Amerikan üsleri bulunmaktadır ve gelecekte halkın ABD’ye katılma yönünde bir referandum düzenlemesi bile mümkün görünmektedir. Grönland’ın bu kadar değerli olmasının temel nedeni, buzulların altında yatan zengin doğal kaynaklardır. İlerleyen yıllarda küresel ısınmanın etkisiyle buzulların erimesi, adanın ham petrol, doğalgaz, kömür, çinko, bakır ve demir gibi kaynaklarını ortaya çıkaracaktır. Özellikle Kuzeydoğu Grönland, dünyanın en büyük petrol rezervlerinden birine sahip olma potansiyeli taşımaktadır. Tahminlere göre, Doğu Grönland kıta sahanlığında 31 milyar varillik petrol rezervi bulunmaktadır. Arktik bölgelerinde ise toplamda 90 milyar varil petrol ve 1.66 trilyon metreküp doğalgaz olduğu tahmin edilmektedir.
Bu devasa kaynaklar, Grönland’ı küresel güçler için cazip hale getirmektedir. Ancak Grönland’ın stratejik önemi sadece doğal kaynaklarla sınırlı değildir. Deniz ticareti, gelecek yıllarda kuzeye, buzullara kayacak ve Arktik Ticaret Rotası, küresel ticaret için büyük bir önem kazanacaktır. Eğer ABD Grönland’ı kontrol ederse, bu rota üzerindeki hakimiyetini artıracaktır. Özellikle Çin ve batı dünyası için bu rota kritik bir öneme sahiptir. Nakliye şirketleri, buz kırıcı gemiler kullanarak kuzey kutbundan geçerek seyahat sürelerini kısaltmaktadır. 2060 yılına gelindiğinde, bu rota Ağustos ve Eylül ayları arasında tamamen açık hale gelecek ve dünyanın en önemli ekonomik bölgelerinden biri olacaktır. Grönland, tam da bu bölgenin kalbinde yer almaktadır. Trump’ın Grönland’ı satın alma isteği, Danimarka tarafından reddedilmiştir. Danimarka, adanın kesinlikle satılık olmadığını belirtmiş ve Grönland’a yönelik savunma harcamalarını artıracağını açıklamıştır.
Ancak Trump’ın bu konudaki ısrarı devam etmektedir. Panama Kanalı’nı kullanan Amerikan gemilerinden alınan ücretleri yüksek bulan Trump, Panama’yı Çin etkisinde kalmakla suçlamış ve talepleri yerine getirilmezse kanalı geri alacağını bile söylemiştir. Benzer şekilde, Kanada’nın ABD’nin 51. eyaleti olması gerektiğini dile getirmiştir. Kanada da tıpkı Grönland gibi Arktik Rotası üzerinde bulunan bir ülkedir ve küresel ısınmanın etkisiyle önemi artacaktır. Trump’ın bu açıklamaları, Amerika’yı eski gücüne kavuşturma amacı taşıyor gibi görünse de, bazılarına göre ABD’nin otoriter gücünü zayıflatma riski taşımaktadır.
Çin’in küresel etkisini artırması, Trump’ı bu tür adımlar atmaya itmektedir. Ancak bu stratejilerin uzun vadede ne gibi sonuçlar doğuracağı henüz net değildir. Son olarak, ilginç bir sınır anlaşmazlığına değinmekte fayda var. Hans Adası, Kanada ve Grönland arasında, her iki ülkeye de 18 km mesafede bulunmaktadır. 1973 yılında boğazın sınırları konusunda anlaşmaya varan Kanada ve Danimarka, bu küçük adanın kime ait olduğunu belirlemeyi unutmuştu. 1984 yılında Kanada, adaya asker çıkarıp bayrak dikti ve yanına bir şişe Kanada viskisi bıraktı. Danimarka ise birkaç hafta sonra adaya giderek Kanada bayrağını Danimarka bayrağıyla değiştirdi ve yanına Danimarka içkisi bıraktı.
Bu “viski savaşları” yıllarca devam etti. 2022 yılında ise iki ülke, adayı yarı yarıya paylaşma konusunda anlaştı. Bu anlaşma, Danimarka ve Kanada’yı resmi olarak kara komşusu yaptı. Tüm bu gelişmeler, Grönland’ın küresel güçler için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Gelecekte buzulların erimesiyle birlikte adanın stratejik ve ekonomik değeri daha da artacaktır. Trump’ın bu konudaki ısrarlı tutumu, dünya siyasetinde yeni gerilimlere yol açabilir. Ancak Danimarka’nın Grönland’ı satmaya niyeti olmadığı açık. Bu süreçte, küresel güçlerin Arktik bölgesindeki mücadelesi daha da şiddetlenecek gibi görünüyor.