Bir devleti ve devleti oluşturan toplumun asabiyetini yani birliğini meydana getiren en küçük ve en önemli kurum, ailedir. Ailenin sosyal ve hukukî durumunu anlamak aynı zamanda bütün toplumun sosyal ve hukukî durumunu anlamak demektir. Toplumu oluşturan aile, devletin bir ön modelidir. Devlet düzeni ile aile düzeni birbirine eşdeğer görülmüştür. Kağan ve hatunun rolleri Türk devletlerinde ailedeki anne ve babanın üstlendikleri roller ile eşleştirilmiştir. Türk toplumunda zinanın en ağır suçlardan olması ve töre hükümleri karşısında cezasının ölüm olması da Türk ailesinin korunmasında ve toplumdaki düzenin sağlanmasında önemli bir rol oynamıştır. Türk ailesinin en temel üyesi de kadındır. Çocuğun terbiyesi de yine kadına ait olduğu için ailenin ve devletin temeli sayılmaktadır. Türk kadını bütün kaynaklarda cesareti, temizliği ve iffeti ile ün salmıştır. Erkeklerle beraber top oynayan, ok atan, ata binen, güreş turan Türk kadınlarının dünya milletlerinde bu özellikleri ile hayranlık uyandırmışlardır.
Hatta Türk tarihinin yazılı ana kaynaklarından olan Orhun Yazıtları’nda yer alan “üstte mavi gök altta yağız yer” tabiri tam da bu müşterekliği anlatan bir tabirdir. Bütün evren yerin ve göğün birlikteliğinden türemiştir. Kadın ve erkek de gök ve yerin birer temsilcisidirler. Yine Orhun Yazıtları’nda “üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe senin ilini töreni kim bozabilir” ifadesi de yine Türk ailesinin bütünlüğünün önemini anlatan bir ifadedir.
Yeryüzündeki bütün yaratılış Gök ve yerin rahmeti ve bereketi ile var olmuştur. Tıpkı büyük halk ozanımız Aşık Veysel’in dediği gibi “bir çekirdeğe dört bostan veren” Yer, anayı bu bostanı rahmetiyle besleyen Gök ise babayı temsil etmektedir. Ondan rahmetini esirgemeyen Gök ise babadır. Ayrıca Türk ailesi kurulduğu andan itibaren birbirlerinin ailelerini ve akrabalarını benimsemeleri Türk aile yapısının birbirine eşit iki bireyin ortaklığı olarak görülmesi gerektiğini göstermesi bakımından önemlidir. Türkçemizde eril ve dişil kelimelerin bulunmaması millet olarak kadın-erkek ayrımı yapmadığımızın en önemli göstergesidir. Ayrıca karı-kocanın birbirine “eş” şeklindeki hitap etmeleri de kültürümüze özgü bir hususiyettir. Ünlü Türkolog Radloff’un Türk kadınları ve erkeklerinden bahsederken kullandığı ifadeler “onlar birbirlerinin yanağıdırlar” şeklindedir. Yani ne biri bir adım önde ne de geride…
Mor cepken geleneği ise İslam Öncesi Türk kültüründeki evlenme geleneklerinin Yörük kültürüne yansımasıdır. İslam Öncesi Türk kültürünün evlenme geleneklerine göre Türklerde kızın rızası olmadan evlenme gerçekleşemez. Türk toplumunda kadın da o denli iyi bir şekilde yetiştirilmektedir ki erkeğin kadına üstünlük sağlamadan onunla evlenebilmesi mümkün değildir. Erkek ve kız birbirlerini beğendikten sonra “arkuçı” adı verilen kişi iki aile arasında aracılık yaparak sözün kesilmesini sağlamaya çalışmıştır. Erkeğin babası “Tanrı buyruğunu” söyleyerek kızı babasından istemiş, kızın babası ise öncelikle kızının bu evliliğe rızasının olup olmadığını sormuştur
Kızın rızası alındıktan sonra söz kesme töreninin en önemli unsuru “kalın” geleneğinin yerine getirilmesi önemlidir. Kızın ve erkeğin at üzerinde durduğu bir törenle kesilen söz evliliğin ilk anlaşması olarak görülmüştür. Söz kesildikten sonra erkek tarafının kız tarafına çeyiz ve kızın yetiştirilme karşılığı olarak verdiği bir mal veya para olarak ifade edilebilir.
Nişanlılık “adaklı” sözü ile karşılanmakta ve “küçük düğün” şeklinde ifade edilmektedir. Nişandan sonra ise “büyük düğün” adı ile evlilik gerçekleşmekte, gelin babasının evinde eşi ile oturacakları eve at üstünde getirilmektedir. Ayrıca baba evinden çıkarken kötü ruhlardan korunması amacıyla başına bir yazma örtülmekte ayrıca beline de kırmızı bir kuşak bağlanmaktadır. Bu gelenek İslam Öncesi devirlerden günümüze ulaşmış önemli bir geleneğimizdir. Bugüne ulaşan bir diğer önemli gelenek de “saçı” geleneğidir. Gelin at üzerinde yeni yaşayacağı eve getirildiğinde attan inmeden önce düğün armağanı olarak başından hediyeler saçılmıştır. Anadolu’da daha çok bakliyat atılarak gerçekleştirilen bu törenden ötürü “darısı başına” tabiri türetilmiştir. Böylece evliliğe erişebilecek kötülüklerin bertaraf edildiğine inanmışlardır.
Güzide Anadolu coğrafyamızda özümüzden gelen yüksek kültürümüz Yörük kültüründe devam etmektedir. Yörük yaşam tarzına baktığımızda zaten kadının veya erkeğin daha üstün olması gibi bir durumun söz konusu bile olamayacağı açıktır. Kadın genellikle her şeyi organize eden kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Yörüklerin meskeni çadırın en önemli öğesi yani ocak kadını, ortasına dikilen direk de erkeği temsil etmektedir. “ocağım söndü” ve “evimin direği” tabirleri de buradan türemiştir. Ocağın yanması bir çadırda hayat olduğunun en büyük göstergesidir. Yani kadının varlığı ile aile yürür beraberinde de toplumu yürütür.
Yörük kültürünün en önemli yapı taşlarından Bektaşiliğin şu dizeleri son derece önemlidir:
“Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde
Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde
Bizim nazarımızda erkek kadın farkı yok
Eksiklik noksanlık senin görüşlerinde”
Mor cepken ise Teke Yöresi adını verdiğimiz Adana, Mersin, Antalya, Isparta, Burdur, Denizli, İzmir, Muğla, Aydın, Balıkesir, Bursa, Çanakkale olmak üzere genel hatlarını çizebileceğimiz coğrafyadan çıkarak bütün Anadolu’ya yayılan bir gelenektir. Türk kadınının özgürlüğünün bir güvencesidir. Anneleri tarafından genç kızların çeyizleri arasına konulan ancak hiçbir zaman giyilmesi temenni edilmediği için çeyiz sandığının en dibinde yer alan bir giysidir. Öyle ki kızın annesi mor cepkeni yerleştirirken kızına hiçbir zaman giymemesini temenni ederek koyar. Zira bir kadının mor cepken giymek zorunda kalması yörük toplumunda büyük bir üzüntü ile karşılanırdı. Eğer kadın kocası ile zorla evlendirilmişse, kocasından şiddet görmüşse, ihanete uğramışsa mor cepkenini sandığının en dibinden çıkarıp giyer ve herkesin görebileceği bir meydana veyahut ta damda yuvak taşının üzerine otururdu. Onu bu şekilde gören herkes bütün işini gücünü bırakır, mor cepkenin giyildiği köyde veya obada bütün hayat durur ve herkes özellikle de yaşlı bilge kadınlar mor cepken giymek durumunda kalan kadının yardımına koşarlardı. Mor cepkenli kadının kocası bir şekilde mor cepkeni çıkarttırmayı başaramazsa evden çıkamayacak hale gelirdi. Verdiği selam alınmaz, kimse onunla konuşmaz, bir daha da asla kendisine kız verilmezdi. Mor Cepken Kuvay-ı Milliye döneminde de kadın-erkek bütün efelerin giydikleri bir giysi olmuş ve bağımsızlığı sembolize etmiştir.
Son olarak Türk kültürüne ve kadınına her daim hak ettiği değeri layıkıyla gösteren Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözlerine dikkat çekmek gerekir:
“Gidin Toroslara bakın! Eğer orada hala yanan bir ocak dumanı tüten bir çadır görürseniz bu dünya üzerinde hiçbir gücün bizi yıkamayacağı anlamına gelir”.