TÜRK DEGS GÜNLÜK BÜLTEN 1 ŞUBAT 2025

Turk DEGS
Yazan: Turk DEGS 43 Dk. Okuma
43 Dk. Okuma

ABD

Trump: Kanada ve Meksika’ya yüzde 25 gümrük vergileri 1 Şubat itibarıyla uygulanacak

01.02.2025

Enerji Enformasyon İdaresi’ne (EIA) göre ABD, Ekim ayında Kanada’dan günde yaklaşık 4,6 milyon varil, Meksika’dan ise 563.000 varil petrol ithal etti.

ABD Başkanı Donald Trump, Kanada ve Meksika’dan ithal edilen ürünlere uygulayacağı yüzde 25’lik gümrük vergilerinin 1 Şubat Cumartesi günü yürürlüğe gireceğini, ancak bu ülkelerden gelen petrolü de ithalat vergileri kapsamına alıp almayacağını hala düşündüğünü açıkladı.

Başkan Trump kararını iki ticaret ortağının uyguladığı petrol fiyatlarının adil olup olmadığına göre vereceğini belirtirken, gümrük vergisi tehdidinin temelinde yasa dışı göçü ve fentanil için kullanılan kimyasalların kaçakçılığını durdurmak yatıyor.

Kanada ve Meksika petrolüne yönelik gümrük vergisi riski, Trump’ın enerji maliyetlerini düşürerek genel enflasyonu düşürme vaadini baltalayabilir. Tarifelerle ilişkili maliyetler tüketicilere daha yüksek benzin fiyatları şeklinde yansıyabilir ki bu Trump’ın Cumhuriyetçi başkanlık kampanyasının merkezine yerleştirdiği ve bir yıl içinde enerji maliyetlerini yarıya indirme sözü verdiği bir konu.

Trump 2024 yılında Pensilvanya’da düzenlenen bir belediye binasında yaptığı konuşmada, “20 Ocak’tan bir yıl sonra tüm ülkede enerji fiyatlarını yarıya indireceğiz,” dedi.

Seçmenlerle yapılan kapsamlı bir anket olan AP VoteCast, seçmenlerin yüzde 80’inin gaz fiyatlarını bir endişe kaynağı olarak tanımladığını ortaya koydu. Trump, pompa fiyatlarından endişe duyduğunu söyleyen her 10 seçmenden yaklaşık 6’sının oyunu aldı.

Enerji Enformasyon İdaresi’ne (EIA) göre ABD, Ekim ayında Kanada’dan günde yaklaşık 4,6 milyon varil, Meksika’dan ise 563.000 varil petrol ithal etti. ABD’nin o ayki günlük üretimi günde ortalama 13,5 milyon varil civarındaydı.

Kanada Ticaret Odası başkan yardımcısı ve kamu politikaları şefi Matthew Holmes, Trump’ın gümrük tarifelerinin daha yüksek maliyetler şeklinde “önce Amerika’yı vergilendireceğini” söyledi.

Holmes, “Bu bir kaybet-kaybet durumu,” dedi. “Başkan Trump ve Amerikalılara bunun hayatı daha ekonomik hale getirmediğini göstermek için ortaklarımızla birlikte çalışmaya devam edeceğiz. Hayatı daha pahalı hale getiriyor ve entegre işletmelerimizi zora sokuyor,” diye ekledi.

Ancak Trump, birçok ekonomik analizde daha yüksek fiyat riskine işaret edilmesine rağmen, ABD’nin ticaret ortaklarına uygulanan ithalat vergilerinin ABD ekonomisi üzerinde olumsuz bir etkisi olacağına dair bir endişe taşımadığını gösterdi.

Trump, “Onların sahip olduğu ürünlere ihtiyacımız yok,” dedi. “İhtiyacınız olan tüm petrol bizde var. İhtiyacınız olan tüm ağaçlar, yani kereste bizde var.”

Başkan ayrıca Çin’in fentanil yapımında kullanılan kimyasalları ihraç ettiği için gümrük vergisi ödeyeceğini belirtti. Daha önce Çin’den gelen ürünlere uygulanan diğer ithalat vergilerine ek olarak yüzde 10’luk bir gümrük vergisi uygulanacağını ifade etmişti.

Petrol fiyatları perşembe günü öğleden sonra varil başına yaklaşık 73 dolardan işlem görüyordu. Fiyatlar, Başkan Joe Biden döneminde Haziran 2022’de varil başına 120 doların üzerine çıkmış, bu dönem genel enflasyonun on yılın en yüksek seviyesine ulaşmasıyla örtüşmüş ve Demokrat yönetime karşı daha geniş bir kamu memnuniyetsizliği duygusunu körüklemişti.

AAA’ya göre ABD genelinde benzin fiyatları galon başına ortalama 3,12 dolar, yani bir yıl öncesiyle hemen hemen aynı.

Perşembe gününün ilerleyen saatlerinde Trump, küresel değişim aracı olarak ABD dolarına alternatif arayan ülkelere karşı daha fazla gümrük vergisi tehdidinde bulundu.

Başkan aynı tehdidi Kasım ayında Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika, Mısır, Etiyopya, İran ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) oluşan BRICS grubuna karşı da yapmıştı.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ülkesine ve diğerlerine yönelik yaptırımların, ulusların doların yerine geçecek bir alternatif geliştirmeleri gerektiği anlamına geldiğini öne sürdü.

Trump sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “Görünüşte düşman olan bu ülkelerden, yeni bir BRICS Para Birimi yaratmayacaklarına ya da güçlü ABD Dolarının yerini alacak başka bir Para Birimine destek vermeyeceklerine ya da yüzde 100 Gümrük Vergileriyle karşılaşacaklarına ve harika ABD Ekonomisine satış yapmaya veda etmeyi beklemeleri gerektiğine dair bir taahhüt talep edeceğiz,” dedi.

Trump’ın uygulamakla tehdit ettiği gümrük vergileri nedir, nasıl işliyor?

01.02.2025

ABD son yıllarda İkinci Dünya Savaşı sonrası küresel serbest ticareti ve düşük gümrük vergilerini teşvik etme rolünden yavaş yavaş geri çekildi. Bu değişim, yaygın olarak sınırsız ağaç ticaretine ve giderek güçlenen Çin’e atfedilen ABD imalat işlerinin kaybına bir yanıt oldu.

ABD Başkanı Donald Trump’ın potansiyel yaptırımlar listesinin başına koyduğu gümrük vergileri şu sıralar gündemde. İşte ne oldukları ve onlar hakkında bilmeniz gerekenler:

Gümrük vergileri genellikle bir alıcının yabancı bir satıcıya ödediği fiyatın bir yüzdesi olarak tahsil ediliyor. ABD’de bu vergiler, ülke genelindeki 328 giriş limanında Gümrük ve Sınır Koruma görevlileri tarafından toplanıyor.

ABD tarife oranları değişiklik gösteriyor: örneğin, binek otomobillerde genellikle yüzde 2,5, golf ayakkabılarında ise yüzde 6. ABD’nin ticaret anlaşması yaptığı ülkeler için gümrük vergileri daha düşük olabiliyor. Örneğin, Trump’ın ABD-Meksika-Kanada ticaret anlaşması sayesinde çoğu mal ABD, Meksika ve Kanada arasında gümrük vergisi olmadan taşınabiliyor.

Ana akım ekonomistler genellikle gümrük tarifelerine şüpheyle yaklaşıyor ve bunları hükümetlerin para toplaması ve refahı artırması için çoğunlukla verimsiz bir yol olarak görüyor.

Tarifeleri gerçekte kimin ödediğine dair yanlış bilgiler

Gümrük vergilerinin savunucularından biri olan Trump, bu vergilerin yabancı ülkeler tarafından ödendiği konusunda ısrar ediyor. Aslında gümrük vergilerini ithalatçılar – Amerikan şirketleri – ödüyor ve para, ABD Hazinesine gidiyor. Bu şirketler de genellikle yüksek maliyetlerini müşterilerine daha yüksek fiyatlar şeklinde yansıtıyor. Bu nedenle ekonomistler gümrük vergilerinin faturasını genellikle tüketicilerin ödediğini belirtiyor.

Yine de gümrük tarifeleri yabancı ülkelere, ürünlerini daha pahalı hale getirerek ve yurtdışına satmalarını zorlaştırarak zarar verebilir. Yabancı şirketler tarifeleri dengelemek ve ABD’deki pazar paylarını korumaya çalışmak için fiyatları düşürmek ve kârlarından fedakârlık etmek zorunda kalabilirler.

Şangay’daki Fudan Üniversitesi’nde ekonomist olan Yang Zhou, yaptığı bir çalışmada Trump’ın Çin mallarına uyguladığı gümrük vergilerinin Çin ekonomisine ABD ekonomisine verdiği zararın üç katından daha fazla zarar verdiği sonucuna vardı.

Trump gümrük vergileri hakkında ne dedi?

Trump gümrük tarifelerinin daha fazla fabrika istihdamı yaratacağını, federal açığı azaltacağını, gıda fiyatlarını düşüreceğini ve hükümetin çocuk bakımını sübvanse etmesine olanak sağlayacağını ifade etti.

Trump, başkanlık kampanyası sırasında Flint, Michigan’da düzenlenen bir mitingde “Gümrük tarifeleri şimdiye kadar icat edilmiş en büyük şey,” dedi.

Başkan olarak Trump, Çin’den ithal edilen güneş panelleri, çelik, alüminyum ve hemen hemen her şeyi hedef alan gümrük vergilerini büyük bir hızla uygulamaya koydu.

Kendisine “Tarife Adamı” diyordu.

ABD son yıllarda, İkinci Dünya Savaşı sonrası küresel serbest ticareti ve düşük gümrük tarifelerini teşvik etme rolünden kademeli olarak geri çekildi. Bu değişim, yaygın olarak sınırsız ağaç ticaretine ve giderek güçlenen Çin’e atfedilen ABD imalat işlerinin kaybına bir yanıt oldu.

Gümrük tarifeleri ithalat fiyatlarını yükselterek yerli üreticileri koruyabilir. Ayrıca, ihracatçılarını sübvanse etmek ya da ürünleri haksız yere düşük fiyatlara satmak gibi haksız ticari uygulamalarda bulunan yabancı ülkeleri cezalandırmaya da hizmet edebilirler.

Federal gelir vergisi 1913 yılında kurulmadan önce, gümrük vergileri hükümet için önemli bir gelir kaynağıydı. Ticaret politikasının tarihini inceleyen Dartmouth College ekonomisti Douglas Irwin’e göre, 1790’dan 1860’a kadar tarifeler federal gelirin yüzde 90’ını oluşturuyordu.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra küresel ticaret arttıkça gümrük tarifeleri gözden düştü. Hükümet, faaliyetlerini finanse etmek için çok daha büyük gelir akışlarına ihtiyaç duydu.

Hükümet 30 Eylül’de sona eren mali yılda gümrük vergileri ve harçlardan yaklaşık 80 milyar dolar (76 milyar euro) topladı. Bu rakam, bireysel gelir vergilerinden elde edilen 2,5 trilyon dolar (2,4 trilyon euro) ile Sosyal Güvenlik ve Medicare vergilerinden elde edilen 1,7 trilyon doların (1,6 trilyon euro) yanında önemsiz kalıyor.

Yine de Trump, 19. yüzyılda uygulananlara benzer bir bütçe politikasını yürürlüğe koymak istiyor.

Gümrük tarifeleri ticaretle ilgili olsun ya da olmasın diğer ülkelere baskı yapmak için de kullanılabiliyor. Örneğin, 2019 yılında Trump, Meksika’yı ABD’ye gitmek üzere Meksika topraklarından geçen Orta Amerikalı göçmen dalgalarını durdurmaya ikna etmek için gümrük vergisi tehdidini bir koz olarak kullandı.

Trump gümrük vergilerini savaşları önlemenin bir yolu olarak bile görüyor

Ağustos ayında Kuzey Carolina’da düzenlenen bir mitingde Trump, “Bunu bir telefon görüşmesiyle yapabilirim,” dedi.

Eğer başka bir ülke savaş başlatmaya kalkarsa, bir tehdit savuracağını da sözlerine ekledi: “Size yüzde 100 gümrük vergisi uygulayacağız. Birdenbire cumhurbaşkanı, başbakan, diktatör ya da ülkeyi yöneten her kimse bana şöyle diyor: ‘Efendim, savaşa girmeyeceğiz’.”

Gümrük tarifeleri, ithalata bağımlı şirketler ve tüketiciler için maliyetleri artırıyor. Ayrıca misillemeye yol açmaları da muhtemel.

Örneğin Avrupa Birliği (AB), Trump’ın çelik ve alüminyum tarifelerine karşı burbondan Harley-Davidson motosikletlere kadar ABD ürünlerini vergilendirerek karşılık verdi. Aynı şekilde Çin de Trump’ın ticaret savaşına soya fasulyesi ve domuz eti de dahil olmak üzere Amerikan mallarına gümrük vergisi koyarak karşılık verdi. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT), Zürih Üniversitesi, Harvard ve Dünya Bankası ekonomistleri tarafından yapılan bir çalışma, Trump’ın gümrük vergilerinin Amerikan merkezindeki istihdamı geri getirmede başarısız olduğu sonucuna vardı. Çalışmaya göre gümrük vergileri, istihdamı koruması gereken ABD’de istihdamı “ne artırdı ne de azalttı.”

Örneğin Trump’ın 2018’de ithal çeliğe getirdiği vergilere rağmen ABD çelik fabrikalarındaki istihdam sayısı neredeyse hiç artmadı: istihdam sayısı 140.000 civarında kaldı. Karşılaştırmak gerekirse, Walmart tek başına ABD’de 1,6 milyon kişiyi istihdam ediyor.

Daha da kötüsü, Çin ve diğer ülkeler tarafından ABD mallarına uygulanan misilleme vergilerinin, özellikle çiftçiler için “olumsuz istihdam etkileri” olduğu tespit edildi. Bu misilleme tarifeleri, Trump’ın çiftçilere verdiği milyarlarca dolarlık devlet yardımı ile ancak kısmen dengelenebildi. Trump’ın gümrük vergileri, hedeflenen ithalata bağımlı olan şirketlere de zarar verdi.

Trump’ın ticaret savaşı politika olarak başarısız olsa da siyaset olarak başarılı oldu. Çalışma, Trump’a ve Cumhuriyetçi kongre adaylarına desteğin, ithalat tarifelerine en çok maruz kalan bölgelerde – endüstriyel Orta Batı ve Kuzey Carolina ve Tennessee gibi imalat ağırlıklı Güney eyaletleri – arttığını ortaya koydu.

AVRUPA

01.02.2025

Barselona’da protestocular 23 yıllık kiracının evinden çıkarılmasını engelledi

İnsanlar, kira ücretlerinin artışının arkasında kısa süreli konaklama için kente gelen turistlerin olduğunu düşünüyor.

Barselona’nın tarihi Casa Orsola apartmanının önünde Cuma günü toplanan yüzlerce insan, binada uzun süredir kiracı olan Josep Torrent’in tahliyesini engellemek amacıyla protesto düzenledi.

Bina, Barselona’da süregelen konut krizinin sembolü haline geldi ve uygun fiyatlı konut bulamama endişesi her geçen gün daha da artıyor.

2021’de bir yatırım fonu tarafından satın alınan Casa Orsola apartmanı, yeni sahipliği döneminde önemli değişikliklere tanık oldu. Satın almadan bu yana, yeni sahipler, mevcut kiracıların kira sözleşmelerini yenilemeyi durdurdu.

Komşuları, binanın yeni dönemde Barselona’da giderek yaygınlaşan kısa süreli konaklamada kullanılacağını iddia etti.

Bu kısa süreli kiralama işlemleri, yerel yönetimin şehrin konut sıkıntısını gidermede yakın zamanda uygulamaya koyduğu kira tavanı düzenlemelerinden muaf tutuluyor.

23 yıldır binada yaşayan matematik profesörü Josep Torrent’in, dairenin sahipleriyle yıllar süren hukuki mücadelesinin ardından 31 Ocak’ta tahliye edilmesi bekleniyordu.

Fakat protestoların ortasında tahliye işleminin gerçekleştirilmesinin güvenlik açısından endişe verici olması nedeniyle polisle yapılan görüşmeler sonrası tahliyenin ertelenmesi kararlaştırıldı.

Yeni tahliye, bir değişiklik olmadığı sürece 4 Şubat Salı günü erken saatlerde yapılacak. Ancak protestocular, bu yeni tarihte de Casa Orsola apartmanının önünde toplanacaklarını söylüyor.

Eylem çağrısında bulunan kent sakinlerinden Raul Acuna, “Hepimiz mücadeleye devam edersek bu sorunu tersine çevirebiliriz. Birlik içinde olmalıyız. Sorunun kaynağı yerel yönetimlerin yürüttüğü politikalar. Birlik olamazsak, büyük olasılıkla şehir dışına taşınmak zorunda kalacağız,” dedi.

Emlak sitesi Idealista’ya göre, son 10 yılda İspanya’da ortalama kiralar iki katına çıktı ve Barselona’da metrekare başına fiyat 2014’te 7,2 euro (268,86 Türk Lirası) iken bu yıl 13 euroya (485,45 Türk Lirası) yükseldi.

Esade Üniversitesi’nde Toplum, Siyaset ve Sürdürülebilirlik profesörü olan Ignasi Marti, krizin çözümü için piyasanın düzenlenmesi gerektiğini vurguladı:

“Piyasa asla kendi kendini düzenlemez. Serbest piyasa modeline müsaade ederseniz, şu anda tanık olduğumuz gibi durumlarla karşılaşırız. Piyasa bir şekilde düzenlenmeli.”

İspanya Merkez Bankası tarafından yayınlanan bir rapora göre, insanların gelirlerinin yaklaşık yüzde 40’ı kira ve kamu hizmetlerine gidiyor. Bu oran, yüzde 27 olan AB ortalamasının oldukça üzerinde.

Bu sorun, turistleri hedefleyen kısa süreli konaklama hizmeti nedeniyle daha da derinleşirken, kira fiyatları daha da yükseliyor. Genellikle yeterli birikime sahip olmayan ve İspanya’ya gelen göçmenler de yüksek kiralardan orantısız bir şekilde etkileniyor.

Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün görev süresi bir yıl daha uzatıldı

01.02.2025

BM Barış Gücü (BMBG) 1964 yılından bu yana adada görev yapıyor.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) Cuma günü alınan son kararla Kıbrıs’taki BM Barış Gücü (BMBG) misyonunun görev süresi bir yıl daha uzatıldı.

BMBG, 1964 yılından bu yana adada görev yapıyor. 796 asker, 65 polis personelinden oluşuyor.

Öneri, İngiltere ve İrlanda tarafından BMGK’ya sunuldu. Karar, BMGK’da oybirliğiyle alındı.

Karar metninde, adadaki soruna çözüm bulma önceliğinin Kıbrıslılara ait olduğu belirtilirken, BM’nin kapsamlı ve kalıcı barışa ulaşmadaki “yardımcı” rolü tekrar teyit edildi.

Anadolu Ajansı’nın yayınladığı haberde, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in devam eden çabalarına Konsey’in tam destek verdiği vurgulanırken, taraflara resmi müzakerelere geri dönme hedefiyle ortak zemin bulmaya ve siyasi eşitliğe sahip, iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyon temelinde kalıcı, kapsamlı ve adil bir çözüme ulaşmak için çabalarını yenileme çağrısı yapıldı.

Dışişleri: ‘Raf ömrü tükenmiş model’

Öte yandan, Dışişleri Bakanlığı, karar aşamasında Kıbrıs Türk tarafının onayının alınmadığı gerekçesiyle BMGK’ya tepki gösterdi:

“BM Güvenlik Konseyi’nin, Barış Gücü’nün görev süresini uzatan bu yılki kararında da raf ömrü tükenmiş ve olası bir çözüm bağlamında gündemden düşmüş olan çözüm modellerine atıfta bulunma ısrarını sürdürmesinden derin hayal kırıklığı duyuyoruz.”

Arka plan

Türkiye’de “Kıbrıs Barış Harekâtı,” Yunanistan’da “Kıbrıs Türk İstilası” olarak bilinen ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “Atilla Harekâtı” koduyla düzenlediği askeri operasyon, 20 Temmuz 1974’te, o dönemki CHP – Milli Selamet Partisi (MSP) koalisyonunun kurduğu 37’nci hükümette Başbakan olarak görev yapan Bülent Ecevit’in emriyle gerçekleşti.

Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Konseyi’nin (Council of Europe – CoE) “işgal” olarak tanımladığı harekâta gerekçe olarak Ankara, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın taraf olduğu Zürih ve Londra Antlaşmasını gösteriyordu.

“Garanti Antlaşması” olarak da bilinen metinde, Rum ve Türk toplumlarının birbirlerine baskı kuramayacağı, bu gibi durumlarda garantör devletlerin engellemede bulunabileceği belirtiliyor.

15 Temmuz 1974’te, Yunanistan’ın desteğiyle yapılan Kıbrıs Darbesi’nden hemen sonra harekâtın ilk ayağı, 14 Ağustos’ta da ikinci ayağı düzenlendi. Silahlar sustuğunda Lefkoşa’nın kuzeyi dahil adanın yüzde 37’si Türklerin kontrolündeydi.

Harekat sona erdiğinde Türk tarafının kaybı 3.841, Rum ve Yunan tarafınınki de 16.000 dolaylarındaydı. Bu süreçte 270 sivilin öldüğü, 803’ünün kaybolduğu ve 1.000’in üzerinde insanın yaralandığı biliniyor.

Türk ve Rum toplumları arasındaki gerginliğin bir sonucu olan Kıbrıs Harekatı nedeniyle 140.000 ila 200.000 Rum, 42.000 ila 65.000 Türk zorunlu olarak adada yer değiştirdi.

Türk tarafının olası bir çözümden beklentileri Kıbrıs Türk toplumunun, Kıbrıs Rum kesimiyle eşit haklara sahip bir taraf olarak tanınması ve Türkiye’nin, Garanti Antlaşması’ndan kaynaklanan haklarının sürdürülmesi ve Türk askerlerinin adada kalmaya devam etmesi. 

Mevcut bölünmenin kalıcı hale getirilmesi ve an itibarıyla sadece Türkiye ile diplomatik ilişkileri bulunan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) bağımsız bir devlet olarak tanınması fikri, Ankara tarafından giderek daha fazla benimseniyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 21 Temmuz 2021’de yaptığı bir açıklamada, “Artık Kıbrıs Türklerinin uluslararası görüşmelerde masadaki tek talebi, egemen devlet statülerinin tanınmasıdır. Bunun dışındaki tüm teklifler geçerliliğini yitirmiştir,” demişti.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ise, 15 Kasım Cuma günü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 41. yılı vesilesiyle Lefkoşa’da yaptığı bir açıklamada, “federal bir çözüm modelinin söz konusu olmadığının” altını çizmiş, “bağımsızlık” vurgusunda bulunmuştu.

Kuzey Kıbrıs, 15 Kasım 1983’te, Birleşmiş Milletler Şartı’nda yer aldığı şekliyle, ‘kendi kaderini tayin etme hakkına’ dayanarak bağımsızlığını ilan etti. Sadece Türkiye’nin tanıdığı bu kararın uluslararası toplumda bir karşılığı bulunmuyor.

Rum tarafı ise, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ada üzerinde yeniden egemen olmasını, Türk askerlerinin adadan çekilmesini, Kıbrıs Türk yönetiminin, azınlık haklarıyla sınırlı bir statüde varlığını sürdürmesini talep ediyorlar. Federasyon veya üniter devlet modellerine sıcak baksalar da Türk askerlerinin adadaki varlığına kesin olarak karşı çıkıyorlar.

Tarafların olası bir çözüme en yakın oldukları an, eski Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın hazırladığı ve adını verdiği plandı.

2004 yılında müzakereye sunulan Annan Planı, adada iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyon kurulmasını öngörüyordu. 

Plana göre ada, iki kurucu devletten oluşan bir “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında federatif bir yapıya kavuşacak, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum tarafları kendi bölgelerinde geniş özerkliklere sahip olacak, merkezi hükümet, federal düzeyde sınırlı yetkilerle donatılacaktı. 

Yine Kıbrıs Türk tarafı, kontrol ettiği toprakların bir kısmını Kıbrıs Rum tarafına devredecekti. Bu düzenlemelerle birlikte Türk tarafının kontrol ettiği alan, Ada’nın yüzde 36’sından yüzde 29.2’sine düşecekti. Bu sayede Rum göçmenlerin bazı bölgelere dönmesinin önü açılacaktı.

Ancak plan, Kıbrıslı Rumlar tarafından referandumda reddedildiği için hayata geçirilemedi.

Rum Basını

01.02.2025

Rum Hükümet Sözcüsü: Rum Lider Nikos Hristodulidis ikinci liderler görüşmesine hazır

Rum Hükümet Sözcüsü Konstantinos Letimbiotis, Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis’in BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’taki Özel Temsilcisi Colin Stewart ile gerçekleştirdiği görüşmenin ardından yaptığı açıklamada, Hristodulidis’in ikinci liderler görüşmesine hazır olduğunu söyledi.

Rum Hükümet Sözcüsü Konstantinos Letimbiotis, çok taraflı konferansın toplanmasıyla ilgili hazırlık sürecinde olduklarını belirtti.

Letimbiotis, Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis ile BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’taki Özel Temsilcisi Colin Stewart arasında bugün öğleden sonra gerçekleşen görüşmesinin ardından açıklamalarda bulundu.

Rum basınında yer alan açıklamaya göre, Letimbiotis, Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis’in liderler arasında, sınır kapılarının ele alındığı bir önceki görüşmenin devamı olan, ikinci bir görüşmenin yapılmasına hazır olduğunu bir kez daha yinelediğini ifade etti.

Letimbiotis müzakerelerin kaldığı yerden yeniden başlaması hedefi taşıyan çok taraflı konferansın toplanmasına ilişkin hazırlık sürecinde olduklarını da belirtti.

Bir soru üzerine Letimbiotis, masada şu anda Hristodulidis’in sunduğu öneriler paketinin bulunduğunu söyledi. Bu önerilerin her iki toplumun yararına olduğunu kaydeden Letimbiotis, diğer tarafta da olumlu ve samimi bir irade olması halinde bu önerilerin olumlu bir sonuca ulaşabileceğini savundu.

Letimbiotis ayrıca herhangi bir sonuç için önyargılı olmayacaklarını, Tatar ile Stewart görüşmesini bekleyeceklerini ifade etti.

Stefanos Stefanu: İki devletli çözüm kabul edilebilir değil

01.02.2025

Londra’daki temaslarına devam eden AKEL Genel Sekreteri Stefanos Stefanu, Türkiye ile Kıbrıs Türk liderliğinin iki devletli çözümü önerisinin kabul edilebilir olmadığını vurguladı.

AKEL Genel Sekreteri Stefanos Stefanu’nun Londra temasları devam ediyor.

Haravgi gazetesi, Stefanu’nun dün, İngiltere Dışişleri Bakanlığı Doğu Akdeniz Masası Şefi Alison Kemp ile bir araya geldiğini ve görüşmede Kıbrıs sorunundaki son gelişmelerin ve müzakerelerin devam etmesinin ele alındığını yazdı.

Gazete, Stefanu’nun Kemp’i AKEL’in Kıbrıs sorunundaki tezlerine dair bilgilendirdiğini, müzakerelere Crans Montana’da kaldığı yerden devam edilmesi gerektiğini söylediğini kaydetti.

Habere göre Stefanu ile Kemp, Türkiye ile Kıbrıs Türk liderliğinin iki toplumlu ve iki bölgeli federasyon çözümünden uzaklaşıp iki devletli çözümü savunmaya başlamasını da ele alarak, “iki devletli çözümün kabul edilebilir olmadığını” savundu. 

Gazete, Kemp’in ise İngiltere’nin Kıbrıs’ta iki toplumlu ve iki bölgeli federasyon çözümünü desteklediğini dile getirdi. Haberde Kemp’in, garantör ülke olarak Kıbrıs sorununa çözüm bulunmasına yardım etmek niyetiyle durumu yakından takip ettiklerini söylediği de yer aldı.

Haberde AKEL’in, Türkiye’nin müzakere masasına dönmesi için zemin yaratılması açısından bazı teşvikler ve dinamiklerin serbest bırakılması hedefiyle, Kıbrıs’ta pozitif gündem oluşturulabilmesi için gösterdiği çabadan da bahsedildiği ifade edildi.

BM Barış Gücü’nün görev süresini uzatacak karar metni için kulisler…

Rum medyası BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs’taki Barış Gücü’nün görev süresini uzatacak karar metninin içeriği konusunda Türkiye’nin ve Rum tarafının yaptığı kulis çalışmalarına dikkat çekti.

Haravgi “Türkiye’nin, Kıbrıs Sorunundaki Tezlerinin Güvenlik Konseyi İçinde Desteklenmesini Sağlama Çabası” başlıklı haberinde “diplomatik kaynaklara” dayanarak Türkiye’nin, Güvenlik Konseyi içerisinde Kıbrıs sorunundaki tezlerinin desteklenmesi için, özellikle Pakistan üzerinden çaba harcıyor göründüğünü yazdı.

Gazete Güvenlik Konseyi kaynaklarının, Türk Daimi Temsilciliğinin çabalarını, Pile olaylarının bugün oylanacak karar metnine olabildiğince objektif yansıtılması üzerine odaklandığına işaret ettiğini aktardı.

Haberde Güvenlik Konseyi’ndeki AB üyesi devletlerin (Yunanistan, Fransa, Slovenya ve Danimarka), Rum tezlerini ısrarla desteklediği, Birleşik Krallığın ise “karar yazıcısı” olması hasebiyle, metinde dengeyi sağlamak için uzlaşı çabası harcıyor göründüğü belirtildi.

Güvenlik Konseyi içindeki kaynaklar Birleşik Krallığın ana emelinin BM Barış Gücü’ne olabildiğince geniş destek verilmesi ve meselenin olabildiğince siyasileştirilmesinden kaçınılması olduğuna işaret ediyor.

Fransız Daimi Temsilci Nicolas de Riviere Rum Haber Ajansı’na (KİPE) yaptığı açıklamada, ülkesinin Güney Kıbrıs’a desteğini belirttiğini kaydederek, Güvenlik Konseyi’nin kararı benimseyeceğinden emin olduğunu söyledi.

En büyük soru işaretinin, iki toplum lideri arasında bir görüşme alanı bulunup bulunmayacağı olduğunu söyleyen Riviere “en büyük zorluk da Kıbrıs Türk tarafı uzun süre iki bölgeli iki toplumlu federasyona destek verirken şimdi, Türkiye’nin desteğiyle bir çeşit iki devlet çözümü ileri götürüyor olmasıdır.” dedi.

Riviere “zannederim müzakerelerin yeniden yapılması gerekecek. Ancak iki tarafın hedefi bu kadar farklıyken çok zor. İki tarafın gelecek vizyonları çok farklıysa ve özellikle Kıbrıs’ın Kuzey bölümü ve Türkiye iki devlet çözümünde ısrar ederse, bu çözüm Filistin için iyidir ama Kıbrıs için değil.” ifadesini de kullandı.

Cumhurbaşkanı Özel Temsilcisi Onar ile Rum Müzakereci Menelau dün bir araya geldi

Cumhurbaşkanı Özel Temsilcisi Güneş Onar ile Rum müzakereci Menelaos Menelau’nun dün yeni bir görüşme yaptığı ve görüşmeden sınır kapılarıyla ilgili olarak yeni bir şey çıkmadığı ifade edildi.

Fileleftheros gazetesi “Müzakerecilerden Yeni Bir Şey Yok” başlıklı haberinde Onar ile Menelau’nun dünkü görüşmesinde sınır kapıları konusuyla ilgili olgularda değişikliğe yol açacak herhangi bir şey meydana gelmediğini yazdı.

Gazete BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Özel Temsilcisi ve Kıbrıs’taki BM Barış Gücü (UNFICYP) Misyon Şefi Colin Stewart’ın ise önümüzdeki hafta gerçekleştirecekleri ortak görüşme ışığında bugün iki liderle bir araya geleceğini kaydetti. Haberde Rum Yönetimi başkanlığının sınır kapılarının açılması konusuyla ilgili yeni bir şey olup olmadığını bizzat kendisinden duymak için bugün öğleden sonra Stewart’ı beklediğine de işaret edildi.

Yeni geçiş noktalarının açılması konusunun iki liderin önümüzdeki hafta gerçekleştirmesi beklenen ortak toplantıyı meşgul edecek esas konu olduğunu da belirten gazete, Stewart’ın bugün iki liderle yapacağı görüşmelerde ele alacağı konulardan birinin de görüşmenin gerçekleştirileceği tarih (7 veya 8 Şubat) olduğuna işaret etti.

Onar ile Menelau’nun dün yeni bir görüşme yaptığını ve elde edinilen bilgilere göre görüşmeden sınır kapıları konusuyla ilgili yeni bir şey çıkmadığını yineleyen gazete, ancak yeni geçiş noktalarının açılması çabasının süreceğini ekledi.

Haravgi gazetesi ise konuyla ilgili haberinde Cumhurbaşkanı Özel Temsilcisi Güneş Onar ile Rum müzakereci Menelaos Menelau’nun dün BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Özel Temsilcisi ve Kıbrıs’taki BM Barış Gücü (UNFICYP) Misyon Şefi Colin Stewart’la bir görüşme yaptığını yazdı.

Görüşmede sınır kapılarının açılması konusunun ele alındığını yazan gazete, RİK’e dayanarak görüşmede herhangi bir sonuç ortaya çıkmadığını bununla birlikte istişarelerin devam edeceğini belirtti.

BM Genel Sekreterinin siyasi işlerden sorumlu yardımcısı Rosemary DiCarlo’nun 10 Şubat’ta Lefkoşa’da liderlerle ayrı ayrı görüşmeler yapacağını da yazan gazete, başka bir haberinin içinde ise BM Genel Sekreteri Guterres’in basın sözcüsü Stephan Dujarric’in açıklamasına yer verdi.

Dujarric’in açıklamasında DiCarlo’nun 10 Şubat’ta adaya geleceğine dair Kıbrıs Türk basınında yer alan haberleri teyit etmediğini yazan gazete, Dujarric’in “bilindiği üzere BM yetkililerinin temaslarıyla ilgili açıklamalarının resmi olarak yapıldığı ve bunun yakın zamanda gerçekleşeceğini umduğunu söylediği” açıklamasına yer verdi.

Alithia ise “Hristodulidis ile Tatar’ın Yeni Görüşmesi Önümüzdeki Hafta” başlıklı haberinde yeni geçiş noktaları açılması ihtimaliyle ilgili görüşmenin Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ile Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis arasında önümüzdeki hafta devam etmesinin beklendiğini yazdı.

Elde ettiği bilgilere dayanarak liderlerin yapacağı yeni görüşmenin tarihinin yarın açıklanmasının beklendiğini kaydeden gazete, haberinin devamında ise Onar ile Menelau’nun dün Stewart eşliğinde yaptıkları görüşmeye yer verdi.

Onar ile Menelau’nun dün herhangi bir açıklamada bulunmak istemediğini kaydeden gazete, elde ettiği bilgilere dayanarak Onar ile Menelau’nun dünkü görüşmelerinde yeni geçiş kapılarının açılması konusunda bir anlaşmaya varma payı olup olmadığını öğrenmeye çalıştıklarını ekledi.

Politis gazetesi ise “Yeni Fikirler İçin İki Liderle Görüşme- Kapıyı Kapatmadıkları İçin Tarafların Kararlı Olduğuna Dair Bir Ortam Kayda Geçiriliyor” başlıklı haberinde yeni sınır kapılarının açılmasıyla ilgili görüşmelerde çözüm aranmasıyla ilgili çabaların terk edilmediğini yazdı.

Habere göre dün gazeteye konuşan “diplomatik bir kaynak” ise açıklamasında iki tarafta da zorlukların aşılmasına dair niyet olmasından ötürü bir iyimserlik ortamı meydana getirildiğine işaret etti.

Gazeteye göre “aynı kaynak” 20 Ocak’taki görüşmelerinde kayda geçirildiği üzere tarafların başlangıçtaki tezlerinin meydana getirdiği zorluklara rağmen, kimsenin anlaşma arayışına kapıyı kapatmamasının cesaret verici olduğuna işaret etti.

Yabancıların toplu taşınmaz mal satın alımları Rum meclisinde tartışmaya açıldı

2014’ün ilk 10 ayı içerisinde yapılan alım-satım işlemlerinin yüzde 40’ı yabancılarla

Üçüncü ülke vatandaşları tarafından toplu taşınmaz mal satın alımları, durumun haritaya dökülmesi ve bu durumun yarattığı yan etkilerin tartışılması maksadıyla Rum Meclisi İçişleri Komitesi’nin dünkü toplantısında ele alındı

Haravgi haberi manşetten “Yabancılar Tarafından Toplu Taşınmaz Mal Alımlarının Etkileri Mikroskop Altında… Yalnız 2014’ün İlk 10 Ayındaki Alım-Satım İşlemleri Kıbrıslı Olmayanlarla İlgiliydi” başlığıyla aktardı.

Gazete Meselenin, artık haritalandırılması gerekli hale gelecek boyutlar kazandığı gerekçesiyle AKEL’in önerisi ve İçişleri Komitesi üyelerinin oybirliği ile gündeme alındığını yazdı, yalnız geçen yılın ilk 10 ayı içerisinde yapılan alım-satım işlemlerinin yüzde 40’ının üçüncü ülke vatandaşlarıyla ilgili olduğuna dikkat çekti.

Güney Kıbrıs’a kayıtlı yabancı hissedarlı şirketlerin “Kıbrıslı alıcı” addedilmesi nedeniyle meselenin boyutlarının ve rakamların çok büyük olduğuna vurgu yapılan haberde bunun, dünkü toplantıda da doğrulandığı vurgulandı.

-“Kent merkezleri ekonomik açıdan Rumların erişemeyeceği hale geldi”

Heberde, kent merkezlerinin, ekonomik açıdan Rumların erişemeyeceği bir hale geldiği belirtildi ve yabancıların toplu taşınmaz mal alımlarının ülkedeki iskan sorununa etkisinin ve kent merkezlerinin gelecekteki durumunun nasıl şekillendiğinin  tartışılması gerektiğine işaret edildi.

Ortaya çıkan diğer bir konunun da taşınmaz mal satın alınması şartı aranan “altın pasaport” uygulaması yerine getirilen ve yine aynı şartla verilen “altın vizeler” konusu olduğuna vurgu yapılan haberde konuyla ilgili Sayıştay raporunda, bir dizi usulsüzlüğe ve altın vizelerle ilgili denetim mekanizması olmadığına yer verildiği kaydedildi. Sayıştay Başkanlığının da altın vize uygulamasının kaldırılmasını talep ettiği belirtildi.

Rum Meclisi İçişleri Komitesi’nin dünkü toplantısında, Rum tarafından taşınmaz mal satın almak isteyen yabancı uyruklulardan temiz sicil belgesi, vergi beyanı istenmesi önerildi. Komite’nin bir sonraki toplantısında üçüncü ülke vatandaşlarının toplu taşınmaz mal satın alımları ve bunların etkilerinin derinlemesine görüşüleceği de kaydedildi.

İngiliz vatandaşı Kıbrıslı Türk’ün temyiz başvurusu reddedildi

Güney Kıbrıs’ta Yüksek Mahkeme’nin, İngiliz vatandaşı Kıbrıslı Türk Raymond Rıza’nın, Larnaka’daki Makenzi sahili bölgesinde, babasından miras kalan taşınmaz mal (tarla) için yaptığı temyiz başvurusunu reddettiği belirtildi.

Alithia gazetesi Londra’da doğan, yaşamını orada sürdüren Raymond Rıza’nın, 1951 yılında İngiltere’ye göç eden ve şu anda hayatta olmayan babası Fikret Ali Rıza’dan kendisine kalan tarlanın (tarlanın yarısı da Fikret Ali Rıza’nın şu an hayatta olmayan kardeşine ait) bir bölümü için Rum Yönetimi’ne ve Kıbrıs Türk Malları Vasiliği olarak İçişleri Bakanlığı’na önceden dava açtığını ve birincil mahkemenin tazminat konusundaki kararına itiraz etmek için ise temyize başvurduğunu yazdı.

Bahse konu tarlaya, 2010 yılında havuz ve etkinlik salonlarının yer aldığı iki katlı binanın inşa edildiğini yazan gazete, bu taşınmazın, Larnaka’nın merkezine ve havalimanına 3 kilometre uzaklıkta, Makenzi sahilinin ise 400 metre batısında bulunduğunu da anımsattı.

Raymond Rıza ile babasının İngiliz pasaportuna sahip olduğunu yazan gazete, 2010 yılından sonra İçişleri Bakanlığı’nın, üçüncü şahıslar tarafından kullanılan taşınmazın içine iki katlı binanın inşa edilmesine izin verdiğini, Kıbrıs Türk malı olarak kullanılmasının ise yanlış olarak değerlendirildiğini belirtti.

Birincil mahkemenin bu konuda, içtihat uyarınca, “Kıbrıslı Türk’ün, Kıbrıs’ın Kıbrıs Türk toplumuna ait olması ve sonuç olarak Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olarak addedilmesi gerektiği” kanaatine vardığını belirten gazete, birincil mahkemenin, Fikret Ali Rıza’nın 1951’de Kıbrıs’ı terk ederek İngiltere’ye göç etmesi, ölene kadar orada yaşaması ve İngiliz vatandaşı olması nedeniyle Kıbrıslı Türk olmadığı sonucuna da vardığını anımsattı.

Habere göre Temyiz Mahkemesi, dün verdiği kararla birincil mahkemenin kararını onadı.

Siyasi partiler Hristodulidis’in planladığı icraatları değerlendirdi

Güneydeki siyasi partilerin, Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis’in 2025 yılı için hayata geçirmeyi planladığı icraatlarıyla ilgili değerlendirmelerde bulundukları bildirildi.

Fileleftheros gazetesinin haberine göre AKEL ile DİSİ, oklarını Hristodulidis’e yönelterek, artık söylemden eyleme geçmesi gerektiğini ve planladığı icraatlarda iki toplumlu ve iki bölgeli federasyon çözümü ile pahalılığın azaltılmasına hiç değinmediğini kaydetti.

Ekologlar-Vatandaşlar İşbirliği’nin de AKEL ile DİSİ’nin ekseninde eleştirilerde bulunduğunu yazan gazete, iktidar partilerinin ise Hükümeti savunma görevi üstlendiğini ve çocuk ödeneği, vergi reformu ve vatandaşın işini kolaylaştıracak dijital platformların hayata geçirilmesini övdüklerini belirtti.

Gazete, DİSİ’nin yaptığı açıklamada vaatlerde bulunarak vatandaşın ikna edilemeyeceğini ve halkın gerçek sonuçlar görmek istediğini kaydettiğini, AKEL’in de Hristoduldis’in en büyük probleminin söylemleriyle eylemlerinin birbirini tutmaması olduğunu ifade ettiğini yazdı.

Habere göre AKEL Genel Sekreteri Stefanos Stefanu, dün yaptığı açıklamada Hristodulidis’in, vatandaşın günlük hayatındaki en büyük sorun olan pahalılık ve alım gücüne hiç değinmediği gibi, Kıbrıs sorununa da hiç parmak basmadığını ve ne Guterres Çerçevesi’ni ne de iki toplumlu ve iki kesimli federasyon çözümünü andığını söyledi.

Haberde, Ekologlar-Vatandaşlar İşbirliği’nin de Hristodulidis’in açıklamalarıyla halka umut vermediğini ve Hükümetin yolsuzlukla, suçlarla ve pahalılıkla mücadele edemediğini kaydettiği belirtildi.

AB liderleri, Avrupa savunmasını ele alacakAvrupa Birliği liderleri 3 Şubat’ta Brüksel’de gerçekleştirilecek olan gayriresmi zirvede, Avrupa savunmasını tartışacak.

Fileleftheros gazetesi Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Antonio Costa’nın, liderlere  mektup göndererek zirvenin amacının, “Avrupa Savunmasının Geleceği için Beyaz Kitap” hazırlıkları için zemin oluşturmak olduğunu dile getirdiğini yazdı.

Gazete Costa’nın davet mektubuna ayrıntılı bir şekilde yer verirken NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin de zirvede yer alacağını da belirtti.

Rum Enerji Bakanı 2027 yılını doğal gaz açısından kritik olarak addetti

Rum Enerji Bakanı Yorgos Papanastasiyu doğal gaz açısından 2027 yılının kritik olduğuna dikkat çekti.

Haravgi gazetesinde yer alan habere göre, Papanastasiyu dün SEK sendikasıyla görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada “ilk Kıbrıs doğal gazını denizin yüzeyinde görmeleri ve bunun hedeflerine ulaşması açısından 2027 yılının kritik olduğuna” dikkat çekti.

Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis’in şubat ayında doğal gazla ilgili anlaşmaların imzalanacağı Mısır ziyaretine de atıfta bulunan Papanastasiyu, bunun önemli bir gelişme olduğunu belirtti.

Bugüne kadar sondajlardan, doğal gaz yataklarından ve bir sonraki aşamadan söz ettiklerini dile getiren Papanastasiyu, bunun aslında doğal gazı piyasalara nasıl ihraç edeceklerini hiç konuşmadıkları en önemli kısım olduğuna işaret etti.

Şu anda doğal gazın piyasalara nasıl çıkarılacağıyla ilgili anlaşmalar imzalanacağını ve bu yüzden söz konusu anlaşmanın imzalanmasının önemli olduğunu dile getiren Papanastasiyu, anlaşmanın Mısır, doğal gaz yataklarına yatırım yapan şirketler ve doğal gazı piyasalara çıkarmakla ilgilenen Rum Yönetimiyle alakalı olduğunu ekledi.

Stefanu’nun Londra temasları devam ediyor

AKEL Genel Sekreteri Stefanos Stefanu’nun Londra temasları devam ediyor.

Haravgi gazetesi, Stefanu’nun dün, İngiltere Dışişleri Bakanlığı Doğu Akdeniz Masası Şefi Alison Kemp ile bir araya geldiğini ve görüşmede Kıbrıs sorunundaki son gelişmelerin ve müzakerelerin devam etmesinin ele alındığını yazdı.

Gazete, Stefanu’nun Kemp’i AKEL’in Kıbrıs sorunundaki tezlerine dair bilgilendirdiğini, müzakerelere Crans Montana’da kaldığı yerden devam edilmesi gerektiğini söylediğini kaydetti.

Habere göre Stefanu ile Kemp, Türkiye ile Kıbrıs Türk liderliğinin iki toplumlu ve iki bölgeli federasyon çözümünden uzaklaşıp iki devletli çözümü savunmaya başlamasını da ele alarak, “iki devletli çözümün kabul edilebilir olmadığını” savundu. 

Gazete, Kemp’in ise İngiltere’nin Kıbrıs’ta iki toplumlu ve iki bölgeli federasyon çözümünü desteklediğini dile getirdi. Haberde Kemp’in, garantör ülke olarak Kıbrıs sorununa çözüm bulunmasına yardım etmek niyetiyle durumu yakından takip ettiklerini söylediği de yer aldı.

Haberde AKEL’in, Türkiye’nin müzakere masasına dönmesi için zemin yaratılması açısından bazı teşvikler ve dinamiklerin serbest bırakılması hedefiyle, Kıbrıs’ta pozitif gündem oluşturulabilmesi için gösterdiği çabadan da bahsedildiği ifade edildi.

Rumlar ödemelerinin yüzde 73’ünü kredi kartı ile yapıyor

Rumların kredi kartı ile ödemelerinde artış görüldüğü bildirildi.

Politis’in haberine göre, Avrupa Merkez Bankası’nın dün yayımlanan verileri, 2024’ün ilk yarısında kartla yapılan ödemelerin, nakit kullanılmadan yapılan tüm ödemelerin yüzde 73’üne ulaştığını, bu oranın 2023’ün aynı döneminin yüzde 0,8 üzerinde olduğunu gösterdi.

Yayımlanan veriler, toplam işlemlerin yüzde 15,7’sini oluşturan kredi transferlerinin, 2024’ün ilk yarısında yüzde 0,5 oranında arttığını, otomatik ödemelerin yüzde 0,9 azalarak yüzde 4,4  olduğunu ve elektronik banka kartı ile ödemelerin yüzde 0,7 artarak yüzde 3,7’ye ulaştığını gösteriyor.

ORTADOĞU

01.02.2025

Gazze ateşkesi: Hamas üç rehineyi serbest bırakıyor

Gazze’de ateşkes ve rehine takasını içeren anlaşma kapsamında yapılan dördüncü takasta Hamas bugün üç rehineyi serbest bırakıyor. Bunun karşılığında İsrail de 183 Filistinli tutukluyu tahliye edecek.

İki İsrailli rehine, 34 yaşındaki Yarden Bibas ve 53 yaşındaki Ofer Kalderon, Hamas tarafından serbest bırakıldı ve Han Yunus’ta Kızılhaç’a teslim edildikten sonra sınırı geçerek İsrail’e girdi.

ABD-İsrail vatandaşı 65 yaşındaki Keith Siegel’in kısa süre içinde Gazze Şehri’nde düzenlenecek ayrı bir törenle serbest bırakılması bekleniyor.

Üç rehine karşılığında İsrail’in de 183 Filistinli mahpusu tahliye edeceği belirtiliyor. Bunların 100’den fazlası Gazze’den ve yaklaşık 70’i İsrail hapishanelerinde uzun süreli ya da ömür boyu hapis cezasıyla karşı karşıya.

1 Şubat’taki dördüncü takasta serbest bırakılan Yarden Bibas, Keith Siegel, Ofer Kalderon

30 Ocak’ta yapılan üçüncü takasta Hamas sekiz rehineyi serbest bıraktı. Bunun karşılığında İsrail de aralarında müebbet hapis cezası verilenlerin de olduğu 110 tutukluyu tahliye etti.

Hamas’ın serbest bıraktığı sekiz kişiden beşi Tayland vatandaşıydı.

7 Ekim saldırısında İsrail’de tarım işçisi olarak çalışan çok sayıda yabancı da kaçırıldı.

482 gün sonra serbest bırakılanlardan biri, gözlem noktasında askerlik yaparken kaçırılan20 yaşındaki Agam Berger oldu.

80 yaşındaki Gadi Moses ile 29 yaşındaki Arbel Yehud adındaki siviller de üçüncü takasta serbest bırakıldı.

Ofer Cezaevi’nden serbest bırakılan Filistinliler de Ramallah’ta kutlamalarla karşılandı.

Serbest bırakılanlar arasındaki 32 Filistinli müebbet hapis cezası çekiyordu. 48’i uzun cezalara çarptırılmıştı. Listede 30 da çocuk bulunuyordu.

Anlaşma gereği son takasta tahliye edilen 21 Filistinli farklı ülkelere gönderilecek.

Şara, devlet başkanı olarak Suriyelilere ilk seslenişinde ‘toprak bütünlüğü’ vurgusu yaptı

01.02.205

Şara, Suriye’nin tamamının ‘tek bir otorite’ altında yönetileceğini vurguladı.

Çarşamba günü Suriye’de geçiş hükümetinin devlet başkanı olarak ilan edilen Heyet Tahrir Şam (HTŞ) lideri Ahmet Hüseyin eş-Şara – yaygın bilinen savaşçı adı ile Muhammed Colani, Cuma günü Suriyelilere ilk seslenişinde ‘toprak bütünlüğü’ vurgusu yaptı.

Şara, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın devrildiği Aralık 2024’teki olaylara ilişkin, “Suriye, öncelikle Allah’ın, sonra da içeride ve dışarıda mücadele eden, canını, kanını, evini, malını, güvenliğini feda eden her insanın sayesinde kurtarıldı,” ifadelerini kullandı.

“Önümüzdeki günlerde, siyasi programımız hakkında müzakerelerin, istişarelerin ve farklı görüşlerin dinlenmesinin doğrudan bir platformu olacak Ulusal Diyalog Konferansı Hazırlık Komitesi’ni duyuracağız,” diye ekledi.

Şara, “bu adımlar tamamlandıktan sonra” geçiş dönemi için “hukuki referans” teşkil edecek anayasa bildirgesinin açıklanacağını söyledi.

“Suriye’nin erkekleri, kadınları ve gençlerinin çeşitliliğini yansıtan, özgür ve adil seçim aşamasına gelene kadar yeni Suriye’nin kurumlarını inşa etme çalışmalarını üstlenecek kapsamlı bir geçiş hükümetinin kurulması için çalışacağız.”

Yeni sürecin “önceliklerini” sıralayan Şara, savaş suçlularının “geçiş hükümetinin gerçek adaleti” ile cezalandırılacağını, iç barışın sağlanacağını vurguladı.

Devamında Suriye’nin toprak bütünlüğüne değindi: “Bütün Suriye’yi tek bir otorite altında yönetmeli ve tek bir toprak parçası üzerinde egemenliğini tesis etmeliyiz.”

“Verimli, adalete dayalı, yolsuzluktan, kayırmacılıktan, rüşvetten uzak güçlü devlet kurumlarının inşası” ve Suriye’nin “bölgesel ve uluslararası itibarının yeniden tesis edilmesi” geçiş hükümetinin amaçları arasında yer aldığını söyledi.

Yeni devlet başkanı

Suriye devlet haber ajansı SANA’nın komutan Hasan Abdulgani’ye dayandırdığı habere göre, eş-Şara geçiş hükümetinin lideri oldu.

Kararın, Aralık 2024’te Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı deviren silahlı grupların komutanlarının çarşamba günü katıldığı bir toplantıda alındığı belirtildi.

Eş-Şara devam eden süreçte Suriye Devlet Başkanı olarak faaliyetlerini yürütecek ve uluslararası alanda ülkeyi temsil edecek.

İktidarının, yeni bir anayasa kabul edilene kadar sürmesi bekleniyor. Rus haber ajansı TASS, salı günü yayınlanan bir haberde HTŞ liderinin 1 Mart 2025’e kadar iktidarda kalacağını aktarmıştı.

Fakat Şara, Aralık 2024’te Al Arabiya’ya verdiği röportajda, ülkede seçimlerin yapılmasının dört yıl kadar sürebileceğini söylemişti. Yeni bir anayasanın da üç yıl alabileceğini aktarmıştı.

Ne olmuştu?

Suriye’de 13 yıldır devam eden iç savaş, HTŞ ve diğer muhalif grupların son 12 günlük operasyonunun ardından Esad ailesinin 54, Baas Partisi’nin 61 yıllık iktidarının bitişiyle sonuçlandı.

Ülkenin kuzeybatısında, İdlib’de konumlanmış ve yaklaşık 4 milyonluk bir nüfusu idare ettiği belirtilen HTŞ tarafı, 27 Kasım Çarşamba günü sabahı Türkiye’nin de desteklediği Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) yardımıyla, Şam’daki Suriye hükümetine ve ordusuna karşı “Saldırganlığı Caydırma – Rad’ul Udvan” operasyonunu başlattı.

Hızla ilerleyen muhalifler 28 Kasım’da Halep’i Şam’a bağlayan otoyolu kesti, aynı gün 46. Alay Üssü’nü ve en az 8 köyü ele geçirdi.

29-30 Kasım tarihlerinde ülkenin en büyük ikinci kenti Halep, muhaliflerin elindeydi. Bu gelişme sonrası Rus ve Suriyeli savaş uçakları, 2016’dan bu yana ilk kez, 2024’te muhaliflerin ele geçirdiği düşünülen mevzileri bombaladı.

HTŞ’nin kontrolündeki muhalif gruplar 4 Aralık’ta Hama, 7 Aralık’ta Humus ve 8 Aralık’ta Esad’ın ülkeyi yönettiği Şam’ı ele geçirdi.

Bu gelişmelerden sonra Esad, Rusya’nın “insani gerekçelerle” tanıdığı sığınma hakkı kapsamında ailesiyle beraber Moskova’ya uçtu.

HTŞ lideri Colani veya gerçek adıyla Ahmed Hüseyin el-Şara ise aynı gün Suriye devlet televizyonunda Esad’ı devirdiklerini açıkladı.

Bu Yazıyı Paylaş
Bir yorum bırakın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir