“Türkler yılmaz, fakat yıldırır, korku denilen şeyi asla bilmezler. Toprağı için canını seve seve verir, kanını seve seve akıtır. Azm eylediği bir şeyde muvaffak olmazsa, buna âr edip kendi canına kıyar. Böyle bir zamanda, Türkün yanına yaklaşmak gayet tehlikelidir.”
El Cahiz

Vatan akla gelen ilk haliyle insanoğlunun doğduğu ve üzerinde yaşadığı bir toprak parçasıdır. Türkler için ise vatan sadece doğduğu, büyüdüğü, yaşamını idame ettirdiği bir toprak parçası değil, atalarının kendilerine miras bıraktıkları millî bir hars, bağımsızlık için mücadele verilen kutsal bir varlık, ideallerini gerçekleştirebileceği coğrafya, tarihî ve kültürel zenginliğe sahip bir hazine, geçmişin izlerini taşımasının yanı sıra gelecek için de birleştirici bir unsur ve millî bir semboldür. Vatan kavramına yüklenen anlamlar milletten millete farklılık göstermiştir. Kimileri vatanı millî/milliyetçi kavramlarla açıklamaya çalışırken kimileri manevî-dinî anlamlar yüklemişlerdir. Türkler ise tarih sahnesinde yer alan diğer milletlerden farklı olarak vatan toprağını namus kavramı olarak içselleştirmişler, millî ve manevî anlamlar yüklemenin yanı sıra kutsiyet atfetmişlerdir. Bu kutsallık ve millî-manevî değerlerin yanı sıra Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi anlayışı da Türklerin Türkistan’dan Tuna’ya, Anadolu’ya kadar hâkimiyet tesis ettiği her coğrafyayı vatan olarak benimsemesini sağlamıştır. Türkler için devletin temel yapılarından biri toprağa sahip olmaktır. Kutsiyet atfettikleri ve vatan olarak ifade ettikleri toprağı, millî-manevî değerler doğrultusunda her şeyden korumaya çalışmışlar, bağımsızlık uğruna da mücadele etmişlerdir. Türk töresi gereğince vatana karşı duyulan derin sevgi en yüce duygu iken, vatana karşı ihanet ise cezasının da ölüm gibi sert bir şekilde verilmesi gereken ceza, en ağır bir suç olarak kabul edilmiştir. Zira vatan toprağı namustur. Törenin bir dayanağı olan namus hem de ahlâkın bir parçasıdır. Kısacası töre vatan toprağının güvencesi olmuştur. Öte yandan vatanın ahlâk ile ilişkilendirilmesinde millî mefkûre ve millî vazifenin de etkisi oldukça önemlidir.
Eski Türklerde vatanı ifade eden kelimeler arasında “uluş, yurt, ülke, il” gibi kelimeler yer almıştır. Türkçenin zenginliğine dair en önemli eser olan ve Kaşgarlı Mahmut tarafından kaleme alınan Divânü Lugâti’t-Türk’te vatanı ifade eden il kelimesi ülke olarak açıklanmıştır. Türklerde vatana verilen değerin bir göstergesi de bu kelime üzerinden türetilen kelimelerdir. Vatanperver, vatanperverlik, vatansever, vatanseverlik, vatandaş, vatandaşlık, vatanperverâne, vatan tutmak, vatan edinmek gibi kelimeler bunun en güzel örnekleridir. Vatan, kelime anlamı ile toprağı ifade etmiş olsa da Türkler için yurdu, bağımsızlığı, milleti, devleti ve aileyi temsil eden bir niteliğe sahiptir.
Türklerde vatan sevgisi ve vatan toprağına karşı gösterilen hassasiyet tarih sahnesine çıktıkları ilk andan günümüze tüm Türk devletlerinin vazgeçmediği temel duygulardan biridir. Türkler için vatanın var olması bağımsızlık duygusu ile de özdeşleştirilmiştir. Zira onlara göre üzerinde bağımsız yaşayabildikleri toprak vatandır. Dolayısıyla vatan uğruna mücadele edilen, her daim korunması gereken kutlu bir varlıktır.
Türklerde devlet olmanın 4 temel ögesinden biri olan ülke, coğrafî bir saha olarak vatan toprağını ifade etmiştir. Bu vatan toprağı özgürce yaşadıkları, üzerinde yaşamlarını idame ettirdikleri, törenin gerekli hükümlerini uyguladıkları, kamu hizmetlerini halka sundukları, kısacası hak ve yetkilerin kullanıldığı alanların tümüdür. Ayrıca vatan, ülkeyi yönetme erkine sahip olan kağan ve ailesinin (hanedanın) malı olarak kabul edilmemiş, üzerinde nefes alıp veren her bireyin yani milletin ortak hazinesi olarak kabul edilmiştir. Vatan toprağının ortak bir millî değeri ifade etmesi hem kağanın hem de halkın vatan sevgisi dâhilinde bir takım sorumlulukları da beraberinde getirmiştir. Vatanın her türlü duruma karşı korunması, savunulması, vatana karşı saygı ve sevgi duyulması bu sorumluluklar arasındadır. Bu hususa dair önemli bir örnek tarihî kayıtlarda yer almıştır. Tung-hular (Tunguzlar) Asya Hun Kağanlığı’nı baskı altına alıp topraklarını ele geçirmek amacıyla savaş bahanesi üretmek ve saldırmak için Tanhu Mo-tun/Mo-dun (Mete)’dan bir dizi istekte bulunmuşlardı. Bu isteklerden birisi de aralarındaki sınırı belirleyen çorak ve verimsiz bir toprak parçasının istenmesidir. Tanhu Mete bu isteğe şöyle cevap vermiştir: “Devletin temeli olan toprağı biz nasıl verebiliriz?” Bu sözler verimsiz de olsa çorakta olsa bir karış toprağın asla verilemeyeceğinin en net örneğidir.
Vatanın korunması ve savunulması Türklerin aileye verdikleri değer ile de alâkalıdır. Zira Türkler devleti babayla vatanı ise anneyle ilişkilendirmişlerdir. Vatan bir anne gibi milletini korurken, devlet de baba gibi vatanın korunmasını sağlamıştır. Aile nasıl devletin temeli olarak görülüyorsa, vatanı ve devleti anlamlandırmada da yine ailenin önemli iki temel taşı olan anne ve baba yer almıştır.
Türkler tarihte var oldukları andan itibaren her devirde ve her koşulda vatanlarını şerefle ve bağımsız bir şekilde yaşatma, bu uğurda da gözü kırpmadan canını feda edinebilmeyi şiar edinmiş bir millettir. Bu anlayış eski Türk kağanlıklarından, ilk Müslüman Türk Devletleri’ne, Selçuklulara, Osmanlı Devleti’ne ve Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar varlığını sürdürmüştür. Bu derin duygunun göstergesi vatan toprağını korumak uğruna kendi hayatını hiçe sayan kahramanlarımızdır. Nasıl ki tarihimizde böylesi kahramanlarımız olduğu gibi günümüzde de vatanı uğruna canını hiç düşünmeden ortaya koyan kahramanlarımız vardır. Milli şairimiz M. Âkif Ersoy’un İstiklal Marşımızdaki şu dizeleri başka söze gerek bırakmamaktadır.
Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı,
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı,
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda.
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.